- 970 Okunma
- 7 Yorum
- 2 Beğeni
BİR EFSANE DE BENDEN OLSUN ( KÂFİ BABA )
Bu sitenin en güçlü kalemlerinden ve benim nazarımda ey iyi şairlerinden biri olan Aşkar, geçenlerde ‘’ Hayır’’ başlıklı ama şu meşhur ‘’Evet- Hayır’’ olayı ile hiç alakası olmayan bir yazı yazmıştı. O yazıya yorum olarak da Ezrak Rahel arkadaşımız ‘’ Munzur Efsanesi’’ ni anlatırken Gule adlı arkadaşımız ise ‘’Düzgün Baba efsanesini’’ anlatmıştı.
Her iki efsane de oldukça güzeldi. Arkadaşlara hitaben ‘’ Bu gibi güzel yazıları bir yazının yorumu olarak yazmaktansa kendi sayfanızda paylaşın ki daha çok okuyucuya ulaşsın’’ Dediğimde cevaben ‘’ Hocam..Tarihçi olan sensin. Biz bu tür konuları senin kaleminden okumayı seviyoruz’’ Diyerek bir yerde üzerime bir görev yüklediler.
Madem öyle o halde buyurun.
Yıl 1999…
Eşim ile ( Şimdi artık eski eşim ) ilk tanıştığımız yer olan Antalya’nın Finike ilçesindeyiz. Aylardan Mayıs ve günlerden Hıdırellez. Daha baharın ortalarında olmamıza rağmen ortalık cayır cayır yanıyor adeta.
Kayınbirader. ‘’ Haydi hep beraber pikniğe gidelim. Sizi öyle bir yere götüreceğim ki orada hem buz gibi bir su, hem de yemyeşil ve gölgesi serin ağaçlar var. Ayrıca bir de evliya türbesi var. Böylece hem türbe ziyareti yapmış oluruz hem de güzel bir gün geçiririz’’ deyince bu teklife hayır demek olmazdı tabii ki.
Derken efendim Finike ilçesinin Turunçova beldesi üzerinden yola revan olarak gele gele cennet gibi bir yere geldik.
Gerçekten de önünden buz gibi bir derenin aktığı, derenin kenarında da türbe olan bir yerdi.
Arabadan inmeden kayınbiradere sordum:
- Harun..Kimin Türbesi bu?
Harun bilmiyordu. ‘’Bilmiyorum ama büyük bir evliyanın türbesiymiş. Bu yörede herkes , bir dileği olduğunda bu türbeye gelir’’ dedi.
Arabadan inince hemen o buz gibi suyla güzelce bir abdest alıp türbeye yöneldim. Dışarıda Osmanlıca bir kitabe vardı. Kitabeyi okuyunca gördüm ki türbe ‘’ Kafi Baba ‘’Adında bir erenin türbesiymiş.
Neyse..Türbede iki rekat namaz kıldıktan sonra gördüm ki türbenin içinde bu günkü Türkçe ile kısa bir açıklama da vardı ama yine de Kafi Baba’nın kim olduğu hakkında öyle fazla bir malumat yoktu.
Türbe içinde Kafi Baba hakkında fazla malumat yok diye işin ucunu bırakacak değildim elbette. Ama o an için orada yapabileceğim bir şey de yoktu.
Az sonra kalabalık bir grup geldi türbeye…Arabalarından iner inmez özellikle gençler o buz gibi suya atlamaya başladılar. Sonra bir yemek telaşı başladı. Yemek dediğim bizimki gibi domates- peynir ekmek değil. Belli ki kurban kesmişlerdi. Yanlarında getirdikleri sini sini etleri pişirmeye başladılar. Bu arada türbe içinde bizden farklı olarak türküler söylemeye başlayınca anladım ki bu vatandaşlar Alevi idiler.
Zaten bir türbe’de ‘’Baba, Dede, Abdal ‘’ gibi sıfatlar varsa o türbe %99 bir Alevi dervişinin ya da büyüğünün türbesidir. Ama ne güzeldir ki bizim halkımız o konuda bir ayırım yapmaz. Bizler Sünni olduğumuz halde o türbe bizim için de değerli, orada yatan Kafi Baba bizim için de kıymetli idi.
1999 senesinin Hıdırellezinde Alevi kardeşlerimizle gönül gönüle, birlik ve beraberlik içinde Türk’e has bir bayram kutluyorduk neşe içinde.
