Bir HAYIR İle ABD'nin Kaderinini Değiştiren Kadın Rosa Parks
Bir HAYIR İle ABD’nin Kaderinini Değiştiren Kadın Rosa Parks
Tarihten ders çıkartarak HAYIR deme hakkımız varken HAYIR demenin ne kadar önemli olduğunun farkına varın. Yoksa bir daha HAYIR deme şansınız olmayabilir.
Bu hikayeyi okudukça özgür sandığınız ve aslında hiç özgür olmayan ABD’nin kirli geçmişine tanıklık edeceksiniz.
Tarih 1 Aralık 1955 günlerden perşembe Alabama’nın Montgomery şehrinde, 42 yaşındaki siyahi çelimsiz bir kadın terzi, şehir fuarındaki işinden akşam saat 6’da çıktı. Çok yorgundu ve tek istediği bir an önce evine ulaşmaktı. Belediye otobüsünün ortasındaki ‘değişken’ statülü koltuklardan birine oturdu. O yıllarda otobüslerde bir ırkçılık ve ayrımcılık ön plandaydı. Montgomery belediye otobüslerindeki ilk 4 sıra koltuklar, derisi beyaz olan yolculara aitti. Siyah derili insanlar, belediye otobüslerinin yolcularının toplamda yüzde 75’ini oluşturmalarına rağmen, onlara otobüslerin en arka koltukları ayrılmıştı.
Ortadaki değişken statülü koltuklarsa beyazların sıraları doluncaya kadar siyahların da oturabilecekleri koltuklardı. Beyaz sıralar dolduğunda ya da şoför istediğinde siyahlar oturdukları bu koltukları boşaltıp daha arkaya geçmek zorundaydılar. Eğer arkada da yer yoksa ayakta durmaları, eğer ayakta duracakları yer de yoksa otobüsten inip bir sonrakini beklemeleri gerekiyordu. Bir diğer kurala göre ise siyah yolcular beyazlar ile aynı sırada bir koltukta da oturamazdı. Dolayısıyla, otobüs şoförü, 4’cü sırada duran ‘colored (siyahlar)’ işaretini gerekli gördüğünde otobüsün arka sıralarına doğru götürme yetkisine sahipti. Ve yine eğer otobüsün ön sıralarında beyaz yolcular oturmuşsa, siyah yolcunun ön kapıdan girip şoföre parasını ödedikten sonra tekrar inerek arka kapıdan binmesi de bir başka kuraldı. Siyahların çoğu bu kanunlardan şikayetçiydi lakin kimse ses çıkartamıyor HAYIR diyerek bu bozuk düzene karşı gelemiyordu.
Aslında, Rosa Parks bu ayrımcılığın neden olduğu aşağılanma duygusunu artık taşımakta zorlanıyordu. Sonradan, ‘’Otobüslerdeki bu muameleye direnişim 1 Aralık günü başlamadı. Montgomery’de otobüse binmek yerine işe yürüyerek gidip geldiğim çoktur’’ diye anlatacaktı.
Parks bir gün otobüse binip ücretini ödediğinde, James Blake adlı şoför inip arka kapıdan binmesini ister. Otobüsten inen Parks, arka kapıdan binmez ve bir sonraki otobüsü bekler. Bir daha da şoförün Blake olduğunu gördüğü hiçbir zaman otobüse binmez. Ancak 1 Aralık 1955 günü çok yorgundur ve şoförün de Blake olduğunu baştan farketmemiştir.
Bazı beyaz yolcular ayakta kalınca şoför yerinden kalkıp arkaya doğru yürüyerek, değişken statülü koltuklardaki siyahlara ‘kalkın’ şeklinde bir el işareti yaptı. ‘’Şoförün yaklaştığını görünce renkli bedenimi, elbiselerimin içine adeta gömmeye çalıştım’’ diye anlatıyor o anı. Şoförün uyarısı üzerine değişken statülü koltukların ilk sırasındaki, üçü de erkek olan diğer siyah yolcular kalkarak arkaya yöneldi.
Rosa Parks’ın yanında cam kenarında oturan erkek yolcu da kalktı. Rosa Parks da hareketlendi ancak kamu düzeninin aksi tarafına… Cam kenarındaki koltuğa kaydı ve artık yorgunluktan bitkin düşmüş bir insana özgü kayıtsızlıkla, hiç hesapsız hiç plansız şoförün gözlerine bakmaya başladı.
