Sara Moav
Kavurucu öğle sıcağında ince mucurun üstüne karayolu çalışanları tarafından kapkara tankerlerden döktürülen sıcak zift ağır ağır mucurun içene yayılırken ilerden sarhoş bir sürücü siyah mercedesiyle yol çalışması yapılan alana daldı, zift ve mucurlar yol kenarındaki bariyerlere sıçradı. Yapış yapış, cıvık cıvık olan iğrenç kokulu zift duvardan akan kan gibi usulca aktı bariyerlerden aşağı, yere ulaşınca yolun dışındaki sarımsı otların üstüne doğru yol aldı. Sarhoş sürücü yol çalışması tabelâsını devirip bandı kopardı, yoluna devam etti karayolu çalışanlarının şaşkın bakışlarının altında. Melon bir şapka takmış olarak bariyerlerin önünde, sıcağın altında duran Sara Moav yüzüne sıçrayan zifti sakin tavırlarla çantasından çıkardığı kâğıt mendille silmeye çalıştı. Gri renkli melon şapkasını çıkardığında şapkaya da zifttin sıçradığını hayretle gördü. Zift gibi bir yapışkan bir hayatın kendisiyle olduğunu anladı, aksi takdirde o sarhoş sürücü kendisini bariyerlere veya yola yapıştıracaktı kesinlikle. Niye bu sefer zift gibi yere veya bariyerlere yapışmadığını derinlemesine düşünmek istemedi, çünkü hava, yüzü, yüzünden akan zift sıcak ve yapışkandı. Hayattan, kapkara ve sıcak ziftten, melon şapkasından, nemli olduğu kadar sıcak olan havadan nefret etti. Ama küfür filan etmedi içinden. "Yol kenarlarındaki bariyerlere sıçramış olan kapkara zifttin içinde kapkara bir ölüm görüyorum!" demekle yetindi sessizce. Vıcık vıcık insanların doldurduğu bir belediye otobüsünde olmadığı için şükür etti Allah’a. Yol çalışması olduğu için durduğu güzergâhtan belediye otobüsünün gelmeyeceğini ince ve kuru dudaklarının arasından ağzına bulaşan zifttin tadından anladı ve geriye, şehrin gürültüsünün geldiği kalabalık caddelere doğru döndü. Önce dantelli gri ayakkabısına, hemen ardından ayak bileklerine kadar uzanan bembeyaz elbisesine baktı sakin sakin. Her şey ziftte bulanmıştı. Amerikalılar gibi "kahretsin" dememek için kendini zorladı. Amerikalıların günde sayısız kere kullandıkları "harika" kelimesi ağzından çıktığı için kendini acayip derecede aşağılanmış hissetti. Karayolu çalışanları nikbin bakışlarla üstünden tır geçmiş gibi uzaklaşan Sara Moav’a bakarken mucur zifti çekmeye devam ediyordu. Öğle sıcağının en az beş katı daha fazla sıcaklığı yere yansıtan silinirimsi araç bütün gürültüsüyle beraber ileri geri gidip geliyor, güneşin ısıtmadığı köşeleri keyifle kavuruyordu. Yayan yürüyen prenses işte kaybolmuştu gözden. Kara gözlü, esmer tenli delikanlı rüyalardan çıkma genç bayanın kaybolan görüntüsünü son defa hayal etti, sonsuza dek bir daha ziftli bayanı hayal etmeyeceğine üzüldü biraz.
"Hey yavrum yeni zift dökülen karayolunda üstünden kamyon mu geçti? Herhalde o sırada beni düşüyordun ki böyle bir kaza başına geldi. Melon şapkalı prensesim benim, gel sana mağazadan LCW marka elbise alayım! Yapışık kaldığın asfalt olayım, üstünden geçen kamyonun tekeri olayım, her zaman imdadına yetişen prensin olayım!" Genç, elindeki tespihi huzursuzca salladı genç kızdan en ufak tepki almayınca. "Çok namuslu bir manitaymış be!" dedi kendi kendine alçak sesle. Eğlenilecek değil de evlenilecek bir kız işte elden kaçıp gidiyordu. "Çok özür diliyorum hanımefendi!"
