Sevgili Mavi
Sevgili Mavi,
30 yaşıma kadar benim için sadece gökyüzünün, denizin, sonsuzluğun, özgürlüğün ve derinliğin rengiydin. Kim derdi ki 30. yaşımda bir de aşk’ın rengi olacağını?
Öyle anlar geliyor ki keşke hayatıma hiç girmeseydin diyorum...ki sağ omzumda oturan meleğin suratıma attığı bir kanat darbesiyle kendime gelip başıma gelen her şeyin bir sebep ile geldiğini ve hepsi için şükran duymam gerektiğini anımsayıveriyorum. Evet belki hayatıma hiç girmemiş olsaydın keyfim, huzurum, sükunetim hiç bozulmamış olacak, yıllardır binbir güçlükle kurduğum iç dengemle sakin yaşantıma sakince devam edebilecektim. Ama o zaman Yaradan’ın insanlar arasına koyduğu Aşk duygusunu hiç tatmamış olacak, Aşk’ın insanın ciğerini yakan acısını, kalp sızısını, çaresizliği, kıskançlık ve sahip olmak arzusu gibi iki ucu bıçaktan keskin hisleri sadece kitaplardan okuduğum haliyle bilecek, bizzat yaşamamış olacaktım. Açık söyleyeyim sana ki Aşk’ın sadece acı veren yanlarını yaşattın bana. Aşk’ın insanın ayaklarını yerden kesen, başını mutluluktan göğe erdiren güzel yanları da varsa şayet, bunlar değildi yaşadıklarım. Tek kelime ile yaşadıklarımdan yola çıkarak aşkın tanımını yapmam gerekseydi bu tanımlama “Aşk=Hüzün” olurdu benim için....
Bu yaşıma kadar sıklıkla karşılaştığım “Hiç aşık oldun mu?” sorusuna son derece kendimden emin bir tavırla “Hayır, hiç olmadım” der, esprili bir ses tonuyla “Dünyada aşk var mı, aşk?” diyerek konuyu kapatırdım. Bundan sonra bu soruyla tekrar muhatap olduğumda değişen sadece vereceğim yanıt olmayacak, yüzümün ifadesine de alaycılıktan ziyade hüzünün gölgesi düşecek. “Evet” diyeceğim soranlara, “bir kere aşık oldum, ve umarım son olur...”
Aşk, bir kere ve sonsuza kadar olmalı diye inat eden bir ortaçağ mantığı ile düşünüyorum. Sonunda ayrılık da olsa, kavuşmak da olsa o hisler en fazla bir kez, bir kişi için yaşanmalı. Cisimler bu hissi yaşamada yalnızca birer vesile olduğuna göre o hissi doyasıya yaşarken cisimlere takılmamalı, kişiden ebediyen ayrılsa da insan aşk hissini ilelebet hapsetmeli kalbine.
Ismin mühim değil, ne de cismin. Zaten cismin karşımda otururken bile gözümün gözüne değmesinden imtina ediyordum. Uzak olduğumda görmek için sabırsazlandığım yüzünü göreceğim an gelip karşıma geçip oturduğunda bakışlarımı sana çeviremiyordum bile. Belki de cismin birer hayalden ibaretti, bana sadece Aşk hissi gerekliydi. Sen sadece bir vesile idin. Güzel, ama bencil; yalnız, ama yalancı; olgun, ama çocuk; yanımda ama kayıp... Senin ismin artık “mavi”, bundan sonra yanımda ve yakınımda olmayacaksın belki ama aldığım her nefeste, seçtiğim her kelimede, attığım her bakışta, sesimde, sessizliğimde, kalabalıklarda, tenhalarda, renklerde, aynalarda, hislerde hissizlikte her zaman var olacaksın. Çünkü bendeki İlahi aşkın yerdeki gölgesi oldun. Bunu bilsen de hiç bilemesen de; anlasan da anlaman asla mümkün olmasa da sen dünyevi aşk kapısının kilitini açan anahtar oldun. Bu yüzden artık benden bir parçasın, ayrılman, benden kopman gitmen mümkün değil. Sen Mavi’sin, ben de tuvali mavi olan bir ressamım.
Şimdi gökyüzünün mavisi bana Aşk’ı çağrıştırıyor.. aşk ise hüzünü...hüzün, yalnızlığımı...yalnızlık, sonsuzluğu,,, sonsuzluk, hasreti.... hasret, hüzünü ve tekrar hüzün, aşk’ı... Dünyam Aşk ile dönüyor, aşk avcısının attığı okla açılan yüreğimin yarası kan ağlıyor, kan kusuyor, ama yaram görünmüyor. En azından dünyalıların yaşadığı Aşk hissini yaşamış olmanın verdiği doygunluk hissiyle bugün, dünden daha çok “tam” hissediyorum kendimi. Daha çok “dünyalıyım” bugün... Bugün gökyüzü her zamankinden daha mavi, mavi gökyüzünde beliren gök kuşağı daha anlamlı, renkler daha belirgin, daha coşkulu... Aşk’ın rengi Mavi, bugün herşey mavi...
Ş.P.
Ağustos’08