- 724 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Güneşe biraz umutla gözlerimi açıyorum 7…
Kocaman dünyanın içindeki yalnızlığım ve tek başınalıkla yaşama asılmışken, düşüncelerimdeki dağınıklık ve kalabalıklarla baş etmeye uğraş veren ıssız ruhumla yaşamın ağır nefesleri alıyorum…
Her şeyin bir sebebi ve çoğunun olmazı varken, kendi düşüncelerimdeki çıkmazlar veya eziklik duygusuna düşmüş yalnızlığımın seslerinin kısıklığı ile kendimi güçlü görmeye çalışıyordum…
Kendi kendime sorularla kime ne için boyun eğmemin huzursuzluğunu yaşıyordum…
Boyun eğmek aslında ruhumun bedenimi sarsmaları ile baş edilemez bir duygu halinde taşınırdı göçmen kuşların barınamazlık yaşamları gibi sahipsizlik hisleri ile kendimi güçsüz hissettikçe, acıma duygularım ile koyu bir çekişme halinde yaşamın dallarına tutunma çabasında idim…
Sevmek kimsesizlik duyguları ile kendini güçlü hissederek sevilenin kalbindeki arenada var olmaya çalışmaktı belki de yüreğinin hızlı vuruşlarından güç alarak…
İşte tam bu duygularının ağır basmalarıydı ki kendimi öksüzleşmiş olarak sadece sevginin varlığına sığınasım…
Sığınmak, belki de aklı başında olarak kabul edilemez bir duyguydu bana göre ama sevmenin içinde sığınmış olarak yaşamak belki de onur duyulacak bir duyguydu…
Yıllarımın yaşanmışlık kısmı ile gelecek yıllarımı da içine alan ben tutku duygusu içinde yaşamak başlarda onur verici bir duygu ve içinde haz duyuları bir yaşamken, bu günlerde düşündükçe baş edilemez çaresizlik yaşamlarıydı sanki…
Sonu hüsran içinde yaşanması dar nefeslere sebep olmuş, zavallılaşılmış bir tutsaklıktı artık…
Zor bir yaşamı yıllara yaymak çok daha zorlaştırıyordu bu duygularla yaşamı. Artık sevmek ve sevilmek duygularını hissetmek bile acı taşıyıcılığına sokuyordu bedeni…
Kaybedilmiş yaşam sevinçleri artık gelecek yaşam korkularına dönüştürüyordu
tüm düşüncelerle bedeni…
Daha ne kadar bu taşımacılık hali devam edecek bu acılarla?
Tükenmek bilmeyen koyu hayal kırıklıkları gün be gün bastırıyordu yaşamı dar zamanlara veya darlık zamanlarına…
Belki de seni ben de sevdim cümlesiydi tutsaklığımın sebebi…
Senin beni sevdiğinden de çok sevmiştim seni…
Bana yarınlardaki yaşamımı sise sokmakla ruhumdaki karanlıkları açtın önüme.
Ve ben bu dehlizde adımladıkça yaşamı, artık saygı yerine öfkem sardı seni kollarıma…
Yaşamı, zar ettin, yaşamı, dar ettin bana derken artık o masum bakışlarındaki tüm saflık yok oldu gözlerimden, sadece şekilsiz bir yüzdeki karanlıklara konuşuyorum…
Artık, sevginin tutsaklığından nefret ederek…
O kadar çok yalnızlık zamanları ile baş başa yaşıyorum ki bu zamanların sonunu cidden merak ediyorum…
Yaşamımın uzun bir bölümü huzur ve mutluluklarım ile eksilip çoğaldı zamanın şartlarına göre…
Garip bir merak bu, sorusunun cevabını kendi kendime bile veremiyorum. “Ne zaman dingin bir yaşam zamanımın başlangıcı olacak?”
