- 1522 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Okullar Açılırken
Sayın Başkan, Sayın İl Genel Meclisi’nin Değerli Üyeleri ve Değerli Yöneticileri. Bugün sizlere İlköğretim Haftası’yla ilgili düşüncelerimi sunmak üzere, şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Bugün sizlerle, cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar geçen zamana yolculuk yaparak, “eğitim- öğretim” de nasıl bir yerlerde olduğumuzu irdelemeye çalışacağım. Ben burada klasik söylemlerle bir şeyler söyleyip, değerli zamanınızı almak istemiyorum. Çok önemli gördüğüm eğitimimizle ilgili konularda bir takım açıklamalar yapmak istiyorum. Bildiğiniz gibi her yıl okullarımızın açıldığı ilk hafta, “İlköğretim Haftası” olarak kutlanmaktadır. Bu kutlamanın çok doğal olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. Okullar açıldı kutladık. Okullar kapandı kutladık. Peki, Başta Milli Eğitim Bakanı ve Yöre Milli Eğitim Müdürleri olmak üzere, Okul Müdürleri ve öğretmeleri, hatta velileri hiç düşündüler mi çocukların nasıl bir yıl geçirdiklerini? Ülkemizin geleceği için nasıl bir ürün elde ettiklerini? İnsan imal eden okulların, donanım ve kullanım verimliğinin yüzde kaç oranında olduğunu? Nasıl olsa birinci sınıf da okuyan öğrencilerimiz okur-yazar oldu, diğer sınıftaki öğrencilerde bir üst sınıfa geçtiler deyip, bu ders yılı başarılı oldu mu diyecekler?
Hep söyleriz, bir milletin okur- yazar oranı yüksek olursa o millet kalkınır. Okumuşu ve aydını fazla olunca her alanda ileri bir düzeye ulaşırız, diyoruz. Bu söyleme buraya kadar doğru dersek bile, yanlış olan ne diye düşünmemiz gerekmez mi? Biz ülke olarak, istediğimiz hedefi neden tutturamadık diye hiç düşündük mü? Neden geri kalmış ülkeler sıralaması içindeyiz diye hiç düşünenimiz olmadı mı? Olduysa neden bu yerlerde olduğumuzun çaresine bakılmıyorlar?
Çok önemli bir tespitim de şudur ki; Kurtuluş Savaşından önce, okuma yazma sayısı yok denecek kadar azdı. Birçok yerde okul yoktu. Kurtuluş savaşını müteakip, Cumhuriyet’in İlanından sonra birçok yerlerde okullar açıldı. Atatürk’ün emriyle her tarafta okuma yazma seferberliği başladı. İlkokulu okumak zorunlu ve parasız oldu. O günden bu güne okuyoruz. Okuyoruz amma, yoksulluktan bir türlü kurtulamıyoruz.
Bir insanı yirmi yıl okutuyoruz, okul bitiyor işsiz- güçsüz dolaşıyor. Neden mi derseniz? Biz onu sadece okutuyoruz. Ona hiçbir şey öğretmiyoruz. Çocuklarımız sadece okula gidip geliyorlar. Okul bittikten sonra ellerindeki diplomalar çoğu zaman işlerine yaramıyor. Çünkü iş yapma becerisinden kazandırılmamıştır. Bu nedenle iş bulmada sorun yaşamaktadırlar. Sosyal düzenden payına düşeni alanların çocukları haricinde, has bel kader olanları saymazsak, manzara böyledir.
Şimdi biriniz kalkıp sorasınız, peki ne olacak şimdi?
Sayın Başkan, Değerli Arkadaşlarım. Özet olarak bir araştırmamı sizlerle paylaşmak istiyorum. Belki soracağınız sorunuza da cevap teşkil etmiş olabilir.
Eğitim-öğretimini en çok merak ettiğim ülke, Japonya idi. Bir gün bir Japon öğretmenle karşılaştım. Tercümanım aracılığıyla yapmış olduğumuz sohbet sırasında, ülkesinde nasıl bir “eğitim-öğretim” olduğunu sordum.
Bana ne dedi biliyor musunuz?
“Japonya Devleti, yenidünya düzeni içinde kendine yeni bir Japon milleti yarattı,”dedi.
Peki, bunu nasıl başardınız diye sorduğumda?
