YAZLIKTA
YAZLIKTA
Beşinci sınıftan altıncı sınıfa geçmeme bir hafta vardı. Okulu kırdım. Dedemin yazlığına gittim. Zaten her yaz gidiyordum. Yazlıkta gürültü, patırtı yok... Eğlence hiç yok...
Koyun sessizliği, dinginliği, bol oksijeni, güneşi, kendine çağırıyor. Güneşi görür görmez yazlık aklıma düşüyor. Okula kızıyorum "neden var ki" diye... Hele anneannemle dedemin gittiğini duyunca... Bana bir haller oluyor. Annem ve babamın yerinde olmak... Elimden kurtulamayınca iki günlüğüne de olsa götürmek zorunda kalıyorlar.
Yazlıkta çok mutlu oluyorum. Bir kere deniz kıyısında özgürce oyun oynuyorum. Oyuna doyamıyorum. Yüzüyorum. Dalıyor yengeç, midye çıkarıyorum. Bisiklete biniyorum. Bilgisayar oyunlarından edindiğim hareket ve oyunları kumsalda yineliyorum. Dur durak yok bende... Dedem, "ne tükenmez enerjisi var anlamıyorum" diye yakarıyor, arkadaş-larına... Duyuyorum... Aldırmıyorum.
Yazlığa erken gittiğim için arkadaş sıkıntısı çekiyorum. Yaşıtlarım geç geliyorlar. Onlar da oldukça az ya... Zaman zaman küçükleri oynatarak eğlendiğim oluyor. Çevrede ki yazlıkçıların çocukları ile arkadaş oluyoruz. Oyunlar oynuyoruz suda ve kumda... Dedeme göre boğuşuyoruz. Ne demekse...
Yazlığın kuzeyi deniz, diğer yanları tatlı bir eğimle yükselen küçük bir koy. Yükseltiler yeşil mi yeşil. Cıvıl cıvıl kuş sesleriyle ayrıcalık kazanıyor. Ezan sensini duyar duymaz hocaya eşlik eden çakallar orkestrası yok mu? İnsan, onları karşılıklı dinlerken kendini unutuyor.
Küçükken çakal orkestrasının seslerini duyunca korktuğumu anlatı dedem. Korkunca koynuna sokarmışım kafamı da uyurmuşum. Bunları duyunca utanır oluyorum. Kendime yakıştıramıyorum. Küçüklüğümde soğan böceklerinden korkmazmışım. Elime alırmışım. Soğan böcekleri akşam ezanıyla kendilerini gösterirler. Sarhoş gibi uçuşuyorlar. Çarptığı yere yapışıp kalıyorlar. Nasıl elime aldığıma şaşırıyorum. Dikenliler de... Sırt üstü düşünce bir türlü doğrulamıyorlar. Yardım eden olmasa öğlece kalıyorlar.
Böceklerin peşine koşan, eline alan ben... Bu yıl onlardan korkuyor, ürperiyorum. Çıkış saatlerinde bahçeye çıkmıyorum. Balkona dalıp, gelen olduğunda da avazım çıktığınca bağırarak yardım istiyorum.
Her halde Sebahat Teyze’nin korkaklığı bana bulaştı. Onun kadar değilim iyi ki... O, acayip korkuyor. Bağırınca site ayaklanıyor. Böcekler bir saat sonra kendiliklerinden ortalıktan yok oluyorlar da meydan bana kalıyor. Bitki yaprakları arasında uykuya yatıyorlar... Ertesi gün aynı saatte tekrar görünmek için... Gündüz ağaçlara dokunduğumda;
"Cız cız cız" diye ses çıkarıyorlar.
Orada olduğunu mu belirtiyor? Yoksa: Korktuğumu bilip korkutuyor mu? O sesi, sırt üstü düştüğünde de çıkardığı için tanıyorum. Kaçıyorum...
Dedem her şeyime karışır. Canımı sıkıyor. Katlanıyorum."Güneşte uzun süre kalmamalıymışım. Deniz de kıyıdan fazla açılmamalıymışım. Paletsiz boyumu geçişin ilerisini sınırlıyor. Korkusuzluğum onu korkutu-yormuş. Gece, sahile yalınız gitmemeliymişim..."
