- 504 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CENNET'İN GÜLÜŞÜ
Sabah namazının yaklaşmasına az bir zaman kala, yatağından fırladı Meftun. Aceleyle hazırlanarak dakikaları ardından bırakmaya başladı. Koşarak otelin lobisinden dışarıda bekleyen otobüse bindi ve Mescid-i Haram’ın yolunu tuttu.
Garip bir rüya görmüştü. Titreyerek uyandığı bu günün sabahına ’Bismillah.’ demekten başka bir şey yapamadı, yanına da ’Hayır olsun’ cümlesini ekledi.
Yol ayakları altında adeta kayıyordu, Mescid-i Haram’a giderken çevreyi izlemeye koyuldu. Çevreyi izlemeye çalışarak, tefekkür etmek. Çok kurak ve çelimsiz vadileri olan bir şehirdi, Mekke. Susuz ve kurak. İslam’a aç olduğunu buradan anlıyordu. Çünkü insan, bolluk içerisinde olunca ne Rabbi tanıyor ne de şükrediyordu. Nefes alışının başladığı andan itibaren geçirdiği yaşamında zor anlarla karşılaşınca yaptıklarını süzgeçten geçiyor ve hayatın zülfüne çelim takmak isterken Allah’ın hayır dediği yollarla buluşuyordu. Yokluk içindeyken insanı bir hırs bürüyordu. ’Yapacağım, edeceğim.’ hırsı. Ama bakıyor ki, her şey kainatın güzelliğini veren, yarattığı her şeye lütfunu sunan Yüce bir Zat’ın nasip edip etmeyeceğine bağlı, o zaman da konuşan bütün diller susuyordu. Sonra rüyası geldi aklına Meftun’un. Tüyleri diken diken oldu. Aslında rüyasının gerçek olup olmadığını kontrol etmek için Mescid-i Haram’a adımlarını sürüyordu.
Rüyasında, Kabe tam karşısında o güzel ihtişamıyla ve asilliğiyle duruyordu. Ellerine bakınca Hacer’ül Esved taşını tuttuğunu farketti ve Kabe’nin yanında uzun boylu, kumral saçlı bir çocuk namaz kılıyor ve etrafındaki topluluğa imamlık yapıyordu. Birden Sur’a üflenircesine Meftun’a, ’’Hacer’ül Esved’i başının üstüne kaldır.’’ denildi. Meftun, ellerinin ve ayaklarının titremesiyle beraber Hacer’ül Esved’i başının üstüne kaldırdı. Kolları titredi, Hacer’ül Esved’e daha da sıkı tutmaya başladı. Çocuk, namazı kıldırmaya devam ediyor, Meftun da onu izliyordu. Sonra Hacer’ül Esved’i tutan elleriyle dünyanın üstüne çıktı. Ona tekrar, Sur’a üflenircesine bir şiddetle ’’Ellerini aç.’’ denildi. Meftun, ellerini açmaya başladığı andan itibaren nur gibi ışık yayılmaya başladı ve havada daire oluşturacak şekilde açtığı ellerinin her yerinden yayılan nur, Meftun’u sardı. Öyle bir ışıktı ki , sanırım dünyada eşi benzeri bulunmayan değerli taşın, Allah katında önemini yansıtıyordu.
Rüyasını hatırlayan Meftun, düşünce havasından kendini kurtarmaya çalışarak otobüsten indi. Artık gerçek olup olmadığını bilmediği rüyasının peşinden gidiyordu. Büyük alana girdi, say bölümünü geçti ve işte Kabe karşısındaydı. Hızlı hızlı adımlar ile biraz da tökezleyerek Hatim’e yaklaşmaya başladı. İçerisindeki, insan kalabalığı gözünü korkutsa da oraya gireceğine dair kendine söz vermişti. Sırayı bekledi. Biri girdi, biri çıktı. Biri namaz kıldı, birileri ağlayarak Kabe’nin örtüsünü öptü. Meftun, içinden ’’Rabbi yessir vela tuassır, Rabbi temmim bil-hayr.’’ duasını okuyordu. Gözleri kapalı, elleri önünde acizliğini simgeler vaziyette bağlı tutuyordu. Allah’a hamd dolu sözlerle adım attı.
Rüyanın gerçekleştiği an...
Meftun, hatim kapısının kenarından arka bölümlere geçmeye çalışırken, yanındaki erkek sesi: ’’ Hoş geldin.’’ dedi...
Alanda bir sessizlik. Rüzgarın sıcak esişi, kalabalığın gürültüsü, bebeklerin ağlayışı; Onlar konuşsun diye Allah’ın yoluna adımlarını atsınlar diye, onlar konuşsun diye kendilerini Allah’ın izniyle sessizliğe çektiler. Hatim’in alanında durgunluk hüküm sürdü. Sanki kimse hareket etmiyor, kuşlar dahi uçmuyordu. Muzaffer duyguların eşliğinde hazinlikte eklenmişti. Meftun’un gözlerinden bir damla yaş yeşermeye başladı. Gönlünde, verilen lütfun şükranlığını dile getirerek gözlerini açmamak için direndi. ’’Hoş geldin.’’ sesini duyar duymaz, ’’Allah’ım sana hamd olsun. Elhamdülillah.’’ diyerek zikri bırakmadı, daha da sarıldı. Biliyordu ki, bu Rabbi’nden gelen ikramdı. Bu ikram, onu Allah’tan uzaklaştırmamalıydı. O’na yakınlaştırmalı ve hayatını cennete çevirmesine vesile olmalıydı. Kur’an’ı dillendirmeli, yaşamın sonları yavaş yavaş gelirken İslam, her anlarında hüküm sürmeliydi.
Meftun, sol tarafında bulunan Hamza’ya gözlerini açtı, ’’Sen’’ sessizlik... ’’O musun?’’.
Hamza, ’’وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاء أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاء فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ فَأَصْبَحَ هَشِيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقْتَدِرًا ’’ ayetini okudu ve ’’ Yoluna yoldaş olmaya geldim.’’ diyerek Hamza, aynı rüyayı gördüğünü ve o rüyadan yola çıkarak orada bulunduğunu anlatmasa da Meftun, anlamıştı...
SON
Ayetin meali: Onlara dünya hayatının misalini şöyle anlat: ’’O ( dünya hayatının durumu) tıpkı, semadan indirdiğimiz su ile yeryüzü bitkilerinin birbirine karışması (sulanıp güzelleşmesi) ve sonunda (o bitkilerin kuruyup) rüzgarların savurduğu çöp kırıntısı haline gelivermeleri gibidir. Allah, her şeyin üstünde bir kudret sahibidir.’’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.