- 1401 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
BU KADAR ÇOK ŞİİR, BİR AŞKAR TARAFINDAN ZÜLEYHA’YA YAZILDI; BİR DE PEK ÇOK ŞAİR TARAFINDAN GÜLCEMAL’E…
Evet..Yazının başlığından da anlaşılacağı üzere bu gün uğruna şiirler yazılan iki hatun kişiden bahsedeceğim. Bunlardan Züleyha’yı bilmeyen yok sanırım. Yine de ‘’Kim bu Züleyha?’’ Diye soran olursa aha site ortada. Aşkar rumuzlu arkadaşı kaydedip okusunlar şiirlerini. Zira onun yaklaşık her şiirinde vardır Züleyha. O bakımdan iki hatun kişiden Züleyha üzerinde konuşmayacağım fazla.
Peki Gülcemal kim?
Her ne kadar kendisinden hatun kişi diye bahsetsem de Gülcemal aslında bir hatun kişi değil. Hatta insan da değil. O bir gemi. ( Vapur deseniz de olur. )
Şimdi diyeceksiniz ki ‘’ Sessiz gemi gibi mi?’’ Yok öyle bir gemi değil. Bildiğiniz bir yolcu gemisi. Ama ömrü hayatı boyunca öyle yolcular taşımış, öyle yolculuklar yapmış ki aklınız hayaliniz şaşar.
Tabii ki öncelikli olarak insan taşımış. Hayvan taşımış. Silah taşımış. Hastane gemisi olmuş. Mülteci taşımış. Kazım Karabekir Paşa’yı Mustafa Kemalden yaklaşık bir ay kadar önce( 12 Nisan 1919 da ) Anadolu’ya - Trabzon’a taşımış. Kurtuluş savaşından sonra Mustafa Kemal Paşa’yı da taşımış.
Gelin önce onun kısa hikayesine bakalım. Sonra da hakkında yazılan şiirleri okuyalım.
Gülcemal, İrlanda- Belfast’ta yaptırıldı. Hem de kim tarafından biliyor musunuz? Şu ünlü Titanıc’in sahibi olan White Star Firması tarafından.
15 Ekim 1874 Tarihinde ‘’ Germanıc’’ adıyla denize indirildi. Boyu 142 metre, genişliği 14 metre ve su altında kalan kısmı 10 Metreydi. 5 Bin 71 Gros ton ağırlığındaki geminin makineleri 5 bin buhar beygiri güçte olup Saatte 29 deniz mili yol alabiliyordu.
Germanic adıyla denize indirilen bu gemi White Star Firmasının diğer gemisi olup bir buz dağına çarparak batan Titanıc’den önce o buz dağlarını görmüştü ( Titanıc faciasından sonra da gördü..) ve yine Tıtanıc gibi o da denizin dibini görmüştü ama Tıtanıc’den çok farklı bir sebeple.
1899 yılında , New York limanına bağlı olduğu bir kış gününde yoğun kar yağışı altında kalır. Kömür almak için günlerdir bekleyen Germanic, üstünde oluşan kalın buz tabakasıyla oldukça ağırlaşmıştır. Buna bir de yağan kar eklenince daha fazla dayanamaz ve dibe oturur.
Yani anlayacağınız onun batışı da - biraz farklı olsa da- kar sebebiyle olmuştur.
Bu gemiyi ilk kez gören Türk ise Ubeydullah Efendi adlı bir zattır. Ubeydullah Efendi 1893 yılında Chihago’da açılan bir sergi için görevli olarak bu şehre gittiğinde adı henüz Germanıc olan gemiyi görür ve hayran kalır. Çünkü geminin içinde bir bahçe vardır ve geminin - bilet ücretleri 200 Dolar olan- I. Sınıf yolcularının masalarına bu bahçelerde yetiştirilen çiçekler konduğu gibi, domates, salatalık vs de bu bahçede yetiştirilip I. Sınıf yolculara ikram edilmektedir. Dahası ( Ki ohaaa diyeceğinizden eminim ) Geminin I. Sınıf yolcuları için ambarda inek ve keçi beslenmekte, misterlere her gün, günlük taze süt ikram edilmektedir.
Ubeydullah Efendi gemiye bayılır, hatta günlüklerinde ballandıra ballandıra anlatır Gemanıc’i
İlle velakin gemiyi 1902 yılında merkezi Liverpoolde olan Dominian Lines adlı şirket satın alır ve geminin adı da artık ‘’ Ottowa’’ olur.