Aynen şunları söyledi: “Bizde, anne baba çocuk yapmaya karar verdiğinde, çocuk eğitim merkezlerine giderek amaçlarını söylerler. Çocuk eğitim merkezinde çalışan uzmanlar, anne ve babanın neler yapmaları gerektiği hususunda eğitirler. Sonrasında, çocuk dünyaya gelmeden, anne karnında sağlıklı bir beyin algılamasıyla dünyaya gelir. Bu çocuk dört yaş ve dört aylık olunca da, her gün ailesinden alınıp her türlü kuruluşlar gezdirilir. Altı yaşına kadar yöresindeki bütün tesislerin nasıl yapıldığı öğretilir. Sonrasında Atom bombasının, nasıl Hiroşima ve Nazakası’ya atıldığını ve insanların nasıl yok edildiği öğretilir. Son olarak da, “Hiroşima ve Nazakası” müzesi gezdirilir. Okul öncesi eğitimde tamamlanarak, okula alınırlar. Onlar artık, ülkesini, milletini seven ve milli duyguları gelişkin bir Japon olurlar. Devletimizin görevi onlara bu ortamı hazırlayıp sunmakta, bizim görevimizde çocuklarımızı eğitip- öğretmektir, dedi.
Tercümanım, Türkiye de Hiroşima ve Nazakası yok ki, bizim çocuklarımız da bir Japon çocuğu gibi yetiştirilsin, dedi.
Ne dedi biliyor musunuz?
“Sizin milli şuurunuzu, emperyalistler kayıp ettirilmişler. İnsanları bir birine düşürülmüşler, dedi. Hâlbuki kurtuluş savaşınızda, dünya devletleri orduları Çanakkale’yi geçemediler. Orada yazılan tarihinizi çocuklarınıza göstermelisiniz. Ben ülkenizi gezdim. Ülkenizin, zengin bir tarihi geçmişi mevcuttur. Sizler, bütün bu gerçekleri çocuklarınıza aktarırsanız, onlarım milli bilincini zengin kılarsınız,” dedi.
Bu söylem karşısında, bizlerin çocuklarımıza karşı ne kadar duyarsız davrandığımızı düşündüm. Ne büyük hatalar yapıldığını anladım. O’na teşekkür edip ayrıldım.
Sayın Başkan ve değerli arkadaşlarım.
Dünya var olduğu günden beri, üzerinde yaşayan insanlar, her zaman doğruyu öğrenmenin peşine düştüler. Kimileri öğrendi, kimileride çeşitli nedenlerden dolayı engellendi. Kimileride yoksulluğu kader saydı. Kimileride kendine karşı olanları suçlu sayarak yok ettiler. Kimileride eğitimli bir toplum olmamızı engelledi. Bu durum bize çok pahalıya mal oldu ve olmaktadır. Bu çelişkiyi ortadan kaldırmanın yolu, eğitimli bir toplum olmamızdan geçer. Bakın, M.Ö 1000 yılında yaşamış olan bir Çin Ozanı, Kuan Tzu bir şiirinde ne diyor?
“Bir yıl sonrayı düşünüyorsan tohum ek,
On yıl sonrasını tasarlıyorsan ağaç dik,
Yüz yıl sonrasını düşünüyorsan halkı eğit.
Bir kez ürün verir ekersen tohum,
On kez ürün verir dikersen ağaç,
Yüz kez ürün verir eğitirsen halkı.
Balık verirsen bir kez doyurursun halkı,
Öğretirsen balık tutmayı hep doyar karnı.”
İşte bizim sıkıntımız, insanlarımızı belli beceri sahibi yapamamaktır. Aslında bu konuda verecek o kadar çok örnekler var ki, saymakla bitmez. Bütün bunları göz ardı etmeden, çocuklarımıza gerekli imkânları sağlamalıyız. İnsana yatırımı doğru yerde ve doğru zamanda yapmalıyız. Aksi halde, kendi kardeşine düşman kesilirler. Geçmişte gördüğümüz gibi, günümüzde de bu örnekler yaşanmaktadır.
O zaman elimizi vicdanımıza koyup, el birliği içinde, bütün çocukların “vatanını, milletini ve bayrağını” seven, milli duyguyla dolup taşan bireyler olarak yetiştirilmesini sağlamaktan geçer. O nedenle, üzerimize düşeni fazlasıyla yapmamız gerekir, diyorum. Okul yapmak yetmiyor, o okulun içini bilgi kaynaklarıyla donatmak gerekiyor. Akademik “eğitim-öğretim” yapılmasına geçmek gerekir, diye düşünüyorum. Ancak o zaman temel kaynak saydığımız çocuklarımız, sağlıklı bir biçimde yetiştirilmiş olsun.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım. Şahsı düşüncem o dur ki, her yıl olduğu gibi, bu yılda okullarımızda kutlanan “İlköğretim Haftası”nın çok verimli çalışmalarla yeni kazanımlar kazanmış olmalarını diliyor. Sözlerimi daha fazla uzatmadan, beni dinleme lütfünde bulunduğunuz için teşekkür ediyor saygılarımı sunuyorum.
Mürsel Adıgüzel