Ağabeyim, ablam gidiyorlar da ben neden gidemiyorum? Anlamlan-dıramıyorum.
Önceki yıllarda katlandıklarıma şimdi şimdi neden, niçin diye karşı sorular soruyorum dedeme... Dedem, sorularım karşısında duruyor. Gözlerini gözlerimin içine odaklayarak yanıt veriyor. Sorularımın "büyü-mekte olduğumun imleri" olduğunu da arada sırada vurguluyor.
Bir kezinde paletsiz açılmamamı, güvenini sarsmamamı önerdi. Bunun üzerine;
-Yüzüşümü Namık Amca beğeniyor, karşı duruşumda:
-Doğru!.. İyi yüzüyorsun, diyerek beğenisini vurguladı. Ardından da;
-Sahilde iyi yüzücü olmadığı gibi, can kurtaran görevli de yok. Sahi-limiz köy sahili. İçlerde karşı karşıya kalacağın ani bir olumsuzlukta yardı-mına gelebilecek bir kişi gösterebilir misin?
Sorusuna yanıt verememiştim dedemin. Ondan sonra dedemin istemlerini yerine getirdim. Kendi istemlerimin çoğuna da takoz koydum. Dedemle olan sorunlarımız da en aza indi. Anladım ki dedem benim için gerçekten korkuyormuş.
Dedem, bazı anlaşamadıklarımızda;
-Anne ve babanın emanetisin. Onlar geldiklerinde yaparsın, der. Engel olur.
Anneannemle anlaşıyoruz. Belki o olmasa dedeme katlanmak zor olurdu. Tüm sorunlarıma katlanıyor. Yemeklerini çok severek tüketi-yorum. Çok yorduğumda ya da sorun yarattığımda sesini yükselttiği olur. Para alış verişlerim, sahile, ya da site dışında arkadaşlara gidişlerimde çoğunlukla anneanneme yanaşırım. Bu gibi durumlara dedem de engel olmaz ya... Bilgi verdiğim için teşekkür ettiği de olur. Ben de mutlu olurum ama nedense bazen de kaçmak istiyorum. Hatta böyle kaçamaklardan haz aldığım da oluyor. Huyum kurusun. Gıcıklık yapmak içimde durmuyor.
Dedim ya... Her yıl ki gibi bu yıl da bir hafta önceden okuldan kaçtım. Nasıl kaçmayayım. Son haftada ders derslikten çıkıyor. Gürültü patırtı ile geçiyor. Ben bunları sevmiyorum. Ayrıca yazlık özlemim de burnumda tüter oluyor.
Yazlığa gitmem anne ve babamın işine geliyor. Beni bir an önce başlarından savıyorlar. Nasıl savmasınlar ki.. Farklı okullardalar. Annemle gitsem bir türlü, babamla gitsem başka bir türlü. İki ucu ele alınamayacak dayanak. Evde bıraksalar akılları fikirleri bende olacak. Rahat olamıyorlar. Bu konuda annem yine de bana güvenir de babamın güveni yoktur. Babam, belki de yalnızlığıma kıyamıyordur. Tam anlamış değilim.
Yazlık sitemizde yaşıtlarımdan biri adaşımdır. O Fransa’dan geliyor. Temmuzdan önce gelmez. Onların okul sıkı düzenleri bize benzemiyor. Adaşımdan okulu kırdığını duymadım. Okulumu kırışımdan söz edince de; şaşkın şaşkın gözlerime bakıp; "o da ne ki" demesi yok mu?
Adaşımın babası Fransız, annesi Türk’tür. O da benim gibi anne- annesine geliyor. Bir ay doyumsuz günler geçiriyoruz. Hele denizdeki oyunlarımız...Tadına doyamıyoruz. Babası suda oynanacak oyunlar öğretip, bizimle oynamasından çok haz alıyorum. Ne yalan söyleyeyim adaşımı kıskanıyorum.