Daha sonra araştırmaya başladım. Kimdi Kafi Baba? Asıl adı neydi? Ona niçin Kafi Baba demişlerdi?
İşte bulabildiğim tüm bilgiler:
Kafi Baba hakkında pek çok rivayetler var: Mesela onun -türbesi Finike’de olan- ve Hacı Bektaş-ı Veli’den sonra Alevi dünyasının ikinci büyük pîri kabul edilen Abdal Musa’nın Dervişlerinden olduğunu söyleyen de var, Abdal Musa ile aynı dönemde yaşamış olmalarının imkansız olduğunu, yaşamış olsalar bile Kafi Baba’nın, Abdal Musa’yı en fazla on dört- on beş yaşındayken tanımış olabileceğini söyleyen de.
Türbenin bulunduğu yer?
Orayı ilk önce Abdal Musa’nın kurduğu, sonra kendisinin Elmalı’ya çekildiği ve Kafi Baba Türbesi olarak bildiğimiz o dergahın daha sonraları Kafi Baba tarafından kullanıldığı söyleniyor.
Kafi Baba’nın asıl adına gelince:
Kafi Baba’nın asıl adı Muhammed Nidai Kasım imiş. Asıl Memleketi Alanya imiş. Ne zaman dünyaya geldiği bilinmemekle beraber 1454 yılında vefat ettiği ( Alevi deyişiyle ‘’ Hakka Yürüdüğü ) tahmin ediliyor.
Yani 1326 yılında Bursa’nın fethine katılıp 1370 de Hakka yürüyen Abdal Musa ile tanışıyor olma ihtimali oldukça az olsa da efsanelerde ikisini bir arada görmekteyiz genel olarak.
Şimdi gelelim Muhammed Nidai Kasım’ın nasıl Kafi Baba olduğu ile ilgili efsanelere.
1. EFSANE:
Muhammed Nidai Kasım, Hasan Sabbah’ın yazdığı Batıni Kur’an tefsirine ilişkin olarak tamamen Hurufi ögelerle süslenmiş olan ‘’Maarifetname-i Kaf u Nun’’ adlı bir eser yazar. İşte yazdığı bu eserden dolayı da ona daha sonraları Kafi Baba denir. ( Kaf u Nundan dolayı…)
2. EFSANE:
Kâfi Baba Abdal Musa’nın kırk dervişinden biridir. Abdal Musa kırk dervişini Kaygusuz Abdal’ın emrine vererek Mısır’a gönderir.
O dönemler Mısır sultanının verem olmuş bir kız evladı vardır. Sultan, Kaygusuz Abdal’dan yardım ister. Bunun üzerine Kaygusuz Abdal yanında getirdiği dervişlerden olan Nida-i Kasım’ı görevlendirir. Kasım Derviş, hastaya nefes ve nazar eyleyerek kısa zamanda sağlığına kavuşturur.
Bu kerametten etkilenen Mısır Sultanı, Kasım Derviş’ten bir dileği olup, olmadığını sorar. Kasım Derviş kuşağından nefir’ini[*] çıkarıp, ‘’Sultanım fazla bir talebim yok, şu Nefir’i dolduracak kadar yağ verirseniz(bazı menkıbelerde pirinç olarak da geçer) yeterli bulunur’’ der.
Mısır sultanı bu isteği küçümseyerek Mısır’ın bir yıllık yağ stokunu boşaltmasına rağmen, nefir’in dolmadığını görünce panik içinde seslenir:’’Kâfi Derviş, Kâfi’’.Bunun üzerine Kasım Derviş Nefir’i kuşağına yeniden takar. Ancak o gün, bu gündür ismi Kâfi Baba şeklinde anılır olur.
[*] Nefir: Bektaşilik’te mücerret dervişlerin kutsal emanetlerindendir. İki tarafı huni şeklinde, genellikle geyik boynuzundan delikli bir boru olup, bir ağzı Hz. Ali’nin kılıcına benzer şekilde çataldır ve üflendiğinde ‘’Hü’’ sesi çıkarır. İsrafil’in emaneti addedilir. Yuf borusu da denir.
3. EFSANE:
Abdal Musa bir gün etrafında bulunanlara nasip dağıtır. Daha sonra oturup eli ile ocağı karıştırır. Abdal Kâfi(Kâfi Baba) ‘’Sultanım, elin yanmaz mı? Kafi değil mi?’’ Der. Bunun üzerine Abdal Musa birçok kimsenin bildiği şu cümleyi söyler:
“Abdallarız, fetalarız, üryanlarız, büryanlarız!”
