sayfa 47
Bana bir hikaye anlatmanı istiyorum. İçinde sesin olsun, sonra ellerin; ipeğe dokunur gibi narince değsin bu öyküye. Ben olayım dilerim bir de. Hoyrat bakışımı al uysallaştır içinde.
Ve ben anlatayım sabırla örülmüş zamana dair. Kahrolmaların kıyısında gözlerine tutunup yeniden doğuşumu yaşatırcasına…
Bilir misin? Sen bilmeden önce her yaşamışlığıma adını yazdığımı, her kelimemi ilk sana dokundurup gökyüzüne saldığımı, bilir misin “öteki” hayaletiyle kaç gece korkulara sarıldığımı?..
Sen bilmeden önce, aşkımın dehlizlerinde (senin için laf-ü güzaf) benim için bir kurtuluş destanı yazdığımı. Yitiyorken aklımın olmazlarında umudun olurlarıyla kaç kaybedilmiş savaş yaptığımı.
Sana deniz dedim sen bilmeden önce. Anlamadın susuzluğumu, okumadın denize olan arzumu. Sana su dedim, kuraklığımı haykırdım onlarca masalımda. Bana çöl verdin nice zaman. Aldırmadım yabana atılmışlığıma. Çünkü ne çok sevdim. En çok sevdim çünkü.
Seni bildim sevdiğim sen beni bilince. Diline dokundu ya adım, hayatım sınırlarına karıştı ya ansızın, iki vücut tek beden dedin ya savaşlardan ağır yaralı dönen bana ve benim kutsal ve yeni keşfedilmiş kayıp kentim sana. Bütün ettin ya en uzak mesafelere inat,”benim yarımsın” dedin ya; sensizken asi bir rüzgar gibi zaten kaçıp kaçıp sana varan etime, ruhuma, küçük dünyama.
Al derim bende ne varsa kalanımdan, al derim. Bir köle pazarına razıyım. Al derim beni, sakla kuytularında, sakla yamacında..
Şimdi, beni gör demeyeceğim baktığın her aynada. Aynalar yanıltıcıdır sevdiğim. Beni bul yüreğinin en ağrıyan yanında. Okunursa adım ve ayrılık dokunursa her anına; düşün ki, yok iki sima, iki ruh, iki beden. Benim yazgım sana, senin yazgın bana düğümlüdür ebediyen…
...