- 1301 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Osmanlı ve İslam Muhtasar Giriş
İslamik ve sülale (dinasti) tip (Türk) toplum ve devlet yapılarında sınıf var mıdır?
Kuşkusuz vardır.. ama ne oranda ele alınmıştır, doğru dizgelenmiş soru bu olmalıdır?
Kaba-pratik çözümleme ile söylersek; iki sınıfın varlığını net olarak biliyoruz ve kesindir, bunların konuşan ve savaşan sınıflar olduğunu söylemek gerekiyor.
İlki, yani konuşan sınıf literatür kavram olarak “Oratoryenler” olarak kaydediliyor.
Politikacılar, yöneticiler din adamları, demagoglar sınıfı gibi.
Coloresque remzleri beyaz oluyor.
İkicisi “Bellatoryen”lerdir, bunlar da savaşanlar sınıfı oluyorlar.
Krallar, sultanlar, kaanlar, çarlar, imparatorlar, emirler, şövalyeler, paşalar, generaller gibi.
Coloresque remizleri kırmızı oluyor.
Görüleceği gibi, retorik-ritüel belirleyenliğiyle öne çıkan sınıflardır.
Ortaçağı bu kavramlarla anabilme serbestimiz var.
Daha da toparlayarak söylenirse, aslolan tüm sınıfları retorik ve ritüel çelişkileriyle görebilmektir.
Vaaz verenler, nutuk söyleyenler (konuşanlar) ile askeri-muharip erkan (savaşanlar) yönetsellik ortaklığı anlamında bir dualizmleri var.
Yönetimi paylaşan iki büyük egemen gücün koalisyonu olduğunu söyleyebiliyorum.
Bu iki sınıfın temsilcisi olan ve eşitler arasından seçilen bir askeri - dinsel üst yönetici konumlanma durumu vardır.
Bunlar ayrılmış iki ayrı otorite olduğu gibi, tek bir otorite haliyle de var oluyor.
Coloresque kavramını ben önermiş-yazmış oluyorum.
Tarih ve toplumbilimsel sorunsallığa, yardımcı bir disiplin olarak anlaşılmalıdır.
Pek bilindik Kafkaesque, Arabesque sözcüklerinin kavramlandığı gibidir.
Bu iki kavramdan ilkinin bütün tanımlarından sıyrılarak insandan böceğe dönüşme şeklindeki ortak bir anlaşılma hali olduğunu söyleyebiliyorum.
İkincisi, yani Arabesque kavramı ise bizim dil-toplumsalımızda, bir semant (anlam) bozulmaya uğrayarak yaşamaktadır.
Arabi’deki sözlük kavramı; çiçekleme ve süsleme sanatı anlamındadır.. ama bizde bu anlam Hint-Aryan (Sami/t takviyeli) bir müzikal taklitten çıkmış ezgiselliği çağrıştırmaktadır.
Kavramın Orhan Gencebay ile topluma bir müzik akımı olarak girdiğini anımsıyorum.
İşte burada kulandığımız Coloresque kavramı da renklerin imgelemi ve buna dair özet-sonet bir çağrışım semantizmi anlatmaktadır.
Birey insanı ya da toplumsal yapı tiplerini, renklerle imgeleme ve buna yönelik genel kabul görmüşlük çözümlemesine yardımcı bir disiplin ismi amaçlı kullanmış oluyorum.
İmge ve simgelerle konuşuyoruz, edebiyatçı tercih oluyor.
Konuştuklarımızı düşünsel ve duyumsal dizge elemanları ile modelleyerek kavram ve anlamlara soyutluyoruz.
Tarih, eni sonu sınıfların mücadelesinden öte bir süreç değildir.
Soyutlaştırdıkça, o zenginlikten madde haline ve onun somutuna varıyoruz.
Soyut; olgu zenginlikler bütününden somuta varmaktır.. somut hal ise maddeyi görmek oluyor.
İslam ve dinasti (sülale yapılı) Türk devletlerindeki üçüncü bir toplumsal tipi olan çalışanlar sınıfı anlam ve bağlamında ise büyük belirsizlik olduğu kesindir.