Adaşım, akşamları saat 22.00 olunca evlerine gider. Ya da onlar-daysak anneannesi ve ya dedesi saati anımsatırlar. Bana "git" derler. Ege’nin yatış ve kitap okuma zamanından ödün vermezler. Bu durumu hiç sevmiyorum. Adaşım da baş kaldırıyor. Tepki koyuyor. Surat asıyor. Beş dakika, on dakika süre kopararak sıkı düzeni deliyor. Ama söz verdiği anda da istemeye istemeye gidiyor. Dedem bunu örnek gösterse de bana laf işlemiyor. Saati 24.00, 01.00 e dek uzatıyorum. Arkadaşımdan ayrılınca çoğunlukla çizgi filim izliyorum. Televizyona el koyuyorum. Buda dedemle gerginlik yaratıyor. Dedemi kızdırıyorum. Kızınca da yatıyorum. Dedem; bu yatışlarda, gerekli alışkanlık kazandırma becerisi gösteremediklerinden yakarır. Bunu "biz büyükler çocuklara iyi örnek olamıyoruz" ile açıklıyor. Avrupalıların çocuklara değer verdiği gibi, eğitimlerinde de ödünsüz-lüklerini övgü ile bana işittiriyor. Duymuyorum ki...
Bizim, Cumhuriyet Devrimleri ile koşar adım o düzeye ulaşma çabası içinde olduğumuzdan söz eder. Kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi batılılaşmanın bu alandaki en önemli adımıymış.
Dedem, site bahçesinde uğraşır. Gazete, kitap okur. Arkadaşları ünlemiş ise onlara eşlik eder. Giderken de " masanın bir ayağı eksikmiş" diye anneanneme bilgi verir. Dedemin el atacağı her yerde ya kitap ya dergi ya da gazete vardır. Çay bahçesi, site bahçesi ve yüzme zamanları dışında ya okuyordur ya da televizyonda tartışma dinlemektedir. Az da olsa benimle tavla, satranç, kağıt da oynar.
Dedemin bu ayrıcalığı dikkatimi çekmeye başladı. Denizde bile güneş-lenirken kitap okur. Bir gün tavla oynuyoruz. Bir taraftan da konuşuyoruz. Birden dedeme;
-Dede, sen çok okuyorsun. Oku oku yorulmadın mı? Arkadaşların da emekli sen de. Onlar her gün belirli saatte çay bahçesine oyun oynamaya gidiyorlar. Sen çağrıldığında gidiyorsun. Sanki zamanını okumaya ayırmaya özen gösteriyorsun. Bizden de kitap okumamızı istiyorsun. Kitaplar alıyorsun, dedim.
Dedem zarları elinde tutarak, durdu. Sözümü bitirmemi bekledi. Sorum bitince gözlerime sevecen bakışlarıyla bakarak;
-Gerçekten fırsat buldukça neden okuduğumu öğrenmek istiyor musun? diye sordu.
-Evet... Gerçekten öğrenmek istiyorum, dedim.
Elinde tuttuğu zarları atarken;
-Öğrenmek istemek...Öğrenme isteği, öğrenmenin ilk basamağıdır. Sana bu soruyu sordurmam bile amacıma ulaştığımın imidir benim için, dedi. Devam ederek;
-Dinlemeye hazır olduğun bir anda bu konuda konuşalım. İstersen oyundan sonra. İstersen daha başka bir zamanda. Ama biraz uzunca bir süre ayırabileceğin bir an olsun. Olur mu? Dedi.
-Tamam dedeciğim. Oyun bitiyor. Ardından devam edelim. Sıcağı sıcağına, dedim.
Dedem, neler anlatacağına odaklandı ki yer yer yanlış oynadı. Oyunu ben kazandım. Tavlayı kapadı. Yerine götürdüm. Karşısına oturarak, dinlemeye hazır olduğumun sezdirdim. Dedem;
-Evet...Olanak buldukça okuyorum. Çok okuyorum diyemem. Oku-mayanlara göre çok görülmesi doğal. Okumak insanı yormaz.. Neden yorulayım ki... Ne güzel... Okurken mutluluk, üzüntü, sevgi, saygı, acı gibi duyguları yaşıyorum, diyerek anlatmaya başladı.
