- 584 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
-DOGMATİK YAKLAŞIMLARA KAPILMADAN BİR DEVRİ ANLAMAYA DOĞRU-
“Benim düşüncelerim hiçbir zaman kalıplaştırılamaz. Çünkü ben ulusuma medeniyeti ve onu yakalayabilmesinin yollarını gösteriyorum. Medeniyet de düne bakmakla veya günü yakalamakla elde edilemez. Medeniyet bilimin yolundan geçer. Öyleyse medeni ulusların ne doktrinlere ne de kalıplaşmış yaptırımlara ihtiyacı vardır. Benim söylediklerim ve bizim yaptıklarımız ulusumuzun medeni uluslar arasındaki yerini alması içindir. Gerçekçi, akıllı, mantıklı düşünmeyen ulusların medeni alem içinde hem yerleri hem de şansları yoktur. Medeni toplum olma şansları ise hiç yoktur.”
Cumhuriyet tarihimizde Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılığın kavramsal çerçevesi genel olarak iki başlık altında şekillenir. Bunlar Atatürkçülük ve Kemalizm olmaktadır. Her ne kadar Atatürkçülük sağ ve sol kesimde kullanılabilse de, daha çok sol Kemalizm’i, sağ ise Atatürkçülüğü kullanacaktır.
Halk arasında genellikle kullanılan Atatürkçülük olmaktadır. Bu kavramlaştırma üzerinden gidersek farklı yaklaşım biçimlerinin kendisini Atatürkçü olarak tabir ettikleri görülebilir. Hatta bu durum bir dönem Cumhuriyet gazetesi başyazarı Nadir Nadi’nin kendisini “Ben Atatürkçü Değilim” Şeklinde tanımlamasına sebep olacaktır. Elbette gazetecimiz, ülkemizde yaygın bir kavramlaştırmanın türlü biçimlerde istismar edilmesine tepki gösterir. Bunun ötesinde hiç şüphe yok ki, farklı yorumların bulunması doğaldır. Hem demokratik açıdan farklı algılar normaldir. Hem de felsefi bir mantıklada kabul görür bu durum.
Atatürk tarihe mâl olmuş bir büyük dâhidir. Oysa ona değer veren, bağlılık duyan insanların benzer bir formasyona sahip oldukları söylenemez. En zeki bir Atatürkçüyü getirseniz, son tahlilde Atatürk’ün bizzat kendisini getirmiş olmazsınız. Bu durum bizi “Fil’in tarifi” Hikâyesine götürür. Hani kapalı ve karanlık bir ortamda bulunan fili içeri sırayla girmek suretiyle yoklayan ve dışarı çıkınca hissettiği ve algıladığı şekilde tanımlayan insanların durumuyla karşılaşırız. Bu kişilerden biri filin kulaklarını yoklar ve çıkışta fil bir yelpazedir der. Diğeri filin bacaklarını yoklar ve dışarı çıkınca fil bir sütundur der. Bir başkası filin dişlerini yoklar çıktığında ise fil bir bıçaktır der, vs.
Yine, Atatürkçülük bir ideoloji midir sorusunun cevabı da tartışmalıdır. Açıkçası klasik doktrinlere benzemez. Farklı ideolojik yapıların sentezi demek daha doğru bir yaklaşım olur. Katıldığım bir panelde konuşmacı Atatürk’ün hep batıya baktığını söylüyordu. Oysa Atatürk doğuya da bakmadı mı? Eski Türk tarihine dönük araştırmaları yapması ve yaptırması bu hususu göstermez mi? Kaldı ki, hep batıya baksa bile hep batıya bakarak doğuyu gördüğünü söylemekte yanıltıcı olmayacaktır. Fizik olarak aldığımızda da, dünya yuvarlaktır değil mi? Yani Atatürk’ün doğuyla işinin olmadığını zannetmek sakın bir tür şarklılık yanılgısı olmasın. Tabi bu noktada şark’ı küçümsediğim sanılmasın. Elbette şark’a sadece şarkılarda rastlamış değilim.
Buna göre Atatürk’ü doğru anlamayı ne siyasiler, ne aydınlar ne de sosyal gruplar tekellerinde görmemeliler. Halbuki, çeşitli dönemlerde Atatürk düşmanlığı suçlamaları gündemdedir. Açıktır ki, farklı devirlerde neler olduğuna objektif kıstaslar dairesinde bakabilmeliyiz.
