- 580 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Güneşe biraz umutla gözlerimi açıyorum 3…
Ayın en parlak ışıklı olduğu gecesiydi sen yalnızlığımdaki karanlığımdan en çok çıkmak isteyişimdi…
Kanat çırparken arkasından gidişine baktıklarımızdı içimizdeki özlem duygularını zirveye taşıyan…
Hep baka kaldık, sadece gidişlerinin an zamanlarını kare kare beynimize kazıdık…
Ardında kalan yılları umursamadan her an düşleyip, her düşleyişimde de midemin bulantısı yıllara sarktı gitti…
İçimizdeki ürpertiyi acı ile tetikleyen hep o düşünce karelerinin an be an aklımıza düşmesi, gözümüzün önüne çöreklenmesi ve yıllara acılanmalarla sarkmasıydı asıl beden yıpranışlarımıza sebep olan…
Yedi gün yedi pencere, yedi bin bakış, bir umut, ardındaki bekleyişe kapı açan sen özlemi ile gözlerim camına yapışık kaldı. Sanki geceyi delen bakışlar ve camdan akan ışık sadece merak ve umut…
Yaşamımın içinde kaybolan yıllarımı saklayan bir cam ardı düşünceleri yaşamına perde yapmış bir beden…
Sönük umutların mecalsiz nefes almalara dönüşmüş bir sevgili özleminin ardında kalan yıllar ve yılları içine gömen bir adam, bin umut…
Belki de yarınsızlık korkularının kırılmış pencere camının çatlamış kenarlıklarına yapışmış umuttan düşmüş bakışlar…
Ben seni ömrüm saydım sevgili, ömrümle kopuşan nefeslerde var saydım, senle doğan tüm düşüncelere ek saydım ve yarınlarımı yok sayarak kendimi sen sandım ve yaşadım bu günlere…
Olmadı, bu günlere uzayan sen, düşlerindeki düşüncelerle tüm giysilerim bol geldi bana ve yaşamımın tüm zorlukları ise dar oldu bana…
Kahredici, öfkeli, derinden nefesler ve yok sayılmış geçmişimde var olan, hızla akan sıkıntılarla korkular düş yorgunluğu…
Ve adam korkuyordu ölünceye kadar seni bu kadar sevememekten…
Ömrünü adına eklemişken sen düşleri ile korkularının içinde var olmaktı tüm eş yaşamla ben yalnızlığı…
Yarın diyorduk, yarınlar beraber olmalı ama bu günlerdeki yalnızlık artık sürükleyemez beni yarınlara…
Yarın yoktu ama dünlerde vardı var güçle içinde olduğumuz yaşam…
Sen ve ben yuvası bozulmuş kuşların göç yollarında karşılaşma umudu bile olmayan bir yaşamın dışına taşındık artık...
Yaşam son nefeste hesabı görülemeyecek yaşam kareleri ile dolu ve sen affedilemeyenler safındasın bence artık…
Yıllardır suskunluğumu bozarak durmayasıya sana konuşuyorum…
Her konuşma sonunda ki, ruhum eriyor, nerede ise sukut edecek ruhum sonra da dilim lâl olduktan sonradır ki yaşam bir hiçlikte koşacak…
Hasreti anlatmaya, özlemi tarif etmeye, çilelerin darbelerini bedenimden atmaya çalıştıkça, ruhum düzeltilemez yıpranışlarla pes edecek bir gün acıya…
Ve sen benim kimsesizliğimdeki kalabalıklığımken şimdilerde tüm yalnızlığım omuzlarımdan düşerek beden sızılarına dönüşmek üzere…
Durmayasıya veya duramasıya hayal kurmaların veya düş toplamanın peşinde oldukça, tüm varlığımı eskitircesine vedasız bir gidişin beklentisini yaşıyorum…
Yığıldıkça yığıldı sensizliğe efelendikçe, bedenimdeki pişmanlıksız yaşamın kırılıp parçalanmaları…
Yılların gün ve gecelerine yığılan, acılanmalarımın kesintisiz özlemin içinde boğulurken, bu özlemin ardına sığınan öfke faktörünün bedensel bedelleri ağır ödeniyordu…
Duramayasıya bu devinim devam ederken, öfkenin ardına sığınan feryatlarımın içinde saklanan kızgınlıklarımın çaresizliğiydi bu günlere sarkan mutsuz yaşamlarım.
