- 1144 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
0001 - BEN UYANDIM BİR AŞK DEMEKTİ BU DÜNYADA - AŞKA AÇTIM GÖZLERİMİ
(Rondo)
”Ben uyandım bir aşk demekti bu dünyada
-Sesin, bir gülü bırakmak gibi birşeydi.
Karaydım, kağıt gibiydim yaşamalarda
Adım görseniz her gün o denizlerdeydi
Bin yıl bir M sesiydim aşağı Mısır’da…”
İlhan BERK
AŞKA AÇTIM GÖZLERİMİ
Demek ki aşk varmış bu dünyada ve aşkla beraber başka hiçbir şey yokmuş. Her şey aşktan olmuş, aşkla değer kazanmış. Mutluluk da oymuş.
Ben gerçek aşkı seninle fark ettim. Sevginle hissettim. Karamsarlığın zifiri karanlığından aşka açtım gözlerimi… Gözlerim öyle bir kamaştı ki sana bakamadım! Ne kadar muhteşem göründün gözüme! Ne harika, gönlüme…
Sesin, işittiğim en güzel sesti. Öylesine ince, narin, kırılgan… Hani bir gül verilir ya bir sevgiliye… Hani bir zarafet vardır ya o sunuşta… İşte öylesine… İpek yumuşaklığında… Bir kadifeyi okşarcasına…
Karaydım, kapkaraydım karanlığımın en ıssız yerinde… Yalnızlığımın çıldırtan girdabında… Kâğıt gibiydim, Kupkuru… Kesikti betim benzim. Öyle cansız, sapsarı…
Kâğıttan bir kayık gibiydim, uçsuz bucaksız hayat denizinde… M harfiyle mühürlenen dudaklarımla Mısır’a çıkan denizde… Bir yolunu bulup okyanuslara kavuşan Akdeniz’de… Çok şey söylemek isteyip de söyleyemeyen… Dertleri boğazında düğüm düğüm düğüm düğümlenen, beklentilerden ümidini çoktan kesmiş kâğıttan bir kayıktım. Ne bir aydım ne yıldız… Koca dünyada zavallı bir yalnız…
Kalabalıklara inat, onca kişi içinde yapayalnız bir kayıptım. Bir adım vardı orada… Dolaşan, ortada… Olması gerektiği için… Olması gerekti kadar, o da…
Dudaklarım sımsıkı kapalıydı. Bir M sesiydi ağzımdan çıkmaya çalışan ve asla çıkamayan… Tekti… Sessizdi… Yanında bir ses yoktu. Bir sesli harf… Çıkamazdı. Çıkamadı. Oysa upuzun bir şikâyetname saklıydı arkasında… Manas Destanı sanki mübarek! Bilmem kaç yüz bin dize…
Sen yokken, siz buraya gelmeden, yani seni beklerken o mutsuz ve yalnız zamanımda, bin yıl sustum ben. M kesti söyleyeceklerimin yolunu. Sustum ve ağladım yalnızca… İşte öyle bekledim gelmeni! Belki bir yazdan bir yazaydı, çok değil ama bana on asırlık gibi geliyordu. O zaman, o kadar sıkıcıydı ki hayat! Uzadıkça uzuyor, geçmek nedir bilmiyordu zaman…
Bir M sesiydi suskunluğumun izahı, kısaca… Sanki bin yıl kalmışım, kalmış da beklemişim seni susarak, Mısırda… Yukarıda tek, Aşağı Mısır’da, paramparça olan Nil gibiydim. İki gözü bilmem kaç çeşme… Dört bir yanımdan akan gözyaşlarım, dünyanın en uzun nehriydi… Nil’di… En uzun süren, benim ağlamışımdır yeryüzünde… Yanaklarım sırılsıklam… Yastığım tuluk…