Genellikle çok partili dönemde karşı devrim süreçlerinin işlediği eleştirisi karşımıza çıkar. Yalan mı sorusu bu satırları yazarken kulaklarımda. Bu eleştirilerin temel aldığı dönem Demokrat parti dönemi olmaktadır. Gerçekten böyle midir? Önemli ölçüde, 2’inci dünya savaşı sonrası ülke ve dünya konjonktüründeki farklılaşmalardan kaynağını alan muhtelif politikalar izlemiş bir partiden söz ediyorum. Bazı yanılgılar olabilir. Hatta popülist bir siyasetin örnekleriyle karşılaşabiliriz. Sözgelimi; Adnan Menderes’e ait “Sizler isterseniz hilafeti bile getirirsiniz!” Sözünü siyasi bir hata olarak düşünebiliriz. Ancak Menderes bu sözü bir meclis oturumunda söyler. Burada şu soru akla gelebilir. Gerek Menderes gerekse Celal Bayar’ın İslami bir siyasi formasyona sahip oldukları söylenemeyeceğine göre meclisin gücünü vurgulamak istemiş olamaz mı? Açıkçası DP iktidarı dönemi liberal-muhafazakâr bir Atatürkçülük çizgisinin izlendiği dönem olarak değerlendirilebilir. Bu noktada sistematik bir karşı devrim süreci ağır bir iddia değil midir? Elbette olan biteni irdelemeyi de gerektirir.
Sözgelimi, iktidara geldiğinde DP hükûmetinin ilk önemli icraatı Ezanın Arapça okunmasının serbest bırakılmasıdır. Ya da başka bir deyişle Arapça Ezan okunmanın suç ve ceza kapsamına girmekten çıkarılmasıdır. Demek ki, bundan sonra Ezan muhakkak surette Arapça okunacak uymayanın vay haline çerçevesinde bir yapılanma değildir. İşin ilginç yanı Demokrat partililerin beklentilerinin aksine CHP kesimi de bu tasarıya kabul oyu verecektir.
CHP grubu adına Mecliste konuşma yapan Trabzon milletvekili Cemal Reşit Eyüboğlu şu tarihi sözleri söyler. “Bu memlekette milli devlet ve milli şuur politikası Cumhuriyet ile kurulmuş ve CHP bu politikayı takip etmiştir. Bu politika icabı olarak Ezan meselesi de bir dil meselesi ve milli şuur meselesi telakki edilmiştir. Milli devlet politikası, mümkün olan her yerde Türkçe’nin kullanılmasını emreder. Türk vatanında ibadete çağırmanın da öz dilimizle olmasını bu bakımdan daima tercih ettik. Türkçe Ezan-Arapça Ezan mevzuu üzerinde bir politika münakaşası açmaya taraftar değiliz. Milli şuurun bu konuyu kendiliğinden halledeceğine güvenerek, Arapça Ezan meselesinin ceza konusu olmaktan çıkarılmasına aleyhtar olmayacağız”
Şimdi bana CHP’li mebus grubu adına azınlık partisi olmaya dayalı bir sunum yapmış, üstelik final bölümünde milli şuura güvendiğini belirtmekte oysa zaman içerisinde böyle bir şuurun olmadığı ya da oluşmadığı anlaşılıyor diyenler olabilir. Nitekim çok partili döneme erken geçildiği bunda CHP ve İsmet Paşanın da vebalinin bulunduğu söylemlerine hep rastlanılır. Halbuki, her şeyden önce Ezanın Türkçe okunmasını benimseme yönünde milli şuurun oluşamadığı algısı temelden yanılgıdır bence. On sekiz yıl boyunca Ezanın Türkçe okunduğu ve bu dönemde eğitim sistemi kanalıyla devrimci anlayış öğrencilere verildiğine göre bir nesil yetişmiş olmak icap etmez mi? Yine kırsal kesimde “Köy Enstitüsü” Deneyinin kuşak yetiştirmedeki etkileri azımsanabilir mi?
Bir diğer husus Arapça Ezanın serbest bırakılmasının Atatürk devrimlerine ihanet olduğu bahsidir. Bu iddia elbette değerlendirme yapmayı hak eder. Çünkü Ezan’ın Türkçe okunmaya başlama tarihi 1932 yani Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Reisi Cumhur olduğu devre olmaktadır. Atatürk’ün bu konuda arzu göstermesini takiben konunun mümkünlüğü üzerine çeşitli araştırmalarda yapılır. Hemen belirteyim bu yönde bir düşünce gelişmesi ve uygulamaya geçilmesinin harcında Ziya Gökalp’in bir şiiri de vardır. "Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur, Köylü anlar manasını namazdaki duanın, Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunur, Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda’nın, Ey Türkoğlu işte senin orasıdır vatanın." Mısralarını, acep bilmeyen var mıdır?