Hiçbir şey normal seyrinin rayına oturmadığı yaşam zamanlarında var olurken bile, hâlâ bedenim titreme haline dönüşüyor ve sonu gelmeyen sorularla yaşamanın içinde var olmak artık ardından doğacak bir çok sorularla sür telaş devam ediyor…
Ve uzakların ötesindeki sen…
Gözlerim arkaya arkaya baka baka uzaklara bakan ben…
Yılların sayısı karışmış bir birine, günler, aylar birbirlerini yok saymışken, ben hâlâ seni düşlerken, yarınların yalnızlığına kavuşacak dünlerin yalnızlıkları ile delik deşik bir ruhla ben âlâ sen veya sana çıkacak kaldırım taşlarında düşler kurarak yürüyen ben ki yılların tüm hasretleri omuzlarımda iken yarınlardan nasıl umut kurarken yaşardım, ben…
Dünlerde kalmışken tüm umutlarım yarınlardan huzur beklemek benim umudum mu olurdu?
Yaşamsa eğer elde kalmış bir ömür ve bu günlerden sonra artık gülüşlerimiz de belki tükendi…
Bir yerlerden, yürüyerek bir yerlere giderken, kalabalık bir caddeden geçerken, etrafa yayılan bir parfüm kokusu son yıllarda beni, çıldırasıya öfkelendirip geçmişe götürürken, yaşamdan sert bir yaşam dersi alıyordum…
Caddelere kadar taşınan sen kokusudur, hayatımı zehir eden zamanlara da taşıyan o kokun…
Bu güne kadar düşündüğümden de fazla düşlerimdesin...
Bu gece öyle bir an seç ki, seni düşündüğümü ve dualarımda olduğunu bildirmek istediğim zaman da, o an sen de beni düşle...
Zaman olmayasıya hareketlerin oluştuğu hikâyeleri hep yaşatmıştır insanlara.
Belki bize de aynı anda birbirimizi düşündüğümüz anları hediye eder...
Bu düşüncelerin saati ve de an zamanları yok, gözlerini kapa içinden adımı tekrar et ve sana gülümsediğimi düşle ki o anda ben de aynı hareketi yapıp seni düşleyeceğim...
Hani derdin ya sen beni düşündüğün zamanda, ben seni hissederim diye, işte o zamanı yaşamak istiyorum yılın son saatlerinde veya yeni takvim zamanlarının ilk dakikalarında...
Durgun suya taş atılmış gibi gabarıyor yüreğim, kaç telaş günleri geride kaldı, kaç kendimi öksüzleşmiş hissettim, içimden içime kan fışkırıyor sanki daralıyor için, kabardıkça har düşüyor gözlerime…
Kendini kimsesiz hissetmek ne demektir diye mırıldanıyorum kendime…
Aslında bu yarınsızlık korkusuydu içimden haykırmak istediğim.
Sadece boşa geçmiş bunca sevgi yılına hayıflanıyorum.
Kendi kendime küsüyorum, içimden içime söyleniyorum.
Nasıl bir yaşam artığı bu günler diyorum…
Öfkenin ardına düşen isme bakınıyorum hiç de yabancı değil, bari canımı acıtan yaban olsaydı diyorum…
Acılı bir dudak bükme ile gülümseme, çatışıyor beynimle…
Sonra takvim yaprakları sıralıyorum göz göze göz ardı ederek, yaşamın bahanesi mi olurmuş diyorum…
Sevmeler bahanelere sığar mı diye haykırmak istiyorum kendi kendime boş işler deyip tutunuyorum yüreğimin köprülerine…
Ve acılanıyorum bu kadar geçen yıllardaki düştüğüm zavallı halime… Garip bir rüya ertesi gibi düşünceler bunlar…
Hiç biri birbirine bağımlı değil. Birinin diğerine faydası hiç yok, kırık bir düş zamanları bunlar.
Sanki ayağım kırık gibi düş yorgunluğuna atıyorum kendimi…
Gözlerimi açtığımda sanki kollarınla sakinleştirmek gibi alnımdaki terleri avuçluyor ellerin ıslak ve de soğuk alnımda sen bakışları ile birleşiyor gözlerim…
Acıyorum kendime, acılanıyorum kendimle dünlerin sıcaklığı ter olarak boynumdan aşağı süzülüyor içimde ürpertiler bırakarak…
Seni düşlüyorum, sana koşmak istiyorum.