Herkes büyük bir şok yaşıyordu. Kamu düzeni tehdit altındaydı. Blake, ‘neden kalkmıyorsun?’ diye kızgınlıkla sordu. Parks, insanlığa yakışan yanıtı verdi:’HAYIR KALKMIYORUM ‘Çünkü kalkıp yerimi bir başkasına vermem gerektiğine inanmıyorum.’ der.
Siyahi çelimsiz bir kadın Amerikan tarihini değiştirecek bir kıvılcım yakmıştı. Ama kimse bunu başlarda farkedemedi. ‘’İnsanlar, benim o gün çok yorgun olduğum için koltuğumdan kalkmayı reddettiğimi söyleyip duruyorlar. Doğru, yorgundum ama sebep bu değildi. İş günü olmasının fiziksel yorgunluğu değildi bu. Yaşlı da değildim, 42 yaşındaydım. Çok yorgundum. Sürekli haksızlığa uğramaktan ve bunu kabullenmekten yorgundum’’
Şoför otobüsü durdurdu ve polis çağırdı. Rosa Parks tutuklandı. Otobüsten indirilirken, kendisini çekiştiren polise, ‘neden beni itip kakıyorsunuz?’ diye sordu. Polis devlet adına konuştu: ‘Bilmiyorum. Yasa yasadır ve sen de bir tutuklusun’. Rosa Parks, ‘’tutuklanırken tek bildiğim, bir daha asla bu aşağılamayı kabullenmeyeceğim ve bu utancın yolcusu olmayacağımdı’’ diye hatırlıyor.
Yıllar sonra 1992 yılında aynen şunları söylemiştir Parks "Aşağılanmak istemiyordum. Parasını ödediğim koltuktan kaldırılmak istemiyordum. Tutuklanmak gibi hevesim yoktu. Zaten işim başımdan aşkındı. Ancak o yol ayrımına gelince, direnişi seçmekte tereddüt etmedim. Çünkü buna artık yeterince katlandığımızı hissettim. Ne kadar taviz versek, ne kadar sussak, baskı da aynı oranda artıyordu."
Parks’ın tutuklanması ilk başta pek dikkat çekmedi. Parks’ı o dönemlerde genç bir adam olan ve Parks’ın özgürlüğüne kavuşmasının ardından beraber mücadele edecekleri Martin Luther King hapishanede ziyaret etti. Siyah hakları aktivist organizasyonu NAACP’nin Montgomery şubesi başkanı sendikacı Edgar Nixon ve Parks’ın bir arkadaşının 100 dolarlık kefaleti ceplerinden ödemesi üzerine Cuma akşamı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Nixon, Cuma günü Kadınların Politik Konseyi üyesi ve Alabama Eyalet Üniversitesi profesörü Jo Ann Robinson’u konudan haberdar etti. Robinson, harekete geçmeye karar verdi ve aynı gece hiç uyumayarak 35 bin el ilanı hazırlayarak Montgomery halkını otobüsleri boykot etmeye çağırdı.
Kadınların Politik Konseyi (WPC), boykota destek veren ilk grup oldu. 4 Aralık Pazar günü şehirdeki küçük siyah kiliselerde otobüs boykotu eylemi hakkında çağrılar yapıldı. Montgomery Advertiser gazetesi de habere ilk sayfasında yer verince eylem bütün şehirde duyuldu. O gece kiliselerde yapılan toplantılarda alınan karara göre, ‘insani muamele görünceye, siyahi şoförler de işe alınıncaya, ve ortadaki değişken statülü koltuklara ‘ilk gelen oturur’ statüsü verilinceye kadar’ boykota devam kararı aldılar.
5 Aralık Pazartesi günü Rosa Parks mahkemeye çıkarken, Montgomery tarihinin en önemli gününü yaşıyordu. Şehirde o gün yağmur yağıyordu ancak nerdeyse bütün siyahlar boykota katılıyordu. Bazıları özel arabalarıyla taşıyabildiği kadar siyahı taşıyordu. En az 40 bin belediye otobüsü yolcusu o gün yürüyerek gitti işine. Bazıları 32 kilometrelik yolu yürüdü ama yine de belediye otobüsüne binmedi.