Ben vurdum kendimi tüm sevgilere… Ne ettiysem kendim ettim, kendime. Gözlerimden belli değil mi sevgiye sevdalı, aşka âşık olduğum? Ağacı sevdim, böceği sevdim, kurdu kuşu, dağı taşı sevdim. Sevdim de sevdim tüm sevgisiz kalmışlığıma inat! Benim gönüm evren kadar… İçine her şey, içine herkes sığar, rahat rahat…
Yüreğimden koparak gelen, sanki Mısır’da… Aşağı Mısır’da iki ana kol halinde akan bir nehir oldu gözyaşlarım… İki gözüm iki çeşme… Sanki binlerce sene… Göz göz olan gönlümün sayısız gözlerinden kopup gelen yaşlar, gözyaşı kanallarının kaçı kaçıyla birleşerek bilmem, ruhumun uçsuz bucaksız sahrasında iki kol halinde, sahrayı vaha yapıncaya kadar aktı da aktı…
Bin yılda bir açan kaktüstüm, o çölde, yapayalnız. Seni açtım nihayet, bitmek bilmez bekleyişin sonunda, korkunç yalnızlığımın ortasında… Seni… Sen ki sert dikenler arasından çıkan hızla büyüyen ipek tenli, körpe bir kaktüs çiçeğiydin. Taze, yumuşak ve nemli tenli…
Ben bir çöldüm o zamanlar. Gözyaşlarımla suladığım kumul nihayet yeşerdi. Sen geldin! Sen ki çöl ortasındaki o yemyeşil güzide vahaydın. Sen hayattın! Hayatın kaynağıydın. Gelişini gözyaşlarım hazırladı. Sabrım sağladı.
Aktım da aktım… Akmalardan usanmadan… Bıkıp usanmadan baktım, her yana… Ne bir yol, ne bir iz… Siz gelinceye kadar buralara… Ne zaman ki siz geldiniz… Buraya yerleştiniz, ailecek…
Ne zaman ki sen, apaydınlık ruhunla, o aydınlık simanla karşıma çıktın, Ay Sima… Ne zaman ki tanıştık… Hani bana hitap ettin ya, o seslerin en zarifi, en güzeli ve en ahenklisiyle… İşte o anda çevremde yeşeriverdi o cennet misali vaha…
Açıldı ufkum, dört bir taraftan… Açıldı da açıldı gönlüm… İçim sanki uçsuz bucaksız çöllerde gitgide genişleyen çiğdem çiçek bir ova… Sesini duyduğum anda geldi bağlara bahar… Ruhumda çiçekler açtı… Gönüm ki bahar bahçe… Dünya günlük güneşlik… Her şeyde bir anlam, hayat iki kişilik… Sen geldin miydi… Bana seslendin miydi bahçe kapısından… Alo dedin miydi, arada sırada… Eksik bir şey kalmazdı hayatımda… Her şey en mükemmel durumda…
Bütün bu mutluluk, bütün bu huzur, yeşeren aşk demektir, susuzluktan kuruyan, çatlayan topraklarımda… Sen demek aşk demektir, güneş demektir, karanlık dünyamda…
Yalnızlığın da apayrı bir tadı vardır. Zamanla kanıksar insan… Alışır yalnızlığına da… Zamanla bir hastane odasına bile alışan insanlar da vardır. Ölümden de kötü değildir ya… Sevimsiz şeylere de alışır insan, imkânsızlıktan…
Bir zamanlar yalnızlık da güzeldi, çöllerimde… Ağlamak da güzeldi ikilere ayrıla ayrıla… Aşağı Mısır’da… Çöl ortasında akmak akmak…
Seninle yepyeni bir hayat başladı. Bambaşka bir devir… Orta Çağ kapanmış da Yeni Çağ başlamış gibi… Ne kadar çok anlam kazandı yeryüzü de gökyüzü de… Yerler gökler güzelleşiverdi anında!