Öfke ve çaresizlik güçlü iki baş edilemez duygudan çıkmış bedensel ve ruhsal tükenmişliklerle yaşamda zor nefesler alıyordum…
Başta gelen uykusuzluk ve de hissettiklerini anlatamama duygusuydu asıl bedeni zorlayan…
Ve çaresizlik arttıkça artık kabulleniş ile yaşam gün gün zorlaşırken kendime acıma duygularımdı asıl baş edilemeyen yaşam kesitleri…
Yıllarım bu ikilemlerle geçerken gün be gün sevgili dediğim gözümden düşüp, nefrete dönüşen bir yaşamın kapısı açılıyordu…
Nefret ve yaşam birbirlerine uyum sağlayamayan iki mecburiyetlerimdi artık yaşamın bu günlere uzayan kısmında…
Nefret, öfke ve yaşam dar zamanlarımdaki yaşamımın çerçevesini oluşturuyordu artık.
Kendine bile küs ve pişman nefeslerin sahibi olmak bambaşka bir yaşam şartıydı…
Çaresizliklerim tüm yaşamıma kelepçeler taktıkça kendine kendime olan güven duygularımın eksildiğini hissediyordum…
Kendine küskün ve kendine güven eksikliği ile yaşam kendini daha da çok zorluyordu artık…
Ve ben bu zor şartlarla baş etmek mecburiyetini yaşadıkça veya hissettikçe yıllar Benim kontrolümden çıkarak yaşamı içine alıyordu…
Bir kere “eyvallah” demişik, kalemin ardındaki mürekkebin düştüğü sayfalarda ki tüm cümlelerimle demişim bu lafı…
Gerisi haz ve pişmanlık dolu olsa da ne sayfalar terk edilir, ne de mürekkep tükendi kalemden, “benden bu kadar” demişim yazarak…
Bir kere son nefese sürer bu düşünceler sürer denmiş, gerisi yaşamın kesik zamanları, ama kesik nefesler devam etmiş yaşamın çilesi bu sevgi ile de düşmemiş omuzlarımdan…
Şimdi son pek de uzak olmasa da o sevgiye hâlâ saygı duyuyorsak ve ilk söylenen tüm cümlelerin arkasında duruyorsak ki o heyecan hâlâ duruyorsa, bedenin bir yerlerdeki saklısında duruyorsa ve o sevgiyi acılarından korkup yaşamından bıkıp kaçmamız ne kadar gerçek olurdu?
Ya korkusuzca varım diyebilecek insan veya ben, ya da yeni bir kaypak yaşama adım atacak, kalanlardan biri olarak… Ya gide , zaten tercihini kendi gerçeğine göre yapmış artık üzüntü ve kabullenilemeyen sevginin gerçeklikteki payı idi…
Biz sevginin o günlerinde ki heyecanlarına tutsak olarak bu günlere sarkıttık kendimizi…
Kaç kez kendime sahip olamayarak ona ruhsal ve de bedensel açıdan teslim olmuştum?