Sara Moav berzahtan gelmiş gibi delikanlıya yabancı bir bakış fırlattı ama hemen Türkiye’de sokakta laf yiyen bayanların yapmadığı bir şeyi yaptığını anladı. Bir hata daha yapmak geldi içinden. "Benim prensim var anladın mı? Az önce de beni ölümden kurtardı. Yaaa! Daha çok işi olduğunu söyledi ve işine gitti. Süpermen’in İslami versiyonu gibi bir adam benim prensim. Hızır’ı tanır mısın ey Müslim? "
"Kaşarrr! Bana karşılık vermeden yoluna devam etmen gerekiyordu hayatım. Eğer karşılık vermeseydin annemi seni kendime istemek için yollayacaktım. Eğlenilecek kız!" İfratkâr tavırlarla hızla uzaklaştı delikanlı. Olan olmuş Sara iki dakikada ’kaşar’ olup çıkmıştı işte! Öğle sıcağında giyim mağazasının önünde içerde çalan hafif müziğin etkisiyle pinekleyerek oturan esnaf da delikanlıyla aynı düşüncede olmalı ki huzursuzca Sara Moav’a bakıp içeriye kaçtı. Kaldırıma ekilmiş olan kayın ağacının üstündeki kuş da pineklemekten vazgeçip uçup gitti. Caddede akan kalabalık azaldı sanki. Milletin yazdığı iftiranameyi umursamadan ağzına bulaşan ziftin tadını ortadan kaldırmak için bir kutu meyve suyu aldı az ilerideki büfeden. Füsunkâr duruşuyla büfenin önünde meyve suyunu içmeye, ziftli halini sempatik bulmaya başladı pattadak. Yürüdü, gümüşçünün vitrin camından zifte bulamış olan melon şapkasına ve ayak bileklerine kadar uzanan fırfırlı elbisesine baktı, gözleri yanmaya başladı. Şu an ki halini çok masum ve çaresiz bulduğu için iyice duygusallaşıp ağlamaya başladı sessizce. Kurtarıcısı bir yerlerden gözükmüyordu işte! Neden ağlamayacaktı ki? Tahminen seksen yaşlarında olan kır saçlı, fiyakalı bastonlu, beyaz gömlekli, sinekkaydı tıraşlı bir dede Sara Moav’ın bu halini gördü ve kızı durdurdu. Meleksi kızın ne dersi vardı acaba? Meleksi kızın hiçbir derdi filan yoktu! Ama çok derin iç çekip ağlıyordu meleksi kız? Dede çok meraklıydı ama! Evet dede çok meraklıydı.
"Pabucumu kaybettim dede! Kendimi kaybettim! Prensimi veya başka birini kaybettim! Aklımı kaybettim… Ama dedeyi buldum! Sen prensim olsana dede!"
Fevkalbeşer bir yön vardı bu aristokrat tipli dedede. Az önce karşılaştığı serseri gibi cinsel dürtüleri filan da yoktu gördüğü kadarıyla. O halde ne diye prensi olmayacaktı, ne diye! Dede cevap vermiyordu ama. Boyuna Sara Moav’ın dantelli yazlık ayakkabılarına bakıyor, "Tövbe tövbe!" diyip duruyordu aralıksız.
"Bir daha bu kışkırtıcı ayakkabıları giyme bu ülkede. Pamuk Prenses’in böyle seks nesnesine benzeyen pabuçları hiçbir zaman olmamıştı. Dikkat et kendine yavrum. Ve hemen o şeyleri çöpe at ki erkekler gözlerini sana sokmasınlar." Dede, ermişler veya cinsel isteği olmayan bir varlık gibi genç kızı yukardan aşağıya süzmeye devam etti. Şeytan bu zamanda seks nesnesi olan bayan ıvır zıvırında gizliydi bildiği kadarıyla. Cübbeli Ahmet Hoca da buna yakın şeyler söylemişti zaten. Dede Sara Moav’a Cübbeli Ahmet Hoca’dan bahsetmeye karar vermişken ansızın durdu. Sara Moav "pufff!" dedi. Dede kırıldı, bir genç kızı şeytanın şerrinden kurtaramadığına üzülmüş olarak yoluna devam etti. Sara Moav pastane camında asılı duran kâğıdı okudu: "Kandiliniz mübarek olsun!" Alt dudağını ısırıp paytak paytak yürüyerek ilerledi caddeden. "Hayır, bir kutu kandil simidi filan satın almayacağım sizden. Dini ticarete alet eden pislik herifler! Hem ben Müslim filan da değilim." Gevrek bir kandil simidi yediğini hayal etti pattadak. Sanki tuzu ve kutsallığı biraz eksikti. Bir teyze Sara Moav’a çarptı. Tombul elinde bir kutu kandil simidi vardı. Sara Moav ufak bir muziplik yapmak istedi aniden.
"Bir kandil simidi alabilir miyim? Damağımdaki zift tadı geçsin diye bir kandil simidi verir misiniz? Kutusu çok hoş görünüyor, Osmanlı figürlerini kandil simidi kutularının üstüne koymayı iyi akıl etmişler. ’Osmanlı’ sözcüğü ’İslam’ manasına geliyor bu topraklarda. Afrika’da ise ’Osmanlı’ sözcüğü adalet manasına geliyor Türklere göre. İmanınız kuvvetlensin kandil simitleriyle." Kadın hevesle tek kelime etmeden bir simit uzattı. Takvalı bir Müslim olduğunu az önce daha iyi anlamış gibi bir duruşu vardı kadının. "Sanki biraz tuzu eksik!" dedi Sara Moav muzipçe. Evet, tuzu biraz eksikti sanki. Çok haklıydı ziftli kız, çok kibardı sıska kız. İyi bir taklitbaz olduğunu kabul eden uyanık Sara dilini damağında gezdirdi, Müslüman toplumunda huzurlu sayılabilecek hayat yaşadığını anımsadı. Türkiye halkıyla iyi anlaşıyordu ve tabii eşarbını kelebek biçiminde bağlayan teyzelerle de. Saçlarını, boyunlarını sıkı sıkı örten tesettürlü kadınlarla da iyi anlaştığı söylenebilirdi. Hatta kara çarşaf giyen kadınlarla bile. Sadece şehvetperest Türk erkekleriyle pek anlaşamıyordu. Çünkü dantelli zarif ayakkabı giyen bayanları orospu sanıp laf atma yarışına girişiyorlardı.