1910 yılında gemi bir kez daha satışa çıkarılır. Bu sefer talibi Osmanlı Devletidir.
1910 yılında Osmanlı Seyr-i Sefain Şirketi adına Nihad, Hamdi ve Abdurrahman Beylerden oluşan bir heyet 25 bin 112 Altın Liraya gemiyi satın alırlar.
Gemi İstanbul’a getirildiğinde 37 yaşındadır.
Osmanlı tahtında oturan Sultan Reşat, gemiyi görünce her nedense çok küçükken kaybettiği annesini hatırlar ve gözlerinden inen iki damla yaşla birlikte ‘’ Adı Gülcemal olsun. Rahmetli annemin adıydı’’ der. Böylece Germanic, olarak denize indirilen, sonra Ottowa adı verilen gemi , 37 yaşındayken Gülcemal adını alır.
Gülcemal, ilk önce Karadeniz Limanları ile İstanbul arasında yük ve yolcu taşıdığı gibi gerek Türkiye’den, gerekse Avrupa’dan Amerika’ya çok sayıda göçmen taşır. I. Dünya Savaşının patlak vermesiyle ise daha ziyade asker sevkiyatı için kullanılır. Ancak yine I. Dünya Savaşı yıllarında ( Özellikle Çanakkale Savaşı sırasında ) Hastane gemisi olarak kullanılır.
Hastane gemisi olarak görev yaptığı 1915 yılında ( 27 Şubat 1915) İngilizlerin E-11 denizaltısı İmralı açıklarında Gülcemal’i torpilleyerek provasından büyük bir hasar verdi. Gemi o zaman, yaklaşık 4 bin asker taşıyordu ve gemi karaya oturmadan önce çıkan kargaşadan dolayı birkaç kişi hayatını kaybetti. Gülcemal, tekrar çalışabilmesi için iki yıl süreceği bir onarım için İstanbul’a çekildi. Savaş sonunda Gülcemal 1918–1919 tarihleri arasında Yunanistan ve Mısır’daki esir kamplarında tutulmakta olan Alman Askerlerini Wilhelmhaven ve Hamburg limanlarına taşıdı.
Gülcemal 1920–1921 yıllarında Dedeoğlu adlı bir Rum İşletmeci tarafından kiralanarak Köstence – İstanbul – Napoli ve Marsilya üzerinden New York’a dört sefer yaptı.
Savaşlardan çok sıkıntı çeken Türkiye, yirminci yüzyılın başlarında hem İdaresini değiştirdi hem de idaresi altındaki bazı ülkelerden çekildi. Gülcemal, savaştan yeni dünyaya, aynı gemide seyahat eden Müslüman, Yahudi, Yunanlı ve diğer milletlerden göçmenleri taşıyan birkaç Türk yolcu gemisinden en önemlisiydi. Gülcemal’de tipik birinci sınıf bileti yaklaşık 200 $, Okyanusu geçen çoğunlukla göçmenlerin oluşturduğu koğuş yolcuları için yaklaşık 35 $ idi. Amerika’da vatandaş olmak gayesinde olan birçok Türk’ü de taşıdı.
Gülcemal, mübadele yıllarında Girit, Kavala, Drama ve Selanik’ten, İzmir, İstanbul, Ayvalık, Mudanya, Samsun, Trabzon, Ordu, Antalya ve Mersin’e mübadilleri taşıdı.
Gülcemal 1937 yılında hizmet dışı bırakıldı. Kaptan İhya Görgün idaresinde Haliç’e girdi ve Camialtı Tersanesi önüne demirledi ta ki 1950 yılına kadar orada kaldı. Bunca yıl ayakta kalmasını bir savaş gemisi kadar sağlam olan teknesine borçluydu İkinci Dünya Savaşının o karalık günlerini Haliç’te bağlı olarak geçiren Gülcemal 75 yaşında iken sökülmek üzere 1950 yılında İtalyan’lara satıldı.