O günlerden bu hareketimizin doğruluğuna inanmış ve aşırı güven duygusu ile iç huzuru duyduğum bir teslimiyetti…
Doğruluğunu veya yanılgımı zaman gösterecek dedikçe, kendimde aşırı bir güven doğruluğunda nefes alıyordum…
Bence o günlerde o sevginin içinde varlığımı ruhsal açıdan sürdürebilmek için ona var güçle güven bağımlılığında yaşamam gerekiyordu. Yoksa yaşam bir güvensizlikle yaşanmaz halde işkenceye dönüşürdü…
Şart mıydı bu güven duygusunu o günlerde yaşama dahil etmek, evet çünkü şüphe duyulmayan büyük bir sevginin içinde karşılıklı olarak yaşanıyordu…
Aslında ikilemli duygularla yaşanıyordu bu sevgi yeşilliği… Her anın kendiliğinden büyük hazları ve de iç huzurları vardı bu güne beni yanıltan. Bu iç huzurların o zamana göre geçiciliği kısa zamanda ortaya çıkabilirdi ama sevgiye tutsaklıktı o günlerden bu günlere sarkan yaşamımın ezik tarafı…
Ve hiç beklemediğim zamanlarla hiç ummadığım olaylarla tükettim onu veya tükettik birbirimizi…
Yaşamın karanlık düşünceleri belki de bu son ile ortaya çıkıyor ve kendine olan güvenle sevgine olan inanma duygusu zamana göre bir biri ile çatışıyordu ve şu soru çıkıyordu ortaya ‘hangimiz neyle tükettik bu sevgiyi ve ya “neler yaşanırdı bu sevginin tükenmesi için?”
Evet, sonu yıllar ve yıllar sonrası bu günlere uzayan bir sevginin varlığının hâlâ hayret içinde yaşamaktı asıl olan sevginin sebepleri ile bu günlere ulaşma şaşkınlığı…
Tüm yazdıklarım veya yaşadıklarımız mükemmel bir hayatı mı anlatıyordu?
Sadece gözlerimde yaş biriktirdiler, hele bazıları, hıçkırıklara boğularak noktayı koyduklarımdı...
Hâlâ üzgünüm bu kadar kasvet cümleleri ile, keşke başka şeyler yazsaydım...
Belli ki bu düşler de sona ermeyecek sanırım, nefes sonuna...
En iyisi bir şarkıya sığınmak galiba...
Bir gün sen de benden çok ağlayacaksın diyerek...
Tek isteğimiz vardı bu yaşamdan elimizden alınanlarla da yetindik uzun dönemlerde korkulardan kaçarak...
Ama artık korkunun bedenimde açacağı yuva kalmadı ve ben ruhumda hür kalmayı öğrendim...
Sana hep ben, sende tutkuda yaşamı denedim, ben sende yaşamın dibinde acıyı yaşadım ama gene de seninle var olmaya çalıştıkça sevmekten bezmedim derdim, hatırladın mı?
Yaşamda sevmek varsa eğer sonsuza içinde kalmak gerek...
Demek için de sadakat gerekliydi…
Yaşamım ve kendi kendime içindeki zamanlara göre kızgınlıklarım, küskünlüklerim ve olmasından fazla yüklenen acılanma sebepleri ile kendime olan pişmanlıklarımın art arda sıralanıp, bedenimde terler oluşturuncaya kadar beni bunaltmasıydı belki de hazmedemediğim yaşam kesitlerinden peydahlanan toplam bezmişlik…
Kaç yılıma hükmediyordu bu basınçlar ruhsal yapıma?
Kaç olaya ben ve kaç berbat bir yaşam kesitime sebep olan kimdi?
Ve bendeki küskünlüğünün bu kadar acımasız sınıra dayanan sebepler neydi?
Sevmek ve sevilmek, bu günlere 0damgasını v0urmuş sebeplere ulaşılmasını sağlayan eksiklik neydi ve kim kime karşı neden eksilmişti…
Söylenen sözlerin ve de yaşanan an zamanlarındaki eksiklik neydi ki bedenlerimizi bu kadar hırpalayan kusurlar nelerdi?
Peki, bu kadar yaşam kırıklığında sevginin özel bağı neydi ki hâlâ kendi gücünü koruyordu?
Ve nasıl bir güçtü bu ki geçen yılları yok sayarak hâlâ bu günlere ulaştırabiliyordu kendini?
İşte bilinmezlik ve şaşkınlık bu düşüncelerde başlıyordu çaresizlik ile...
Düşündüm de bu fikri ve bu soruyu sorabilen kaç eski sevdalı vardı bu yaşamın arka penceresinde?
