- 875 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-UZAY MANZARALI ÇOCUKLUK YILLARIM-
Uzay, yüzyıllar boyu insanoğlunun merakını cezbeder. Metafizik duyuş ve düşünüş biçimlerine, bilimsel araştırmalara ve şiirsel algılamalara esin kaynağı olur. 20’inci yüzyılda da sinema ve televizyon alanında önemli bir ilham kaynağı olmaktadır. Sonuçta ortaya çıkan bilim-kurguyla birlikte gerilim ve maceranın sentezi düzleminde görsel bir şölendir. Bu tür dizi ve filmlerde; evrendeki gök cisimlerinin bağlı olduğu konfederasyon, gezegen ve yıldızlararası güç çatışması gibi, zihnimizde ilgi çekici çağrışımlar uyandıran ögelerde bulabiliriz. Dünyamızda, ülkeler arasında her an örneğine rastgele bileceğimiz savaşlar, ezen-ezilen ilişkileri şeklinde kendini gösteren sömürgeci ve ırkçı uygulamaları hatırlatabilir bize. Soğuk savaş döneminin özellikleri dairesinde bir doğu-batı bloklaşması ekseninde de değerlendirebiliriz hiç kuşkusuz.
Televizyon tarihimizde bu alandaki ilk örnek olarak “Uzay Yolu” nu gösterebiliriz. Orijinal adının Star Trek olması yıldız yolu gibi bir anlamı verse bile Uzay Yolu’nun estetik vurguyu yakaladığı söylenebilir. Kaptan Kirk, Mr. Spak, Dr. Mccoy gibi kahramanlarıyla ve uzay gemisi Atılgan, kaptanın seyir defteri, yıldız tarihi, ışınlanmak gibi kavramlarıyla, “kaptanın seyir defteri, yıldız tarihi 28889” gibi bir replikle kendi sözlüğünü oluşturan bir formata sahiptir. Dizinin anahtar figürlerinin başında hiç şüphesiz bir Volkanlı olan Mr. Spak gelmektedir. Yeşil derisi ve sivri kulaklarıyla birlikte mitolojik bir figürdür adeta. Açıkçası, 1970’lerin ortalarından itibaren izlediğimiz dizi; uzay kavramını ancak Fen Bilgisi derslerinde ya da Hayat Ansiklopedisinde gören bir kuşak için başlı başına ele alınması gereken bir olgu olmalıdır.
1978-79’larda ise ikinci bir uzay dizisi tüm ihtişamıyla siyah-beyaz ekranı dolduracaktır. “Uzay 1999”. Olaylar Dünyamızın uydusu Ay’da geçmektedir. Uzay gemisi Atılgan’ın yerini artık Ay üssü Alfa alır. Kartal adlı uzay araçları vardır. Dizinin kahramanlarına baktığımızda; ay üssünün komutanı Koenig’i Martin Landau, yardımcısı Dr. Helena Russell’i Barbara Bain, Maya’yı ise Catherine Schell canlandırmaktadır. Dizinin eksen unsuru Maya her türlü yaşam formuna geçiş yapabilen bir kimyaya sahiptir. Ay üssü Alfa ekibinin düşman hatlarına sızmada yararlandığı elemanıdır. O an bürünmek istediği canlının, göz bebeklerine yansıyan görüntüsüyle birlikte; kimi zaman böceğe, bazen bir şahine, bazen de kaplana dönüştüğünü görürüz Maya’nın.
Öyleki, bugüne kadar izlediğim uzay dizileri içerisinde en beğendiğim dizidir diyebilirim. O dönemde ne kadar da ulaşılmaz bir takvimdir. Bugün geriye dönüp baktığımda ise, çocukluğumun yakışıklı kahramanı Komutan Koenig’den geriye kalan fıışşk, fıışşk sesleriyle açılıp kapanan kapılardır belki de.