Rıfat Ilgaz şöyle anlatıyor Gülcemal’i; "Bu vapurlar, Karadeniz’de İstanbul’dan Trabzon’a kadar gider ve tekrar geri dönerdi ve hemen hemen her limana uğrardı. İstanbul-Zonguldak-İnebolu-Sinop-Samsun-Ünye-Ordu-Giresun ve Trabzon’a kadar gider her limanda yolcu indirir, yük indirir ve yük ve yolcu alırdı. Sonra tekrar Trabzon’dan başlar geriye dönerek daha önce uğradığı limanlara tekrar uğrardı. Ünye’de bu yükleme ve boşaltma iki-üç saat kadar sürerdi. Ünye’den yolcu ve esnafın İstanbul’a gönderdiği, fındık, kendir, fasulye, mısır, elma ve benzeri şeyleri alırdı. Bu vapurlardan en meşhuru, benim yetişemediğim fakat adını çok duyduğum Gülcemal vapuru idi. Hatta Ünye’de bir deyim vardır, “Sakın Gülcemal vapuru gibi her yere uğramadan git gel” derler"
Gülcemal, halk arasında o kadar sevilmiştir ki, sanki efsaneleşmiş gibiydi. Karadeniz’de pek çok kişi, bu geminin bazı hastalıkları iyi edeceğine inanmaya başlamıştı. Rize’ye gelip de açıkta demirlediği zaman bazı kimselerin hastalarını tedavi etmek amacıyla onları bir kayığa bindirerek Gülcemal’in çevresinde yedi kez dolaştırdıkları anlatılır.
Böyle bir tarih niçin satılır ? Neyse..O kısma girersek çıkamayacağız. Biz şiirlere gelelim.
BEDRİ Rahmi Eyüpoğlu ‘’ İSTANBUL DESTANI’’ Adlı şiirinde şöyle diyor:
İstanbul deyince aklıma martı gelir.
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık, yarısı kuş.
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir,
Bir varmış, bir yokmuş.
İstanbul deyince aklıma GÜLCEMAL gelir,
Anadolu’da, toprak damlı bir evde,
GÜLCEMAL üstüne türküler söylenir.
Süt akar cümle musluklarından,
Direklerinde güller tomurcuklanır.
Anadolu’da, toprak damlı bir evde çocukluğum,
GÜLCEMAL’le gider İstanbul’a,
GÜLCEMAL’le gelir.
Orhan Veli de şunları söylüyor: ‘’ Sakal ‘’ Adlı şiirinde:
Hangimiz bilir, benim kadar,
Karpuzdan fener yapmasını;
Sedefli hançerle, üstüne,
GÜLCEMAL resmi çizmesini;
Sunay Akın ise "GÜLCEMAL" ile Cemal Süreyya’yı ortaklaştırmıştır adeta şiirinde;
Buz dağına çarptın mı bilmiyorum
Ama Titanik
Gibi oldu batışın
Bir sen vardın çünkü
Şiirin dört bacalı şiiri
Dalgaların kıyıya vurduğu
Eşyalarını toplama telaşında
İmgenin derin sularında
Nefesleri yetmeyen lodosçular
Bir gemi gibi batmak
Yakışırdı sonuna
Filikaya biniş sırasına benzeyen yaşantının
Önce çocuklar
Ve kadınlar
GÜLCEMAL vapurunu hiç görmedim ama
Tanıdığım Cemal gül idi...
Erdal Ceyhan Şunları yazmış:
GÜLCEMAL geçiyor gözümün önünden
Geçip gidip Boğaza dalıyor.
Arkasından bir sürü martılar
Bir ilk yaz sisi
Ve bir sürü gözyaşları.
Nereye böyle nazlı gemi?
Toplayarak geçmişin bütün izlerini
Bordasına yığarak anıları ve acıları
Daldın yine boğazın karanlık sularına
Nereye böyle yine
Yine Beykoz’daki evine mi?
Görüyorum gidiyorsun bütün güzelliğinle
Ey GÜLCEMAL!
Adınla yaşa emi! geçmişin bülbülleri
Çamlıca tepesinden seni gözlüyor
Türküler söylüyorlar, seni seviyorlar
Ey nazlı gemi.. Ey hayalet gemi
Geçmişte bıraktık bütün gidenleri..
GÜLCEMAL…
Adınla çok yaşa emi!