-Okuma araçlarım başta kitap, gazete ve dergiler en yakın arkada-şımdırlar. Beni bir başıma kalmaktan kurtarıyorlar. Yalnızlık yaşatmıyorlar. Hiç... Canımın sıkıldığından, zamanın geçmediğinden yakındığıma tanık oldun mu?
-Hayır!.. Olmadım...Dedeciğim.
-O halde neden okuduğumun yanıtını verebildim mi?
- Can kulak dinliyorum dede. Sınav yapmana gerek yok. Kitapları "arkadaş" edinmişsin. O zaman okuma işlemini "karşılıklı sohbet" olarak değerlendirdiğini anlıyorum. Yanlış mı?
- Öyle de denebilir. Kitabı okuma bir tür "konuşma" olarak görüle-bilir. Ama yetmez. İstersen zaman zaman okurken edindiğim kazanımla-rımı not aldığım defterimi alayım, Dedi.
Gitti... Biraz sonra hiç yanından ayırmadığı ajandasını aldı. Geldi. Ajandayı bana doğru tutarak;
- Bak... Bu akıl defterimdir. Okurken beğendiğim sözleri, şiirleri, paragrafları, tümceleri yazarım. Not alma becerim zayıf olduğunu anlı-yorum. Aradığımı anında bulamıyorum. Bunun da yararı oluyor. Neler derlediğimle uzun aralıkla olsa da karşılaşma, göz göze gelme olanağı doğuyor.
Bir taraftan da defterin sayfalarını çevirmeye başladı. Bak...Burada; -Mark Twain diye biri "Okumayan bir insan, okuyamayan bir insan karşısında hiç bir üstünlüğü olamaz" demiş.
İlerlediği bir başka sayfada da;
- Bak burada da Montaigne’nin "alışkanlık" üzerine sözünü yazmışım. "Alışkanlık, pek yaman bir hocadır ve hiç şakası yoktur. Yavaş yavaş sinsi sinsi içimize adımını atar. Başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür. Ama zamanla oraya yerleşti mi, öğle azılı, öğle amansız bir yüz takınır ki kendisine, gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez" diyor. Bu söyleme göre ben çok okuyan biri miyim?
-Okuma alışkanlığı edinmemişim de diyemesin ya dede...
-Bak burada da yaratılarını severek okuduğum Adnan Binyazar’dan seçki almışım. Anımsarsan "Atatürk Anlatıyor" adlı kitabını sana almıştım. Bakalım Atatürk Anlatıyor’ da Atatürk’e ne söyletmiş; "Okumakla yalnız bilgi sahibi olmadığımı, düşünsel bir kimlik kazandığımı, bunun davranışlarımı da etkilediğini görüyordum." Bak, bir başka alıntısı daha var. Onda da; "Okuma çok yönlü bir eylem; okuruna göre kitap, kitabına göre okur vardır. Kimi, yaşamı boyunca hep aynı tür kitapları okur, kimi kitaptan kitaba atlar. Görünüşe kapılıp kitaplığını sırt üstü kitaplarla dolduran da az değildir. Çoğunluk ise, beş para etmez dediği en seçkin kitapların kapağını açmadan göçüp gider. Öylesi de vardır ki, okuduklarına yenilerini katarak, aynı kitabı defalarca okur."
Sözünü bitirir bitirmez yüzü daha da ışıltı yayar oldu. Ardından da;
-İşte sonunda aradığımı buldum."Kitap Okuma İnsana Neler Kazan-dırıyor" başlığı altında sıralamışım. Çoktandır bende bakmamıştım. Katkınla yinelemiş olayım.
Konuşmasına ara vermeden sıralamaya başladı.
* Düşünme,
*Akıl yürütme,
*Duygu dünyasında gelişim,
*Kavrama gücü,
*Sorgulama yeteneği,
*Birey olmayı,
*Eğitimde başarı,
*Dil kullanımı,
*İletişim,
*Toplum içinde olma,
* Yaşam deneyimi,
*Gezemeyeceğim, göremeyeceğim yerleri tanıma,
* Bilgi edindirir.Bilgiyi yineler ve yeniler.
