- 545 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Ölüme Dair
Ölüm. Her sabah doğan güneş gibi, yağan yağmur gibi, esen rüzgâr gibi, toprak kokusu gibi, her an karşılaşabileceğimiz kadar yakın ve gerçek. Biz insanlar yaşantımızı ölmeyecekmiş gibi planlasak da, yaşam planımızı eninde sonunda bozacak olan yegâne gerçek belki de. Her insan günün birinde öleceğini bilir ama her insan günün birinde öleceğine inanmaz. Bu sebepten ölümler hep şaşırtıcı gelir insana, inanılmaz gelir. Oysa yağmur sonrası toprak kokusu, bembeyaz yağan kar, sabah kahvaltısındaki bir bardak sıcak çay, bir dilim poğaça kadar gerçektir. Hayattaki tek gerçektir denilemez ama gerçektir. Bir insanın ölüme inanmaması, o insanın ölmeyeceği anlamına gelmez. Ölüm sizin inançlarınızla ilgilenmez.
Tüm bunların yanı sıra ölümünde nedenleri vardır. Yaşlılıktan, hastalıktan, fiziksel ve kimyasal sebeplerden dolayı ölüm gerçekleşebilir. Ama bilimsel olarak tüm ölümlerinin asıl nedeninin öyle ya da böyle oksijensizlikten yani enerjisizlikten kaynaklandığı belirtilmektedir. İnsan vücudunu oluşturan milyarlarca hücrenin bir organizma çerçevesinde organize bir biçimde çalışırken bir anda organizasyonun bozulması ve parçalanmadan bahsediyoruz. Ölümün adli ve tıbbi olarak tanımı; total serebral fonksiyonun ( bütün beyin fonksiyonlarının), spontan solunum sistemi fonksiyonlarının, spontan dolaşım sistemi fonksiyonlarının tamamının irreversible (geri dönüşümsüz) olarak durmasıdır.
Toplumumuzda ‘vadesi bu kadarmış’, ‘ecel gelince her şey sebep olurmuş’ gibi yaygın bir yaklaşım tarzı vardır. Dini inançlarımız gereği ölüye ve mezarlıklara saygı duyulur. Çeşitli dini ritüellerde bulunulur. Her topluluğun kendi inançları çerçevesinde ölümü karşılama şekli mevcuttur. Bizdeki genel uygulama ölen kişiyi, bembeyaz kefen bezine sararak toprağa gömmektir, Avrupa’da daha ziyade tabutla ve kıyafetleriyle defin işlemleri yapılır. Bazı Uzakdoğu ülkelerinde ise ölmüş insan bedenleri yakılır. Kimi toplumlarda ölü bedeni mumyalanır. Eski toplumlarda ölen evin temeline defnedilirmiş. Tüm bu inanış ve uygulamalarda ise ortak payda kuşkusuz ölümün kendisidir.
Öyle ya da böyle, yakın ya da uzak eninde sonunda ölüm, yaşayan herkesin başına gelecek. Tarih bunu her zaman ispatladı. O meşhur söz aslında bu durumu çok iyi bir biçimde özetlemekte; Başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır. Durum böyle olunca aslında önemsizmiş gibi görünen yaşamımızın her bir dakikasının ne kadar önemli olduğu çıkıyor karşımıza. İyi yaşamamız ve iyi ölmemiz dileklerimle..
YORUMLAR
Bizim köyde ölenler için "Yiyecek tanesi bitmiş" denir. Çocukken çok gülerdim bu söze. Şimdi "tanenin" ne demek olduğunu iyi biliyorum.
Ölüm korkusunun nasıl bir şey olduğunu daha iyi anlayabilmek için yaşlılarla on gün geçirin kafi. Aslında hepimizin eşit mesafede durduğu bu olguya onlar kendilerini o kadar yakın hissederler ki; hemen her davranışları onu biraz daha öteleyebilmek içindir. "Doktor ne dedi. Ne ilaç verdi. Ne yemeliymişim, ne yememeliymişim. Kazağım ince mi, şurdan kayar mıyım, ya uyanamazsam vs. gibi sorularının hepsi ecele çelme takacak zamanı kazanabilmek için. "Ya Rabbi al artık emanetini" diye dualar eden ama hastalığı ilerledikçe o kaçınılmaz yok olma korkusuna kapılan ve günlerini ölmemek için çırpınarak geçiren ihtiyarları görmelisiniz. Bunca ahbaplıklarına rağmen ölümü en iyi bilen yine de onlar değillerdir.
Neyse, ölüm güzel bir şeydir aslında; eğer iyi bir insansanız level atlıyorsunuz. Bundan sonrası kabirde ters dönmek, kemikleri sızlamak, inecek nuru beklemek, yılan çiyan börtü böcek kovalamacası, sonra üçüncü level: Mahşer. Orası karışık tabi biraz. En uzun ve en zor level olabilir. Sonrasında oyun bitiyor zaten. Biraz da böyle bakmalı ölüme.
Bir de ölümün bir rengi olsaydı, yani kendi seçebileceği bir rengi bence o siyah olmazdı.
Hepimize hayırlı ölümler.