Ve Karadenizliler der ki:
Gülcemal dedukleri
Denizi elekleyi
Bacalari dumanli
Kıyılari bekleyi
Oy Gülcemal Gülcemal
Savruluyi dumanın
Aldın gittin yarumi
Yoktur senin imanın
Ah Gülcemal Gülcemal
Dört tane direğin var
Aldın benim babamı
Ne hain yüreğin var
Geminin direği yok
İçinde gezeni yok
Türkiye’yi hep gezdim
Babandan güzeli yok
Gemi gelir yan verir
Şehirlere can verir
Benim yarimi gören
Ayak üstü can verir
Gemi geliyor gemi
Dört direkli olacak
Benle sevdalık eden
Çok yürekli olacak
YORUMLAR
Değerli hocam, dünyanın bu kadar küçülmediği, yani mesafelerin bu kadar kısalmadığı zamanlarda, bizi işimize, ekmeğimize, umutlarımıza, özlemlerimize kavuşturan trenlerin, gemilerin bambaşka anlamlılıklar taşımasını anlamak, en son kuşak için çok zor olabilir, sanıyorum...
Hatta, yabancılaşmaktan dolayı cep telefonunun bile anlamlılığının kolayca tartışma konusu yapılabileceği zamanımızda, en son kuşağın, trenlerin ve gemilerin simgelediği gurbetliği, hasretliği hissedememesi gibi insani bir soruna (?) sahip olduğu düşünülebilir...
Dolayısıyla, "Şimdiki kuşak çok şanslı" anlayışının pek de isabetli olmadığına inanılabilir...
Kimbilir, aşkın da piç edilmesinde bu durumun payı söz konusu edilebilir...
Güzel bir yazı, değerli hocam...
Selam ve saygılarımla.
Bu günlerde, Trabzon sahiline çok büyük bir reaksiyon alanı inşa ediliyor deniz doldurularak. Projeleri de var bende ama, burada yayınlayamıyorum doğal olarak. Yat limanları, gezi adaları, eğlence yerleri... Yaklaşık 4-5 km uzunluğunda bir sahil dolgusu üzerine kuruluyor.
Ve,
bu gezinti, eğlence alanının ismi ''Gülcemal'' olarak belirlendi.
İşte bu kadar büyük bir sevgisi vardır o geminin Trabzon insanı üzerinde.
Yani,
sevenler öldü gitti,
torunlarına aktarmayı unutmadılar o sevgiyi.
Zevkle okudum bu güzel yazınızı hocam.
yazı çok güzel Hocam
hele başlık şahane:))
arşiv eskilerden beri karışık benim ama Züleyha başka yakışıyor aşka:)
şaka bir yana bu gemiler konusu hep ilgimi çekmiştir
Bandırma vapurunun son hali
özellikle meşhur Nusret mayın gemisinin Tarsus'ta son bulan hazin hikayesi
Tarsus belediye başkanı arkadaşım anlatmıştı uzun uzun inanamamıştım
aslına uygun restore ettiler en son sanırım
koca bir vefasızlık örneğidir Nusret mayın gemisinin hikayesi
tarihimize bile sahip çıkamıyoruz
geçmişi olmayan milletlerin geleceği de olmaz derler
yazı çok güzeldi her zaman ki gibi
en içten saygı ve sevgilerimle Hocam
var olun siz
geceniz ışıklı ola...
Sesli güldüm Sayın Hocam yazınızın girişindeki cümlelere
Ooo sitedekiler ne ki;
asıl arşivini görün bir de. Laf aramızda Züleyha dan başka isimler de var şiirlerinde:))) Ama en çok Züleyha. Bir de yazılarını okusanız var ya vay be dersiniz:))))))
hocam Türkün gücünü gösteriyor dünyaya.
Gelelim Gülcemal'e ve onunla ilgili yazınıza. Vallahi uykusuzluğumun müsebbibi sizin yazılarınız öncelikle onu belirteyim. Öyle güzeller ki sırf dünyadan uzaklaşmak için bile defalarca okunacak cinsten
yazıyı tamamlayınca
vay be diyorum ne aşklar varmış
uçurumunu cennet zannedip
ateşini közünden seven
Karadenizi iyi bilen biri olarak Gülcemali hiç böyle keyifli dinlememiştim
Var olun e mi
saygı, sevgi ve selam ile
Sami Hocam,az bilinen bir konuya yer vermeniz güzel olmuş.Gülcemal Vapuru "Dedemin İnsanları" filminin de önemli bir aracıydı.
Girit'ten İzmir'e mülteci taşırken...İyi geceler.