- 884 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
451 - HİKÂYECİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
Eskiden, Toroslarda yaşayan, özellikle Güney Anadolu Türkmenlerinin obalarında uzun kış gecelerine anlam katan, monotonlaşan hayatı bir nebze olsun renklendiren hikâyeciler varmış. Bu sanat da diğer sanatlar gibi ustadan çırağa aktarılarak yakın zamanlara kadar gelmiş. Günümüzde, tek tük de olsa hikâyecilere rastlamak mümkünmüş.
1333 yılında, kırk beş yaşındayken lekeli hummadan ölen Kör Şakir denilen bir hikâyeci varmış. Son hikâyecinin çıraklarından biriymiş. Gaziantep Kuşatmasında bacağından birini topa kaptırmış. O yörede bacağa kıç denilirmiş. Onun için, bir ayağı takma olduğundan ona Tahta Kıç diye bir lakap takılmış. Bu meşhur hikâyecin asıl adı Kadir’miş. Kadir Ağa olarak anılırmış. Oralarda çocuğu olmayanlar Arap’a adaklanırlar, adak gereği çocuk sahibi olunca onlara isimlerinin yanı sıra Arap adını da koyarlarmış. Onun babası da çocuğu olmadığı için Arap’a adaklanmış. Sonra bir oğlu dünyaya gelince babası, ikinci isim olarak o adı koyduğu için kendisine Arap da denirmiş. Son hikâyecinin iki çırağından biri o, diğeri de Maraş Savaşında şehit olan, Memili lakabıyla maruf, Kalfa Mehmet’miş.
Üst dudağının ortasında meme başı biçiminde çıkıntı olan kişilere Memili, üst dudağı yarık olarak doğanlara da Tavşan Dudaklı denirmiş.
Çocuğu olmayan adamlar, adaklanmak için buğday pazarına gider, ilk karşılaştıkları Arap’a: “Bir oğlum var, sana satayım!” derlermiş ve pazarlıkla, olmayan oğullarını ona satarlarmış. Adaklandıktan sonra doğan çocuklara ‘Arap’ adı verilmesi bu olay nedeniyleymiş. Bu adaklanma olayındaki satış, eski Türk adetlerine göre önceleri demirciye yapılırmış. Sonradan, bulunulan bölgeye göre değişiklik arz etmeye başlamış.
Ustaları Kör Şakir’in ustası da Haphapçı Mustafa olup, haphapçılık yani nalıncılık yapmakta olduğu için bu sıfatla anılmaktaymış. Onun ustası da, Sofu Hoca adında büyük bir zatın yetiştirdiği Kendircioğlu Hacı’ymış.
Arap Hacı yani Tahtakıç Kadir Ağa, 1877 doğumlu olup, 1900 yılından beri hikâyecilikle geçinmekte olan, tokgözlü, onurlu bir adammış.
Hikâyeciler, meddahlar gibi kahvehanenin bir köşesine oturup, ellerindeki yaklaşık yarım metre kadar olan değnekle masaya vurup, öykülerini anlatmaya başlarlarmış. Kırk gün kırk gece süren öyküler bile varmış. Dikkat dağılınca ya da dinleyicileri heyecanlandırmak için o değnekle masaya vururlarmış.
Anlatmaya: "Hak dila yârân-ı safa düneyin kıssamız budur karar..." diye başlarlarmış ve bir tekerleme söylerlermiş. Masallarda olduğu gibi hikâyelere de birer tekerlemeyle girilirmiş.
O yörede öyküleri: “Gelin, bugünkü kıssada dinleyin vari… Elühdetualer ravi…” yani: “Ey safa dostları! Dünkü hikâyemiz budur, karar. Gelin, bugünkü hikâyeyi dinleyin, var olan. Bunun sorumluluğu bana aittir.” diyerek anlatmaya başlarlarmış.
Bunu derleyen kişi, yolda bir dilenciyle karşılaşmış. Adı, Hacı İsmail’miş. O da en az Kadir Ağa kadar güçlü bir hikâyeciymiş. Canlı Türkçe sözcüklerle, çok güzel bir lehçeyle konuşuyormuş. Diğer hikâyeci ise Kayseri ve Everek taraflarındaymış.
Hacı İsmail, bembeyaz sakalları olan, gür bıyıklı, iri gözlü, iriyarı, heybetli bir adammış. Altmışlı yaşlardaymış. Aslen Arapgirliymiş. Anadolu’da gezmediği yer kalmamış. Net ve akıcı bir anlatım yeteneğine sahipmiş. Perili cinli, şeytanlı efsanevi hikâyeler anlatırmış. Onları anlatırken Tepegözlerden de bahsedermiş.
Tepegöz hikâyesini babasından duyduğunu, onun o olayı, yaşarcasına heyecan içinde nasıl ballandıra ballandıra, aşırı derecede duygulanarak gözyaşları içinde anlattığından bahseder, öyküye temel olan olayın gerçekten yaşandığına kendisi de inanır ya da inandırıcı olmak için inanırmış gibi yaparmış. Dermiş ki:
“Tepegözler, Kaf Dağının ardında yaşayan on sekiz milletten biriymiş. Bunların insanoğlu gibi saçları sakalları yokmuş. Doğuştan dazlakmışlar. Konuşurlarken pancar gibi kıpkırmızı kesilirlermiş. Yaşadıkları kasabada kimsenin bizim gibi iki gözü yokmuş. Herkesin başının tepesinde büyük bir gözü varmış. Onun için bunlara Tepegözler denirmiş. Bizim gibi yiyip içmezlermiş. Hayvanların memelerinden süt emerlermiş. O kadar çok emerlermiş ki zavallıların damarlarında süt namına bir damla kalmaz, artık ağızlarından kan gelmeye başlarmış! Aralarında öyle babayiğitler çıkarmış ki insan onlara hayran kalırmış! Fakat insanların kendilerine bir kötülük yapacağından şüphelendikleri zaman ne yapar eder, onların canlarını alırlarmış. Güç yetiremezlerse çeşitli desiselerle ama mutlaka öldürürlermiş. Onların yaşadıkları yere, Kaf Dağının eteklerine gidenlerin, aralarına karışanların sağ salim geri dönmeleri imkânsız gibiymiş. Dönenler, kurtulduklarına şükreder, onun için de türbelerde davarlar keserlermiş.”
Hacı İsmail, anlattığı öykülerin karşılığında bir miktar para talep eder, genellikle gerisini sonra anlatacağını söyleyerek bir bahaneyle oradan uzaklaşır, epey bir süre ortalıkta görünmez, onları merakta bırakır, aranan bir adam olmanın keyfini doya doya çıkarırmış.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 451