"Ah yavrum sana ne oldu? Üstün başın niye zifte bulanmış güzel kızım? Çok hoşsun! İlerici bir görüntün var! Siyah beyaz fotoğraflarda Atatürk’ün yanında duran bayanlara benzettim seni. İşte Atamızın işaret ettiği kibar bir genç hanım. Atamız yaşasaydı seni kim bilir nasıl severdi, nasıl?" Kelebek bağladığı eşarbını hafifçe gevşetti siyah renkli, ayak bileklerine kadar uzun, sade görünümlü bir etek giyen beyaz gömlekli teyze. Zifte bulanmıştı ya! Evet, galiba Atatürk Sara Moav’ı işaret etmişti. Teyzenin dediklerine sonuna kadar katılıyordu dantelli ayakkabı giyen genç kız.
YORUMLAR
Hiç bir siyasi yazının altında bugün çok güzel bir tartışmaya şahit oldum diye bir sonuç görmedim. Birbirleriyle zıtlaşan, ülke siyasetçilerinin bile ortak noktada buluşamadığı ve her gün kavgalarına şahit olduğumuz iğreti sahnelerin yeri bu site değildir.
Site kurallarının en başında olan siyaset yasaktır kuralına uymayan birinin öncelikle savunduğu kuralcı davranışı sorgulaması gerekir. Zira kurallara uymak siyasetin olgusunun en temelinde olması gerekmiyor mu? Sitemizin de kuralı bunu yapmamak olacaksa buna herkes uymalı.
Yok ben siyaset yapacağım insanlarla tartışacağım diyorsanız; binlerce haber sitesinin altındaki yorumlar bölümünde birbirlerine giren insanların arasına katılabilirsiniz. Bu sitenin misyonu olarak edebi kimliği ile varolması gerektiğini unutmayalım.
Yazı sahibi başlığını gerektiği şekilde düzeltmediği takdirde ilgili yazı silinecektir. Ve site kuralları uygulanacaktır.
Saygılar
Göktürkmen
Biz siyaset yapmıyoruz.
BUırada bir siyasi oluşumun leh ve aleyhinde tek bir satır bulmazsınız.
Biz insanı, cumhuriyeti, kurucu-kurtarıcı lideri, ördüğü kolon ve kirişleri kemirerek, devleti çadır, halkı sürü ve güruh yapmaya and içmişlere karşı yazılar kaleme alıyoruz.
Bize aşk, meşk, ççek böcek yazılar diyorsunuz.. onu da yazıyoruz, bu bir edebiyattır, toplumcu ve toplumsal bir edebiyat...
Estetik öncül edebiyatın varlığı gibi, diyalektik öncül edebiyat ta vardır.
Esenlikle...
ANSIZIN
Göktürkmen
Abartı yazmıyorum.. tevatür yazmıyorum, kasaba politik yazmıyorum.
Gerçek ve doğru anlayışı üzerine bir bakış farkından ileri geliyor, böyle düşünüyorum.
Ben öznel etnik, dinsel, mezhepsel, kaba politik şeyler yazmıyorum.
Sansür uyguluyorsunuz o kesin.. ama belli bir baskı yoğun) olduğu bilinciyle de sizi anlayabiliyorum.
Yine de yaptığınızı doğru bulmuyorum...
Bilginize, esenlikle...
Edebiyat hikaye terimleri yerinde okurken biktirmiyor. Konusuna gelince onemli degil onemli olan o konu ne olursa olsun anlatima tad verebilmek
ccelayir
Sansüre HAYIR !..
Kendisi bizatihi iliklerine kadar siyasete batmış olan gerici-dinci zihniyetin, siyasi gerekçeler filan diye diyerek, karşı görüşlere müdahalesine HAYIR !
Bu yazıda bir sürü paylaşmadığım yerler var.
Türk kavramı "Türkiye halkı" doğrultusunda imgelenmiş, sorunlu.. ama kendi doğrultusunda tutarlı eleştirileri var, seviyesi olan bir yazıdır.
Atatürk'e bile olumsuz göndermeler var, ama sansür uygulanmasını gerekmiyor.
Müdahale edilmesin, toplumcu ve aydınlanmacı eleştirel edebiyat ürünüdür.
Göktürkmen tarafından 2/10/2017 12:05:29 PM zamanında düzenlenmiştir.