Bu arada da Nidai Kasım olan adı Kafi Baba oluverir.
Abdal Kâfi “Acaba bu sultan hangi soya bağlıdır?” der. Abdal Musa Sultan Şu karşılığı verir:
“Kim ne bilir bizi nice soydanız
Ne zerrece oddan ne de sudanız
Bizim meftunumuz marifet söyler
Biz Horasan mülkündeki boydanız
Yedi deniz bizim keşkülümüzde*
Hacım umman ise biz de göldeniz
Hızır-ü İlyas bizim yoldaşımızdır.
Ne zerrece günden ne hod aydanız
Yedi tamu bize nevbahar oldu.
Sekiz uçman içindeki köydeniz.
Bizim zahmımıza merhem bulunmaz.
Biz kader okunda gizli yaydanız
Tur’da Musa durup münacat eyler.
Neslimizi sorar isen HOY danız.
Abdal Musa oldum geldim cihana.
Arif anlar bizi nice soydanız
*Keşkül:Dervişlerin kullandığı yemek kabı
Kâfi Baba dergâhı ya da Abdal Musa Sultanın ilk dergâhını kurduğu yerde Cumhuriyet dönemine kadar kesintili de olsa postnişinler hizmetlerini sürdürmüşlerdir. Kâfi Baba Dergâhı Evkaf kayıtlarında Finike Nakşibendî dergâhı olarak kaydedilmiştir. 1826 yılında II. Mahmut tarafından faaliyetleri men edilen ancak askeri amaçlar nedeniyle fiziksel tahribata uğramayan dergâh, Kıbrıs Bektaşi Dergâhlarından gelen Dervişlerin ilk konaklama mekânı olmuş,1863 yılında Sultan Abdülaziz tarafından yeniden Bektaşiliğe devrolunduğunda Postnişinliğine Seyyid Nebi Dedebaba tarafından, Kadiri tarikatı kökenli Belgrad’lı Yaşar Agahi Baba görevlendirilir.
Kâfi Baba dergâhı postnişinliği, 1912 yılında Balkan Harbi ve İttihat Terakki Cemiyetinin bu dergâhı askeri amaçlar için kullanması dolayısıyla Cumhuriyetin kuruluşuna kadar boş kalmış ve bu dergâha hizmet, Abdal Musa Dergâhı’ndan yapılmıştır.
Kâfi Baba Dergâhında kısa bir süre postnişinlik yapan, Abdal Musa Dergâhında bir su kaynağı bularak buraya kuyu açtıran(halk arasında bugün ‘’Zemzem Suyu’’ denilir) aslen Sivaslı olan ve 1821 de hakka yürüyen ve kabri Abdal Musa Dergâhı’nda bulunan ‘’Seyyid İbrahim Baba‘’ tarafından Kâfi Baba türbesine diktirilen kitabenin metni aşağıdadır: “
Hü Dost
Pir-i sani Hazret-i Abdal Musa hadim-i
Gülşan-i zar içre esrar-ı Hakayık mahremi
Askeri’dir ol şahın devlet-ü eyyamında
Kâfi Baba dirler idi iş bu erin namına
Kaf u Nun” la dile geldi eyledi Hakkel yakiyn
Seyyid İbrahim Dede ol Pişuva’yı müminin
Saye-i Sal mescidinde olmuşum bağdaşnişişn
Tariha’dır şeş cihana padişah-ı dide ban”
NOT: Çok daha fazla ve teferruatlı bilgi almak isteyenler şu linke bakabilir ki ben de bu yazıyı büyük ölçüde o linkten alıntılayarak yazdım:
www.afsinagcasar.com/misafiryazar/gurselGuler/kafi_baba_cem_gazetesi_ilk_hali_23.5.2011.pdf
YORUMLAR
Bakın ne guzel oldu hocam. Sizden bu efsaneyi dinlemek.
Isparta'da görev yaparken gitmistim Kâfi Baba'ya. Sayenizde o günleri bir kez daha yad ettim. Huzur dolu bir mekandı, havanın onca sıcağına rağmen. Orada arkadaşlar kisaca bahsetmislerdi lakin o vakitler böyle etraflıca dinlememistim. Tarihçi olmanın hakkını veriyorsunuz. Ne diyeyim
Var olun
saygı ve selam ile.