En hızlısından sana varmak istiyorum, gözlerine kilitlenmek istiyorum gözlerimi…
Dudaklarından düşecek cümleyi düşleyip duruyorum.
Ardından bakışlarım yoruluyor içimdeki cümle boğazıma takılıyor…
Kendime bile diyemiyorum ki sana nasıl söyleneyim de onca yılın hasretini tüketeyim içimden…
Keşke kaybolduğunu duysaydım evrenin ucundan ve sana uğurlar olsun diyebilseydim bu gün…
Geceyi güne, yazı, kışa erteledik, tüm düşler ertesi güne kaldı, tüm düşler sabahlara kaldı umutla yaşayarak, sen canözüm yüreğimin içindeki kan, heyecan, ürpertiler seni düşledim derken yaşam durdu sende....
Bir umuttun sen gidene kaldı kara kışlar bende...
Az biraz sessizliğini dinliyorum, geceye soruyorum seni, yalnız diyor, kendimi soruyorum geceye yapayalnız diyor, garip bir duygu, kendi yalnızlığını unutmuş gece ki yalnızlıkla var olmaya çalışıyor…
Yağmur kara karışarak ıslatıyordu geceyi, üşüyordu kadın gece ile, düşlüyordu adam kadını, üşüyordu oysa, zaman geçmişti gece sonrasına doğru, birkaç cümle vardı gecede birikmiş, oysa kimliksizdi yüzü karanlıktaydı adamın, kadına bakıyordu öksüzleşmiş düşlerle…
Gecenin sonu uzaktı daha, ancak uğramıştı gece yarısı sonrasına, daha düşleyeceği çok gece zamanı vardı, kar düşüyordu ilık soğuk yüzüne adamın, bekliyordu avuçları ısınsın diye, ağlamak, bağrınmak istiyordu geceye, oysa zamanda geçin erkeniydi…
Bu sefer bağırmak istedi adam kadın duyar diye umut ederek, çok yıl kalmıştı arkada geçmiş gecelerle…
Bıraktı kollarını açarak gecenin ucundaki yalnızlığa.
Sonra bir ses düştü geceye, bir of bir düş düştü geceden adama, yalnızlığa alışacaksın der gibi oldu kendine.
Sonra yaslandı duvara, az önce çöktüğü taşın üstünden
Gülümsedi acılanarak, zaman dedi bende karanlıklarla geçti…
Sonra sen sevgi karanlıktasın, belki çok daha kalacaksın bu ıssızlıktan korun dedi korunarak düşle geceler boyu kadınım dediğin saçları kararmışı…
Ve adam kadının gözlerini düşleyip sabahın tanına kadar sessiz seslerin koyusu ile konuşup ağlamak istiyordu kadının omuzlarına...
gece tana uzanıyordu oysa adam susmak istemiyordu...
Oysa gece çıplak bulutlarla ayın kenarından dolaşıyordu, ay kendine parlaktı, yıldızlara eşlik etmekti olduğu zamandan bu ana,
Döner dururdu yaşayanların etrafında, oysa bazıları yaşar gibi göz açık kapıyorlardı zamana,
Durmayasıya geçen zamandı öysa adam donuk bir yaşamın içinde düşlüyordu kadını…
Kadınsa dünyasında var olmak için varlık savaşındaydı… düşledi durdu adamı ve yaşamı…
Ayların sonu yıllara dolandı…
yıllarsa bir ömre duramayasıya döndü zaman ve de hala dönmekte o geceler ve adam konuşmaktan bezmedi geceye…
Geç kaldık yaşama, kaybettiklerimizi özlemekle… Sanki özlem, sadece bir acılanarak avuntu, beklentisiz bir yaşamın demi bu, yaşamdan özlemekle nefes almak…
Kaç yıl ve kaç özlem zamanı, kaç kez çenelerimizi bastıra bastıra ağlama zamanı bu yaşam…
Geride kalanlarla kaybettiklerimiz hep eksildi benle beraber yaşamdan,
kara bir dut dalı bu serpintili yaşamı bekleyen…
Sadece bir düştü bu yaşamın kızarmış tarafı…
Kaç kişiye kaç nedenle ödedik o kadar bedeli?