Yapayalnız olduğum, geceyle baş başa kaldığım zamanlarda… Ne çok seyretmiştim gökyüzünü… Sanki sahipsizmiş gibi… Nizamsızmış gibi avuç avuç serpilivermiş yıldızları… Oysa ne güzel, ne mükemmel bir uyumla en güzel şekilde tanzim edilmişlerdi! Işıklısıyla ışıksızıyla… Seyrederdim, geceler boyu, içimde hep o yalnızlık, sevgisizlik, hep mi hep aynı acıtan sızıyla…
Gidecek kimsem yoktu ki! Gidecek yerim… Göklere giderdim gecelerce… Gündüzlerce bulutlara… Kapalıydım cümle umutlara…
Baktıkça büyür de büyürdü yıldızlar… Çıkardım kısır dünyamdan… Güneş sistemini geçer, Samanyolu’nda dolaşmaya başlardım. O yıldız senin bu yıldız benim! Oradan da galaksilere… Bilmem ki nerelere nerelere… Büyür de büyürdü gökyüzü… Büyür de büyürdü, yavaş yavaş açılan zambaklar gibi… Onu ben büyütürdüm, düşüncelerimle… Hayallerimle… Öyle büyürdü, büyürdü ki bir anda! Zaten bir o vardı yanımda…
Bir gökyüzü vardı yalnız kaldığım gecelerde… Bir ben bir de Yaratan…
Şimdi bir gölge kadar değeri kalmadı yedi kat göklerin. O güzelim yıldızlı yaldızlı gecelerin… Sen geldin ya… Umurumda mı gökler, yerler! Umurumda mı koca dünya!.. Her şey, dünya, evren… Hepsi uzayan bir gölgeden ibaret ovalarımda… Sen vardın ya… Bana yeterdin! Evren gibiydin!
Vakit, Asr vakti… İkindi güneşi, kavuştu kavuşacak Toroslara… Gölgem uzadı da uzadı, Antalya Ovasında… Hayatımın azalan, azaldıkça değerlenen çağı… Göklere bakma zamanı… Yaratan’a yaklaşma, yaratılanlardan uzaklaşma zamanı ama ben bu ahir zamanıma yakın uyandım aşka… Yani sana… Senden önce de uyanmıştım aşklara ama o aşklar böyle bir uyanmak, böyle bir yanmak değildi! Seninle uyanmak başka... Bambaşka… Merhaba yeni güne! Yeni bir hayata… Merhaba aşka!
Böyle bir merhaba, eşsiz bir aşk demekti şu ilgisizlikten kurumuş, sevgisizlikten çatlamış dünyada. Çatlakları aralayan inadına, her şeye rağmen boy veren acı yeşil yaprakların arasından narin boynunu uzatmış sarı saçlı bembeyaz bir papatyaydın sen! Ne kadar da güzelleşirdin, bir gülsen! Sen en güzel gülsün! Gül sen..
Ben yaşlandım artık. Eskiyen şiirlerimde geçecek bundan böyle adım. O şiirlerle anılacağım. Onlarda birer mahlas, birer imza olarak kalacağım.
Uyuyarak uyanarak yaşadım bu hayatı, fakat hep severek… Bu şekilde ikindi vaktine ulaştım nihayet. Siz bana o yazdıklarımı yazdıranlarsınız. Şiirlerimin kaynağı… Sizler benim aşklarımsınız.
Gün gelip de bu dünyadan geçtiğim zaman, beni anımsamaya çalışsanız, belki denizi gösterirsiniz. Çünkü artık bu deniz kenarında yaşıyor olmayacağım. Ne kadar büyük bir yalnızlık olacak sizinki!.. Ölünceye kadar benim defalarca derinliğine, kıyasıya yaşadığım gibi birer yalnızlık…
“Denizi severdi. Her gün denizdeydi. Denizle nefes alır verirdi. Sessiz bir gemiyle sessizce gitti buralardan.” diyeceksiniz ardımdan, mutlaka. O zamanı hayal ediyorum da… Beni öyle anacaksınız. “Ne kadar geniş bir hayal dünyası vardı!” diyeceksiniz. Gözyaşları Nil’di, yalnızlığı çöller… Onun şiirlerinde genişledikçe genişlerdi evren…”
Bütün bunlar, şimdi yazdığım bir şiirde… Bu şiirde, yalnız… Bir şiire evreni sığdırabilir bir şair!