Ancak bir hususun altını çizmeliyiz. Bildiğimiz gibi laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması devlet, hukuk ve toplum işlerinde din kurallarının kıstas alınmaması esasını getirir. Yine devam edersek din kişinin vicdanına ve bireysel yaşantısına karşılık gelmektedir. Öyle ise Ezanın okunuş şekli insanların ibadet hayatına dönük bir konu değil midir? Şimdi bana Atatürk’ün bu soruyu sorup ölçüm yapmadığını mı sanıyorsun diyebilirsiniz. Elbette sordu da, hangi ölçekte acep?
Bilakis Atatürk bu konunun toplumsal ve hukuksal değil tamamen ibadet hayatına ait olduğunun farkındadır. Diğer birçok alanda kanun çıkartmasına karşın Ezanın Türkçe okunması hususunda Diyanet İşleri Başkanlığı kanalıyla bir idari düzenleme olarak müezzin ve imamlara yönelik bir genelge yayınlanır ve “Bundan sonra ezan Türkçe okunacaktır” Denilir. Konunun yasal temele oturtulması 1941 yılında gerçekleşir. Yani kanunla Arapça Ezanın yasaklanması ve cezalandırılması devresidir. Benim bu durumdan anladığım Atatürk’ün tamamen deneme yaptığı ve halkın nabzını ölçtüğü yönündedir. Diğer yeniliklerini kanuna dayandıran Ata bu konuyu da isteseydi kanuna bağlayamaz mıydı? Bence Atatürk’ün politik dehası burada da önümüzdedir. Kendisini geride tutan ve halkı karşısına almayan dahası sosyal psikolojiyi gözeten bir devrimcilik modeli karşımızdadır.
Peki, 1950 sonrası Arapça Ezan okunmanın serbest bırakılması karşısında halkın yönelimi nedir? Bu konuda güzel bir örnek eski Diyanet İşleri Başkanlarımızdan Süleyman Ateş’e aittir. Ezan’ın Arapça okunmasının serbest bırakıldığı günlerde köyümüzde kurban kesildiğini hatırlarım der. Ve bu hususu “Mâşeri Vicdan” Yani halkın vicdanı, kamuoyu, halkın ortak bilinci kapsamlarında değerlendirir.
Kısaca belirtirsem, 1950-60 arası Demokrat Parti iktidarının liberal-muhafazakâr sentezli bir Atatürkçülük anlayışı güttüğü kanaatindeyim. Elbette söylediğim tüm hususlar bir konunun değerlendirilmesinin çeşitli boyutları gözetmek dairesinde gerçekleştirilmesinin gerekli ve sağlıklı bir yol olduğu yönündedir.
L.T.
YORUMLAR
"Amaaan petrol!" diye bir şarkı var (idi) değil mi, değerli üstadım...
Neyse... Nejat Uygur da "Anlayan anladı" derdi... :))
Selam ve saygılarımla.
levent taner
Katılım ve katkınızla şeref bahşettiniz
Saygı ve selamlarımla...
Bazen, bazı bazı düşenmek var ya ... Bazen, bütün değerlerden çıkarak düşünmek var ya... Bazen kendini bırakıp başkası olmak var ya ...
Ülkesinde körlüğü yaşayan ve yaşatanlara akış tutanlar da en az onlar kadar değişmez geriliğın bekçileri durumundadır.
Avrupa skolastik düşünceden Reform ve Rönesansla kurtuldu. Aradan kaç yüz yıl gecti. Biz hala Ortaçağdan çıkamadık. Bu da bir başarı.
Saygılar
levent taner
Doğuyu haklı olarak yererken doğulu bir ekolden gelmenızde az şey mi üstat?
2017 Türkiyesinde toplumsal siyasal ciddi sorunlar var kuşkusuz
Tıkalı damarlar, anjiyo bekleyen
Elbette dünle bugün arasında bağ kurmak gerek
Ben hep şuna inanırım
Sistem bir bataklık üretir, bu giderek batakçı bir jenerasyon peyda eder
Ya da bazı gerilim filmlerinde sahnelenir ya; kanalizasyona karışan kimyasal atıklarla beslenen bir canlı mutasyona uğrar ve devasa düzeyde büyür
Yine hastane ve klima mikroplarını biliriz
Muhtelif mikroplar harmanlanır ve sentez bir mikrop türer
Ülkemizde alicengiz oyunların sergilediği dehşetengiz manzaralar bunlar kanımca
Nihayet
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum hocam
Saygı ve selamlarımla...