O kadar acılanan yürek vurgunlarını, kaç kişiden aldık yürek vurgununun vurgununu, yaşamın içinde kaç bedel vardı gözümüzden yaş akıtmaya…
Söylediğimiz tüm sözlerin peşinden koştuğumuz kaç kişi vardı ki o ilk sevdim dediğimizden başka…
Kara bir kışa adadık yaşamın nefeslerini derken adandığımız kimdi ve neredeydi ki soğuk terler akıtırken bedenimize…
Kaç gecenin sabahında sarsıla sarsıla ağladık bu yüzden…
Kızacak veya hırsa sebep olacak kaç kişilikli bir ömür kaldı geride ki yaşama şöyle bir oh diyerek uzanalım…
Yaşam bu sevdiceğim, bu sıraladığım tariflere uyarak acı veren senden başkası olabilir miydi?
Bir düşünsene ki artık baktığım her yerdeki karanlık sen olmaktan kurtar beni…
Karanlığın cama düşmesiyle başlar en uzunundan gece ve uzunundan düşünceler, yıllar günlere bölünür, günler gecelerdeki düşlere ve de düşüncelere...
Arda kalan tüm geçmişin ayrıştırılması yapılır geceden sarkan düşünceler düşer güne…
Gün yine dönüşür ayaz karanlığa…
Bir döngü bu geceden güne sarkan düşüncelerde ve hayat bölünür bu düşüncelerin ayazındaki yalnızlık gecelerine ve çıplak düşüncelerden kalbe düşen sancılarla…
Belki de aslında bir veda gerekti arkada kalan gece sonrası zamana…
Sevgi çarpık bir zaman bölünmesi gibi geceden ıssızlığa, sonra da günün karmaşasına dönüşerek…
Aslında bir yalnızlığa parçalanmaydı bu sahipsiz duygular…
Her bir paçası yaşamın sevgiye dair kareleri ile doluşmuş…
Bu parçalarla doluşmuş bir yaşamdı aslında buruk ve içli…
Cama düşen kristal bölünmesiydi bu düşüncelerin toplamı gece boyu beynimde dolaşırken, renk değiştiriyordu yaşamın gölgesi…
Bazen güneş geç doğar, işte o zaman der ki adam kadına. Güneş benim için doğacak bu gün...
Ne geçmişi kaldı ne de geleceğin özlemi var artık yaşamımın içinde...
Kara bir gül misali avuçlarımda diken yarığındaki sızıntı...
Bir yokluğun hikâyesi süzülür bulutlara doğru haykırışında yanık yüreklerin, tren raylarından dökülür kıvılcımlar, yanar ciğerleri gibi insanın ayrılık acılarından kıvrılışlarla, bazen sessizlik, bazen göçmen kuşunun yaralanışı gibi bir vaz geçilemeyiş düşlerden…
Zorlamasına düşen günlerdeki özlem ve yalnızlık…
Bir imbat İzmir’den kara bulanmış uzak illerdeki bakışlar…
Ve yokluk iç cidarlarda hüküm sürmekte özlemle.
Sağırlaşmış kulak çınlamalarıyla özlem kapıda bekleyişte…
Bir ses, bin özlem demekti, bir yüz karşılıklı iki kapı arası beklemelerle adımlamak geleceği…
Ve umut varlığına dair günlere mahkum etmiş kendini…
Hadi konuş kanadı kırık göçmen kuşu da olsa taşısın buralara...
Kaldırım taşlarına ıslak ayak ile basan adamın
Kaldırım taşlarına ıslak ayakları ile basan adamın sesini duydun mu sen hiç yaşamın boyu?