Aşk, güneş demekti benim için. Sarı, sapsarı… Parlak mı parlak… Aydınlatan dünyamı… Canıma can katan… Her aşk, güneş açması gibi açardı bende, kara bulutları aralayarak… Kırkikindi yağmurlarını dindirerek… Kalbim deli deli çarpmaya başlardı… Öyle bir heyecan, nedense! Kanım çekilirdi damarlarımdan… Dizlerimde derman kalmazdı! Yığıldım yığılacağım, diz kapaklarımın üstüne!
Açan bir çiçekti aşk bende… Çatlayan susuz toprakları yararak çıkan, sevgisizliğin kuraklığında inatla! Çıplak, arı duru duygulardı… Bakir, saf, temiz, çırılçıplak… Hercai gönüllü değildim ben. Aşklar, yıllarca hüküm sürerdi gönlümde. O kadar uzun, o kadar güzel, doyumsuz, ıssız… Harika bir şeydi! Tüm şiirlerime az ya da çok değdi. Kıyasıya sevdim!.. Doyasıya mutlu etti beni! Sevdiğime değdi!
Hâlâ elini çekmiş değil benden, aşk. Yine vurur sizlerden bana, sulu sepken… Camlarımı tıkırdatır, kapımı çalar yavaşça… Bu yürek sevmeyi fena öğrenmiş!.. Aşkı, herkesinkinden çok daha fazla, yani hakkıyla bilmiş!
Ancak siz, yağmurlarla gelirsiniz. Yağmurlar getirirsiniz. Gözyaşları, üzüntü, sorun… Beni bitirirsiniz. Gelişiniz sevinç, gidişiniz keder… Aşkınız beni mest eder, ayrılığınız keder üstüne keder… Heder eder!..
Öyle bir gidişle gidersiniz ki! Ne bir söz edersiniz, ne “Elveda!” dersiniz! Bir hışımla çekip gidersiniz, fark edemem, göremem, anlayamam bile… Rüzgârınız kalır geride, şiddetle hissettiğim… Beni alıp yerimden, önüne katıp götüren… Yerden yere çalan, yardan yara atan, savuran…
Öyle bir gidişle giderdiniz ki!.. Yerinizde yeller eser! Kim derdi ki bir zamanlar vardınız, bendeydiniz! Hani şimdi nerdesiniz?
O benimle beraber olduğunuz, yanımda durduğunuz zamanlar, benim gençlik zamanımdı. Öğle vaktim… Öğleye yakın ya da biraz geçkin… Şimdi bende vakit epey geç…
Bütün bunlar, şimdi bu yazdığım şiirde… Bu şiirde, yalnız… Bir şiire her şeyini yazabilir, tüm yaşantısını sığdırabilir bir şair! Şiir, şikâyetnamedir!
Seninle ben, Mısır’la Nil gibiydik. Şimdi ayrıldık. Mısır gibi ikiye bölündük. Sen Kleopatra gibi kuzeyde hüküm sürerken, ben dört tarafından yaş döken aşağı havza olarak kaldım, yalnız ve çaresiz…
Gidişinle ömrüm bölündü. Zinde çağım geride kaldı, yaşlılık elimde… İnsan, yaşlandığına karar verdiğinde yaşlanırmış. Ona çoktan karar verdim.
Bugün bu öğle vaktini sana ayırdım ve bu şiiri yazdım. Ben seni çok sevdim. Sen benim haritamdın. Bana yol gösteren pusulamdın. Beraberliğimizle kurulan ülkeye hayat veren nehirlerdin. Geçtiğin yerlere kurardım çadırlarımı. Sen benim haritamdın. Şehirlerimi sana bakarak yapardım.
Sen benim gündüzlerimin masmavi, ikindilerimin solgun, gecelerimin koyu laciverde dönen ılık deniziydin. Güneş dağlara vardığında, sular karardığında, koylarının karanlıklarına demirler, bu koca ruhumu, aklımı fikrimi sana bırakır, huzur içinde iki kişilik yalnızlığımın ıssız ve sessiz mutluluk diyarına giderdim.