Bir üçüncü uzay dizisine geçmeden önce, eğitim-öğretim hayatımın bir bölümünü ülkemizin tarihi okullarından Bursa Erkek Lisesinde sürdürdüğümü söylemek isterim. Okulumuzun felsefe grubu öğretmenlerinden Hasan Turyan’ın öğrenciler arasındaki lakabı Senturyondur. Dersine girdiği sınıfların öğrencileri arasında, bugün Senturyon’un sınavı var sözleri kulaklarımdadır. Emekli olduktan sonra “Bursa Evliyaları ve Tarihi Eserleri” başlıklı bir inceleme yayınladığı düşünülürse ; senturyon ile ilişkisinin ses çağrışımının belirlediği bir isim benzerliği olduğu akla gelebilir de.
Evet, “Savaş Yıldızı Galactica”; 1980’lerin başlarında TRT ekranlarında izlediğimiz bir uzay dizisidir. Olaylar, Galactica adlı uzay gemisiyle düşmanları Saylonlular arasındaki savaşlar etrafında gelişir. Apollo ve Starbak adlı pilotlar, gözbebeklerinde kırmızı bir noktanın sürekli gidip geldiği senturyon adlı robotları her seferinde yenilgiye uğratmaktadır. Uzay gemisinin kaptanı rolünde Bonanza dizisinden de hatırlayabileceğimiz Lorne Greene oynamaktadır. Saylonluların başında Baltar ve yardımsısı Lucifer yer almaktadır. Lucifer her bölümün sonunda Baltar’a başarısızlık raporu verirken, bir daha aynı hataların yapılmayacağı hususunda teminat da vermektedir. Dizinin en etkileyici ögesi ise müziğidir. Açıkçası, şimdiye kadar dinlediklerim içerisinde bir uzay dizisiyle en çok bütünleşen müzik olarak da görünür bana.
1982-83 yılları ise karşımıza yepyeni formata sahip bir uzay dizisini çıkarır. “25’inci Yüzyıl”. Olaylar 2491’de geçmektedir. Anlaşılan o ki, yapımcılar uzayın insanlık için 1999’da yaşam alanı olamayacağını anlarlar. Yeni dizi gerek müziği gerekse oyuncularıyla izleyiciyi çerçevesine alacaktır. Başrollerde yakışıklı aktör Gil Gerard (Buck Rogers) ve alımlı aktris ve model Erin Gray (Wilma Deering) yer almaktadır. Kuşkusuz Twiki adlı robot karakteri de unutmamak gerekir. Ah canını! Canını yerim senin değil mi? İnternette ekşi sözlük sitesinde yaptığım bir inceleme dizinin izlenmesinde ağırlıklı ögenin başrol oyuncuları ve canlandırdıkları roller olduğunu göstermektedir. Gerçekten de 25’inci Yüzyılda, Savaş Yıldızı Galactica’nın aksine kollektif unsurlardan ziyade kişisel motifler esastır.
Bütün bunlardan sonra tek kanal döneminin uzay dizilerine baktığımızda farklı yönleriyle öne çıktıklarını ve izleyiciyi etkisi altına aldıklarını söyleyebiliriz. Uzay Yolu ilk olmasıyla, muhteşem repliğiyle ve Mr. Spak gibi sıra dışı bir portreyi karşımıza çıkarmasıyla, Uzay 1999 Ay üssü Alfasıyla, Maya gibi kilit bir figürle ve hepsinden de önemlisi biçtiği takvimle, Savaş Yıldızı Galactica etkileyici müziğiyle, görsel Efektleriyle, Saylonlularıyla, iyilik ve kötülük güçlerini sosyalize etmesiyle, 25’inci Yüzyıl ise erişilmez takvimi ve başrol oyuncularının performansıyla göz doldurur. Ayrıca bütün uzay dizileri; insanüstü yetenekler, şeytani güçler ve gök cisimleri arası çatışmalar gibi mitolojik unsurlarla beraber, günümüz dünyasında da uluslararası ilişkiler perspektifinde ifadesini bulabilecek savaşlar ve sömürgecilik ilişkilerini karşımıza çıkarmaktadır.
L.T.