Evet herkesin içinde bir mızrak ucu ile kanatılışı vardı…
Gitme kararı alıp da beni yoksul, sensizlik yalnızlığına gene de atma veya düşürme beni gene de sen…
Bana kendine sen gitme dedirtme ne olur…
Geçmişe ait tek kalmış saygın varsa ki bana gitme dedirtme…
Veya sen kendi başına, tek başa git.
İstersen, beni, geçmiş, yaşadıklarını veya yaşadıklarımızı hiçe saymışsan elbette git ki, koyulaşsın bu dengesiz yaşamın düşleri… Ne düşünürsem düşüneyim, düşlerime kim girerse girsin ki, boş vereyim, yaşamın çeyreğinde kalan ne varsa, ki batsın dibe tüm diğerleri gibi ki sen git…
Hem de uzağa, gidebildiğin kadar uzağa git ki soyu kurusun bu gölgelikli sevginin…
Seni sevmiştim, senle ne yaşanırsa yaşansın kabullenmişim bir kere…
Son nefes son çare bile olsa yaşanacaktı bir kere ki, sen gene de git, soyu dökülsün ak kumların dibine, bu sevdanın…
Bir yol bu gidişe destek olan, bir köprü bu üstünden geçilir, bir sevda bu üstüne basılır ki sonu yarınsızlık bu gidişin, sen yine de bu sefer git ki dönemeyesiye…
Adam kadının kulağına eğilip sadece nasılsın demek istedi…
Özledim demek geldi içinden ama yutkundu, aslında bu bir bahaneydi sabahın erkeninde ve geçmişin tüm bedel ödentileri omuzundaydı özlem adına yarınları özlemekle asıl bedenle bedel ödeniyordu...
Belki de buna bedensel bedel ödenti denirdi ama gerçek özlemin içine sığmıştı hasret…
Aniden geç gelenim dedi hem de çok geç gelenimsin ama en çok özlemimde sensin demek istiyordu, kendi kendine mırıldanarak…
Ve sen benim gerçeğimsin yaşam sebebime derken, gülümsemek istedi sanki sevdim dediği karşısındaymış gibi…
Bu kadar kalabalıklığımın içindeki yalnızlığımsın sen derken, gülümsemesi yüzünde dondu...
Yabanıl düşüncelerle yalnızlık hislerinin dar zamanlara düşürdüğü düşsel yorgunlukla geçmişin tüm aksaklıklarına öfke ve kin dolu bakışlarımı ardımda bırakarak kendimi bulmak istediğim bu zamanların içinde bazı şeylerin yokluğu… Ve ona ait düşünce sızıntıları ile sadece kendimi suçlarken, uzun bir yolculuğa çıkıp, tüm iç burkan beden ısılarımı terk etmek istiyorum…
Garip bir iz yorgunluğuydu bu geçmişin tüm ağırlıkları ile…
Acı bir gerçekti, yalnızlığımın duramayasıya çoğaldığını hissediyor ve sadece kendi hayatımın giderek daraldığını, zor nefeslere ulaşan küskün nabız atışları ile kendi kendimi koruma çabasında iken, geçmişin tozlu yollarında aksaklıklarla yürürken, garip bir acıma duygusu ile kendimi gözlüyorum…
Bunların tümü çaresizlik bakışlarının ardına sığınan pişmanlık hislerinden uzak, kendi kendimle barışık hâle dönme çabaları ile yaşamı yeniden inançla, yaşama arzusu ile tutma peşinde olarak iç huzura bedensel umutlarla var olma çabasıydı…
Ben, sol omuzum, sokaktaki binaların duvarlarına yaslanmışken, yüreğimi bastırıyordum seni beklerken…
Artık yaşamak istediğin tüm düşünceleri bir, bir anda kendine ait gecesinde gerçeğe dönüşüyordu, çünkü tüm hayâlleri saklanmıştı düşüncelerinin içine ve artık gerçekler kendine has gecede yaşanacaktı...
Ne diyeyim ki, insanoğlu ederi kadardır… Ve yaşattığı kadar yaşamları... Ölçüsü insanlıktır yaşamının...
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.