*Kendimi tanıtır,
*Yazmaya yöneltir,
*Kültürel zenginlik kazandırma,
*Yaşamda yeni kapılar aralar.Ufku genişletir.
*Anlama, algılama, yorumlama yönü kuvvetlendirme.
*Sorma, sorgulama, tartışma gelişir.
*Duyarlık kazandır,
*Geçmişi algılama, anlama, geleceği görmeyi sağlar.
*Karanlığı aydınlatır.
*İnsanı insan yapar. Adam eder.
gibi.... yararlar sağlıyor.
Dedem her maddesini okuyunca bana baktı. O maddenin bende de iz bırakması için mıhladı. Doğrusu ben de istekle dedemi dinliyordum.
-Kitap okumayı öğrenciliğimizde boş zaman değerlendirme aracı olarak öğrettiler. Az önce saydıklarımızla değerlendirince böyle basite indirgemek okuma eylemi işlevine saygısızlık yapıldığı düşüncesi veriyor bana şimdi...
Bak!... Burada da Murathan Mungan’ dan uzun sayılacak seçki yaz-mışım. Mugan ne demiş, anımsayayım.
"Bazen okuduğunuz bir öykü sizi birkaç yaş birden büyütür. Çoğu kez edebiyat, hayattan daha çabuk büyütür. Yaşama ilişkin birçok şeyi, kendi deneyimlerimize gerek kalmadan edebiyat yoluyla öğrenirsiniz. Önümüzdeki yılların canlandırılmış, sonuçlandırılmış haliyle sizi, hayattan daha önce bilgilendirir, donatır, dünyaya ve geleceğinize hazırlar.
Bakışlarınızı, sezgilerinizi, iç güdülerinizi, duygularınızı, düşüncele-rinizi, biler, geliştirir, olgunlaştırır. Bizi yalınızca dış dünyaya ve hayata ilişkin bilgilerle değil aynı zamanda kendi içimizle, kedi duygularımızla da tanıştırır.
Edebiyat aynı zamanda bir büyüme sanatıdır; bizi biz yapar. İleriki yıllarda da her yaşın büyümelerini, algılamalarını, kavramalarını, edebiyat üzerinden izlemeyi, kavramayı sürdürürüz."
-Dede, az önce sıraladığın okuma kazanımları ile Mungan’dan aldığın alıntı örtüştü. Okuma ile edebiyat bir birine yapışık ikizler gibi değil mi?
-Aferin sana be...Kırk yıl düşünsem bu benzetişimi bulamazdım. Sen bunları çizgi filmlerinden ediniyorsun. Onların da okuma ile eş değer ol-duğuna inananlardanım.
-Bak!... Şimdi de bir not gördüm. Geothe’den almışım. "Okumaya seksen yılımı verdim. Yine de tam olarak öğrendiğimi söyleyemem" demiş.
Bir seçki de Montesquieu’dan "çeyrek saatlik bir okumanın gidere-mediği kederim kalmamıştır" diyor.
Bir alıntıda Hikmet Altınkaynak’tan "Anday, bir söyleşide önümüzü ardımızı görmek, çürümemek için okumak gerekir diyordu. Temiz kalmak, onurlu bir yaşam sürdürmek için hem kendimizi, hem de toplumumuzu yolsuzluklardan, yasaklardan, kötülüklerden korumak, geliştirmek, çağdaşlaştırmak için okumak gerekir. Okumaksa anlamak demektir. İnsan anlarsa, gerekeni yapar" demiş.
Bilmem neden okuduğumu anlatabildim mi?
Dünya çok hızlıca değişiyor. Bu değişime uyum sağlamam okuma yoluyla oluyor. Zaten Kafka yıllar önce "bir kitap yeni bir dünyanın kapısını açar" diyerek görmüş.
Önermiş...
Siz ve daha sonraki kuşaklara da öneriyor.
Anlayana...
Eylül 2016
Himmet ERSOY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.