öncelikle çok teşekkür ediyorum Hocam sözleriniz için
mahcup ettiniz bizi Eyvallah
evet efsanelerimiz
bir dönem Mem-u Zin efsanesini kaleme almıştım
filmlere konu olan Ağrı Dağı efsanesi
keza efsanelerle büyüyen ve efsanelerle kültürü yoğrulan bir coğrafyanın çocukları olarak
okunmalı ve yeni Türk edebiyatına farklı tarzlarda yazılarak yeniden kazandırılmalı
bu bizden önce tarihi çok iyi bilen Yazarların görevi yani sizin :)
böyle bir emek ve hizmet ne büyük katkılar sağlayacaktır okuyuculara
ve ne kadar kalıcı eserler olacak ne büyük bir hizmet vereceksiniz bu topraklara bilemezsiniz
yazı her zaman ki gibi akıcı ve çok güzeldi dolu dolu bir bilgi hazinesi gibi
varolun siz Hocam
en içten saygı ve sevgilerimle
Başlığı görünce içimden 'heralde Sami Hoca 'mız bi koşu Düzgün Baba'ya, Munzur'a gitti araştırdı geldi başka bir efsaneyi kaleme aldı' diye düşündüm...bizim memlekette bir de arap kızının hikayesi vardır çünkü...ben de alıntılayarak bu hikayeyi izninizle sayfanızda paylaşmak isterim.
"Arap Kızı Dağı Efsanesi
Çok eski zamanlarda Pülümür'de Yaşayan Ali adında yakışıklı ve güçlü bir Türk genci ile Arap soyundan gelme, güzel mi güzel, Yasemin adında esmer bir kız birbirlerine aşık olmuşlar. Bu iki gencin aşkları dillere destan olmuş fakat, aileleri bu gençlerin evlenmelerine izin vermezlermiş. Nihayet Ali ile Yasemin bir gece vakti kaçarak bugünkü Arap Kızı Dağı'na tırmanmışlar. Dağın doruğuna vardıklarında dinlenmeye karar verirler. Bu arada Yasemin ile Ali el ele tutuşmuş vaziyette uyuya kalırlar. Kızın babası Yasemin 'in evde olmadığını fark edince hemen aramaya koyulur.Ay ışığından yararlanarak Ali ile Yasemin' i uyur vaziyette bulur.
Bulduğunda kızına bir el ateş eder ve evine döner. Ali, uyandığında Yasemin 'in taş kesildiğini görür. Bunun üzerine hemen eve gelen Ali, küllerinin Yasemin 'e serpilmesini vasiyet ederek kendisini yakar. Halk arasında Arap Kızı Dağı olarak anılan bu dağa ay ışığında bakıldığında bir kadın silueti görülür."
gerçekten kuzenim bu dağın resmini çekip göstermişti...uzaktan dağın tepesinde bir bayanın yere uzanmış hali görülür...merak edenler google'da arap kızı yazıp resmine bakabilirler ayrıca...
tabi efsane bu ya akıllara bir takım sorular gelebilir...mesela güzeller güzeli Yasemin'in babası kızına bir el ateş ettiğinde yakışıklı ve güçlü gencimiz Ali (ayrıca Ali hakkında verilen bu kadar ayrıntıya gerek var mıydı? diye de soruyor insan ama neyse) o sıra neyle meşguldü acaba?..böyle camış gibi de yatmaz ki insan canım! demezler mi:)...ben diyorum mesela...sürçü lisan ettiysek affola ama aklımdan geçenleri de yazmak zorundayım...
bu hikâye de güzeldi...
teşekkürler bu paylaşım için
Gule tarafından 2/5/2017 6:56:52 PM zamanında düzenlenmiştir.
Kutlarım hocam.....Böyle degerli evliyamızı şahsen ben bilmiyor ve duymamıştım..çok teşekkür ederim...artık okuyamadım diye üzülmüyom...çünkü...SAMİ HOCAM var....bilgi daarcıgımızı ilmek.ilmek dokuyarak güzel bir gül bahçesine çevirdiniz..ALLAHIM size .saglık.huzur.güzel hayırlı yaşam nasip eylesin..ve güllerin göklere güldüyü gül diyarından selamlar..Ellerinizden öpüyorum