Boykot başarılı olmuştu ve şehirde bir duyarlılık oluşturmuştu. O akşam aralarında Rosa Parks’ın da olduğu bir grup aktivist, Mt Zion kilisesinde bir araya gelerek sonraki adımlarını tartıştılar. Montgomery Improvement Association adlı bir birlik oluşturmayı kararlaştırdılar. Başkanlığına, Dexter Avenue Baptist Kilisesinin o günlerde 26 yaşındaki genç vaizi Martin Luther King Jr. seçildi. Ve boykota devam kararı alındı.
Rosa Parks o gün mahkemece, kamu düzenine itaatsizlikten 14 dolar para cezasına çarptırıldı. Associated Press haber ajansı da o gün ilk kez konuyla ilgili haber geçince, olay bütün ülkede duyuldu. 7 Aralık günü J. Edgar Hoover‘ın FBI’ı,Montgomery’de ajitatör ve provokatörlerin huzuru bozmak için faaliyet içinde olduğunu ilk kez resmi kayıtlarına geçirdi ve Hoover’ın Martin Luther King’e karşı takıntısı başladı.
Şehirdeki siyahlar tam 381 gün boyunca otobüslere binmediler. İşlerine okullarına yürüdüler. Siyahlar buldukları her özel araçla, belediye otobüsü bilet fiyatına yolcu taşımaya başladılar. Bazı beyaz ev kadınları da arabalarıyla destek verdi. Belediye otobüslerini işleten şirket büyük maddi zarar yaşadı. Bazı otobüsleri adeta çürüdü.
Şehirde öfkeler yükselmeye başlar ve siyahilerin bindiği otobüsler yakılır Martin Luther King’in evine bomba atılır. Bombadan sonra evinin önüne toplanan yüzlerce öfkeli siyaha hitaben yaptığı konuşmada, ‘Buraya silahıyla gelen varsa evine götürsün. Silahı olmayan silah edinme peşinde olmasın. Şiddete şiddetsizlikle karşılık vereceğiz. Beni durdursalar bile bu hareket durmayacak‘ şeklinde konuşarak sivil haklar hareketinin bir şiddetsiz direniş karakterine bürünmesini sağladı. King boykot süresince defalarca tutuklandı, baskı gördü. Bütün bunlar ulusal medyanın dikkatini Montgomery’e çekti. Bir defasında King tutuklanırken gazetecilere, ‘suçumla gurur duyuyorum‘ dedi. Beyaz çeteler, işe yürüyerek giden siyahlara saldırmaya başladı. Bazılarını linç ettiler. Ancak siyahlar boykota devam etti.
ABD Yüksek Mahkemesi’nin 1956 yılı Aralık ayı başında, benzeri bir başka dava kapsamında (Browder v. Gayle) ırk ayrımcılığını yasaklayan içtihadının zoruyla, Montgomery’deki belediye otobüslerinde de ayrımcılık kalktı. Montgomeryli siyahlar otobüs boykotunu 20 Aralık 1956 günü sona erdirdiler. Eylem başarıya ulaşmıştı. Beyaz ırkçıların tepkisi sert oldu. King’in evine saldırdılar. Otobüslere silahlı saldırılar gerçekleştirdiler. Siyahları dövdüler. Ancak, devran dönmüştü artık.
King’in, 28 Ağustos 1963’te 200 bin kişiye hitap ettiği Lincoln Anıtı’nda, 24 Agustos günü yapılan gösteriye 150 bine yakın kişi katıldı.
Martin Luther King’in liderliğinde devam eden sivil haklar hareketi, 1964 yılında Sivil Haklar Yasasının çıkmasını sağladı.
Rosa Parks, 1957’de ölüm tehditleri ve beyazların ona iş vermemesi nedeniyle önce Virginia’ya bir yıl sonra da ölünceye kadar yaşayacağı Detroit’e taşındı. Bir yandan çalışmaya bir yandan da sivil haklar hareketinde mücadelesine devam etti. 24 Ekim 2005 günü 92 yaşında hayatını kaybetti.