Seninle gezer tozar, seninle konuşurdum, gün boyu. İçimi sana dökerdim. Sana anlatırdım, anlatılmaz dertlerimi… Kederlerimi tasamı sana demirlerdim de dönerdim dünyama. Kendimsi mutluluğuma… Isısz ve sakin huzur ülkesine…
Sen benim Kleopatra’mdın. O kadar önemliydin ki benim için, nasıl anlatsam! Gökler kadardın! Evren kadardın! Sonsuzluk kadar…
Ben Mısır’dım. Kurak, çorak bir çöl… Sense benim kraliçem! Nil’im… Mısır’a hayat verenim… Gökyüzü gibi üstümde… Bulutlar alan, yağmurlar salan ve hep yukarıda, en güzel yerde kalan… Güneşiyle toprağa can katan… Yıldızlarıyla ayıyla gecelerimi aydınlatan, süsleyen… Mısır için Kleopatra ne idiyse sen de benim için oydun işte! O kadar susuzdum, anla! O kadar açtım! Her şekilde muhtaçtım sana! Sense o kadın kadar, gökyüzü ve işlevi kadar önemliydin, benim için. Bir ilaheydin.
Sen benim uzaklara giden sevgilim… Gidip de aramıza surlar çeken yârim… Uzaklar güzeli… Tuzaklar güzeli… Aklar güzeli… İşgal edilen krallığım…
”Ne kadınlar sevdim! Zaten yoktular…”
Sizden sadece birlikte yaşanan günlere, gecelere ait hatıralar kaldı elimde… Otantik bir çerçeve, maziye bakan… Geçmişe açılan küçük, garip bir pencere… Hiç kapatmadım ben o pencereyi. Hep aralayıp perdesini, o günlere baktım durdum... En çok seninle birlikteyken yaşadığım hatıralara… Çünkü herkes uyurken ben hep seni düşünürüm. Onlar dururken ben yürürüm. Yollarımın sonunda hep sen olursun. Bütün yollar Roma’ya değil, sana çıkar. Düşüncelerim seni bulur, eninde sonunda… Baştan sona sen olurum!
Artık ayrıldık. Sen gittin. Yoksun artık ve bundan sonra hiç olmayacaksın. Mutlu günler daha o zaman bitti. Önüm yaşlılık… Önüm yalnızlık… Bu böyle gider artık.
Bu dünyada hiçbir şeye var olmadığım kadar sana vardım! Bir seninle baş başalığa… Seninle tenhalaşmaya vardım.
”Ne kadınlar sevdim! Zaten yoktular…”
Geldiniz, geldiğiniz gibi gittiniz… Seninle ne kadar mutluydum! O zamanlar öğleydi. Öğle üzeri… Şimdi asr vakti… Onlar o zaman gittiler. Sen de gittin. Bana, yaşlılık kaldı.
Şimdi ne yelkenler açanlar vardır aşklara, mutluluklara… Pupa yelken… Yıllardır bir düzen tutturamadım. Bundan sonra da olmaz zaten. Benim sonum belli… Yalnızlık var bana bundan böyle… Bir de ihtiyarlık… Daha ne?
Sen benim diğer yanımdın. Biz bir ülke kurmuştuk birlikte… O bölündü böylece…
Uzun ince yolun sonuna yaklaşmışım.
Arkamda aşklarım ve sen…
Önümde yalnızlık…
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0001
YORUMLAR
Bir şair çocukluk dürbünüyle bakardı uzakta elmalara...
Bir şairin sevgilisi güneşi her sabah alır yayardı ovalara...
Bir sevgili vardı altın güneşler ve turuncular ülkesinde; zaman geçse de yaşlanmayan...
Bir müzisyen vardı piyanoda uzun uzun "sonbahar ayrılıktır" ı çalan...
Bir gün vardı, bir gece vardı bitmeyen ve dost olunan...
Gitmeler bitti, kalmalar bitti, yerinmedim hiç bir şeye, ilenmedim hiç bir şeye...
Aynı göğün altındaydık ya; beraberdik bir ömür boyu ve sonrasında...
Tenler ölse de, canlar ölesi değildi...
Allahtan bu saatte uyanık kalabilmişim.
İnşallah bu yazı güne gelecektir.
Çok saygımla.