- 708 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Bir Bağlamanın Nazı Tellerinde
Bağlamanın nazlı tellerinde bir notadan diğerine seyrederken zihnim, Anadolu’nun bağrı yanık bir ezgisinde ağıda başlar gönlüm. Yapış yapış bir olmamışlık, yarım kalmışlık hissi içinde olmasa da olurmuş makamında düşüncelerle avutmaya çalışırım kendimi. Ama bilirim ki bazı şeyler olmazsa olmaz. Ama bize yani bizim jenerasyonumuza öğretilen ilk şeylerden birisi de yetinmesini bilmektir. Seksen darbesinden birkaç yıl sonra doğan bütün çocuklarda bu yetinme, daha fazlasını istememe durumu ile karşılaşabilirsiniz. Elbette istisnalarda çıkabilir karşınıza. Hayat bu garantisi yok, hele söz konusu insansa hiç ama hiç garantisi yok.
İnsan sahip olduklarına sevinmekten çok sahip olamadıklarına üzülmekle tüketiyor kısa ömrünü. Gençlik elbette güzel ama hata yapmaya çok elverişli bir ömür dilimi. İhtiyarlığın acı verici tarafı ise kuşkusuz herkesin söylediği sağlık sıhhat sorunlarının dışında ve ötesinde; kaçırılan fırsatlar, pişmanlıklar ve bir türlü insanı terk etmeyen kötü anılardan müteşekkildir. İnsan mutlu, sevinçli, neşeli anılarını hatırlayamıyor ama kötü anılarını ne yaparsa yapsın hepsini eksiksiz bir tamam hatırlıyor. Bu bilinçaltının bilinçli tarafa bir tür güç gösterisi sanırım. Ruh bilimi bu konuda ne der açıkçası bilemem, işin aslı bilmekte istemem. Ama bildiğim insan ihtiyarladıkça bu kötü anıların sayısının ve hacminin artıyor olması. Kümülatif bir şekilde birikerek insanın zihnini işgal eden bu kötü anılar bir türlü unutulamıyor. Bu anıların ağırlığı içerisinde insanda elbette ne ruh sağlığı kalıyor ne de zihin esenliği. Yaşlanmanın en kötü tarafı bu bence. Elbette sağlık-sıhhat, zindelikte önemli şeyler. Ama ruh sağlığı ve huzur da çok önemli, özetlemek istersek ikisi de olmalı. Yani genç insanların hiç kötü anıları yok mudur? Elbette bu soruya yoktur cevabı vermek son derece yanlış bir yaklaşım olur. Bu dünya da dertsiz insan mı var klişesine değinmeye hiç gerek yok diye düşünüyorum ki öyledir de. Ama insan gençken, sağlıklı- sıhhatli ve zinde iken bu kötü anıları bir şekilde asimile edebiliyor. Unutmak belki imkansızdır ama en azından hatırlamamak için çaba gösterip başarılı olabiliyor. Bunun nedenlerinden ilki kuşkusuz sağlık-sıhhat ve zindeliğin yerinde olması, ikincisi ise bu kötü anılarının sayısının az olması. Ama insan ihtiyarlayınca hem sağlık sıhhat ve zindeliğinin elinde olmaması hem de kötü anılarının sayısının fazla olması bu durumu çekilmez bir hale getirebiliyor.
Birçok yazımda da değindiğim gibi insanoğlunun yeryüzü macerası oldukça acıklı bir öykü. Sonsuz ruhlarımız sonlu ve sınırları olan bedenlerimize ve gezegenimize hapsedilmiş bir vaziyette. Bu yüzden insan için mutlak mutluluk, mutlak doyum imkânsız ve işte bu yüzden ihtiyaçlarımız sonsuz ve sınırsız. Ekonomi İlmi ile ilgilenmiş kişiler bilirler, ekonominin en basit tanımı: ‘Ekonomi; kıt olan mallarla sonsuz olan insan ihtiyaçlarını karşılama sanatıdır.’ Olmaktadır. Burada birkaç basit soru ile durumumuzu analiz etmek mümkündür. İnsan ihtiyaçları neden sınırsızdır? Bu gezegene ait olmadığımız o kadar açık ki bilim insanlarının bunu görmezden gelmelerini aklım almıyor. Yeryüzündeki tüm canlılara ve bu canlıların gezegenimizle olan uyumuna bir bakın ve sonra biz insanların gezegenimizle olan uyumsuzluğuna bir bakın. Bizim bu gezegene ait olmadığımız gün gibi ortada. Uzaylı olduğumuzu filan söylemeyeceğim. Evrenin kuralları evrenin her bir köşesinde geçerlidir çünkü. (Yani zaman ve mekân bizim gezegenimizde var da başka gezegende yok mu? Elbette var. ) İşin denklemi bütün yaratılış hikâyeleriyle birebir örtüşüyor gibi; insan bu dünyaya, bu evrene gönderildi. Bu bir tür ceza ya da cezadan daha çok bir tür eğitilme gibi bir şey sanırım.
Öyle ya da böyle insanın doğması, yaşaması ve ölmesi biyolojik açıdan diğer canlılara benzer ama ya tüm bunlar olurken hissetmesi, sevmesi, nefret etmesi ve kırılmasına ne demeli? Yani tüm bunlar hormonlarla, biyokimya ile açıklanabilir mi? En iyisi ben bağlamanın nazlı tellerine geri döneyim…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.