‘’Kimse, bardağın dolması kuralını bilmeden Rosa Parks’ın eylemini anlayamaz. An gelir insan artık yeter der, daha fazlasını kaldıramam der ve taşar.’
Bu konu ile bağlantılı olduğu için Martin Luther King’in 1963 de 200 amerikalıya hitap ettiği Lincoln Anıtında yaptığı ’Benim Bir Hayalim Var’ adlı konuşma metninide burada yayınlamanın faydalı olacağıni düşünüyorum.
Tarihten ders çıkartarak HAYIR deme hakkımız varken HAYIR demenin ne kadar önemli olduğunun farkına varın. Yoksa bir daha HAYIR deme şansınız olmayabilir.
’Benim bir hayalim var’
Bugün size diyorum ki, dostlarım, şu ânın getirdiği güçlüklere ve engellemelere rağmen bir rüyam var benim. Amerikan rüyasına derinden kök salmış bir rüyadır bu.
Bir rüyam var. Gün gelecek, bu ulus ayağa kalkıp kendi inancını gerçek anlamıyla yaşayacak. "Şunu kendinden menkul bir gerçek kabul ederiz ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır."
Bir rüyam var. Gün gelecek, eski kölelerin evlâtlarıyla eski köle sahiplerinin evlâtları, Georgia’nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasına birlikte oturacaklar.
Bir rüyam var. Gün gelecek, Mississippi eyaleti bile, adaletsizliğin ve baskıların sıcağıyla bunalıp çölleşmiş olan o eyalet bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek.
Bir rüyam var. Gün gelecek, dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerine göre değerlendirildikleri bir ülkede yaşayacaklar.
Bugün bir rüyam var benim.
Bir rüyam var. Gün gelecek, Alabama eyaleti, valisinin ağzından hep müdahale etme ve izin vermeme yönünde sözler dökülen o eyalet, küçük siyah oğlanlarla küçük siyah kızların, küçük beyaz oğlanlar ve küçük beyaz kızlarla el ele tutuşup kardeşçe birlikte yürüdüğü bir yere dönüşecek.
Bugün bir rüyam var benim.
Bir rüyam var. Gün gelecek, bütün vadiler yükselip bütün tepeler ve dağlar alçalacak, engebeli yerler düzlük yapılıp, girintilerle çıkıntılar düzleşecek ve Allah’ın şanı yeryüzüne inecek, bütün canlar hep birlikte görecek onu.
Bizim umudumuzdur bu. Güneye dönüşümde içimde taşıyacağım inançtır. İşte bu inanç sayesinde umutsuzluk dağını yontup bir umut anıtı yaratacağız. Ulusumuzu saran âhenksiz bağırtıları, bu inanç sayesinde güzel bir kardeşlik senfonisine dönüştüreceğiz. Bu inanç sayesinde bir gün özgür olacağımızı bilerek hep beraber çalışacak, hep beraber dua edecek, hep beraber mücadele edecek, hep beraber hapse düşecek, özgürlük için hep beraber ayağa kalkacağız.
İşte o gün Yüce Allah’ın bütün kulları, yepyeni bir anlamla söyleyecekler bu ilâhîyi:
Benim ülkem, senin ülken
Özgürlüğün güzel yurdu,
İşte söylüyorum sana:
Atalarımın öldüğü toprak burası,
Şehitlerin gururu olan toprak,
Her bir dağın yamacından,
Özgürlük yankılanacak.
Ve eğer büyük bir ulus olacaksa Amerika, bunun gerçekleşmesi şarttır. Öyleyse New Hampshire’in dev tepelerinden yankılansın özgürlük. New York’un ulu dağlarından özgürlük yankılansın...
Her bir dağın yamacından yankılansın özgürlük.
Özgürlüğün yankılanmasını sağladığımızda, her kasabadan ve köyden, her eyaletten ve kentten özgürlüğün yankısını duyduğumuzda, o gün yakın demektir ve o gün Allah’ın bütün kulları, siyahlar ve beyazlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Budistler el ele tutuşup siyahların eski bir ilâhîsini söyleyecekler:
Sonunda özgürüz! Sonunda özgürüz!
Şükürler olsun Ya Rabbim!
Sonunda hepimiz özgürüz!
20 Nisan 2013 Heidelberg