Ara sıra, farkındasızlıkla, ufak da olsa, bir su öbeğine kışın en soğuk günlerinde koşan adamın yüreğindeki ürpertileri hissettin mi sen hiç…
Karanlığa mırıldanarak konuşan, ellerini ceplerine sokup, düşünmek veya yüreğindeki ılık soğukluklarla kendi avuçlarına ağzından nefesini üflerken, hiç avuçlarında, bir adamın üşümüş nefesini hissettin mi?
Önce güne konuşmak için yorgun bir bedenin titreme hislerine aldırmayıp, oturmak için bir parkta, güvenli bir oturma bankı ararken, yüreğindeki burukluklarla, kendi kendine ne konuşabileceğini onun adına düşündün mü hiç…
Yalnız sokaklar veya aydınlatılmış gibi bir park köşelerinde onun bir kadına konuştuğu cümleleri hiç hissettin mi yüreğinin sert vuruşlarında…
Geceler boyu sana düşlerini anlatırken eski günlerinde gece yarılarında sokaklarda ne için dolaştığını bilmediği kadın için yaşam boyu dertlenerek o kadını için üzüntüsünün yoğunluğunu hiç içinde hissettin mi?
Ona artık sus demek istedikçe, onun onun, o artık susma konuş benimle diye binlerce kez karanlığa, karanlıktaki sessizliğe, o sessizlikte köşe başında ne beklediğini bilmediği o kadın için ağlayarak, gözyaşlarını sağ elinin avuç içini silerken, gözlerini ne kadar yandığını, acıdığını, acıdığını hissettin mi hiç?
O adamın seni şu veya bu sebeple karnının açlığını düşünerek, senin açlığını düşünerek, senin açlığını yaşamak için uzun zamanlar yiyecek yemediğini, bulanık bakışlarla pencerene bakarken, içerden gelen ışık parıltısından, ne de çok ölmek sıkıntısını içinde taşırken, üzüntüsünün limitindeki gözlerinin ne kadar zaman, kaç gün, kaç geceye sarkan acıları içinde dolanıp durduğunu hiç gördün mü?
Bir başkasının yanında gördüğü senin bulanık bakışlarını kaçırırken, içindeki hissin anlamının bir başka insanın etinden et koparcasına can kıyımında kaçabilmek için yıllarına uzayan geceler toplamından fazlası acılandığını bile bildin mi hiç?
Onun sana hediye ettiği yaşamın güzelliklerini kendinde toplayarak onu sahipsizlik hisleri ile kıyım yaşadığı zamanlardaki hiçliğini hiç fark ettin mi?
Denizler sığlaştı, yaşam köreldi, umutlardaki yoksunluk çoğaldı…
Yılları bu duygulara kilitlerken, masumluğun çaresizliği ile baş etmek için bir ömrü yok saymış bir adamın varlığını hâlâ hatırlaman ne hediyesi oldu ona?
Azap mı, yaşama, tuzak mı hediye ettin ona, ara sıra varlığını ortaya atarken?
Evet, bu kadar olumsuzluk eşliğinde yaşamayı öğrenen adamın söylemek istediği ne olabilir ki sadece sende de her şey bir gün daralabilir derken de üşüyordu adam…
Oysa belki de güçlü olmak gerekiyordu geceye, üşümemek için. Veya geceye konuşmamak ve de gece soğuğunda ürpermemek için belki de güçlü hislere sahip olmak gerekiyordu…
Güçlü olmak veya güçlenmek gerekti hayata…
Bir gün senin için de her şey daralabilir, diyen adam, geceye hâlâ, yürürken üşüyerek kendi kendine konuşuyordu…
Belki sen de eskisi gibi geceye üşüyeceksin derken bile içinde korlar tutuşuyordu adamın…
Önemli olan geceye yürümek değildi, üşüyerek sevgili sesini özlemekti, derken bile meraklı bakışlarla gecenin ürpertisini göğsünde taşıyordu adam…
Üşümekten önemliydi sevgiliyi düşlemek…
Uzun bir yaşam kesitinden birkaç anıydı bu yazmaların içine saklanan düşünceler…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.