Bunu halk, teba, ümmet, cemaat yapı tarihselliği ve gelişimi anlamında bir ortak paydaya indirgemek gerekiyor.
Aristokratizmin, feodalizmle iç içeliği.. bunun doğal getirisi getirisi kul, köle, serf, azap askerler olma ötesinden fazla bir değerinin olmaması ve bu nedenle de tarih yazımına dahil edilmemeleriyle zorunlu olduğu görülüyor.
Çok büyük kalkışmalar ve ayaklanmalar, olaylar dışında aristokratik ve besleme tipi vak’anüvistlik görmemektedir.
Gördükleri görülmüyor, göremiyoruz.
Kısaca, bu son sınıfa dair verilerin yokluğunu ortaçağ feodalizmi dönemindeki egemen iki sınıfa yoğunlaşma nedenli olarak bulamıyoruz.
Vak’anüvistlik ve zamane entelektüel sınıf, kendilerinin ve sahibi sınıfların tarihsel kayıtlarını tutmuştur diyebiliyorum, normaldir…
Bunu, sınıfa dair tarihsel bilgi yetersizliği ve buna bağlı (kasti) önemsizliğe vermek gerekiyor.
Bu sınıf, yanı çalışanlar ya da emekçiler sınıfı da diyebiliyorum, kavramsal olarak Laboratoryenler olarak isimleniyorlar, ifadi remzleri mavi oluyor
Remz ve remzi olmayı rumuz-simgeselliği anlamında yazmış ve kullanmış oluyorum.
Çok çarpıcı bir tespit sonuçluluğu nedeniyle ülke bayraklarını, her türlü yerel-ulusal, evrensel oluşumları, daha alt kapalı grup toplumsallığından olarak niteleyebileceğimiz etni, mezhep ve cemaat tipi yapıları, bu türden bir sınıfsal çözümlemeye okumak epey ilginç olmalıdır.
Bu yazıyı, tarih ve toplumbilimsel bozucu ve bozgunculara yönelik açtığım savaşın başlangıç bildirgesi olarak yazmaya başlamış oluyorum.
Ahmet Kutlu Ayyüce
22 Ocak 2017
YORUMLAR
Efendim günaydın...
Ben monark-monarşi kavramını destekleme anlamını söylemedim.. yokluk vurgusu var gibi görünüyor, ona yönelik bir tespitimi yazmış oluyorum.
Bütün kavramlarda ve özellikle kapitalizm, emperyalizm ve sömürgeler bağlamında evrilme, tekamül etme anlamında, bir tespit.
Darwinist, güçlü olanın, uyum sağlayanın tarihsel olarak ayakta kalması gibi...
Bir bakterinin kendini güncellemesi gibi.. yani feodalite ve aristokrasiyi kendini güncelleyen bir monark-monarşist evrilimle koşut saymak gerekiyor.
Hani bilirsiniz başına "neo" eki gelerek kavram/tanım da içerik ve derece değişimi oluyor.
Örnek olsun eski feodalite kır ve toprak kökenli iken, yeni feodalitenin kent ve sanayi kökenli oluyorluğu gibi...
Monark ve monarşi bağlamında tekelci kapitalizmin şirket devlet ve holding ülke anlamında bir dönüşümü var.
Esenlikle...
Göktürkmen tarafından 1/28/2017 7:45:42 AM zamanında düzenlenmiştir.
Sayın Serhat Bingöl beyefendi,
Öncelikle değerli bir katkı yazdığınız için teşekkür ederek başlıyorum.
Efendim yazınızı ilgi ile okuduğumu belirtebiliyorum.
Çok yakın bir ulus ve devlet yapısı tanımı yapmışsınız.
Tarih tanımınıza da tamamına yakın katılıyorum.
İlk defa böyle bir net çözümleme yazdığınızı okuyorum, genelleme ve indirgemeler arası bir yöntemle yazdığınızı biliyorum.
İkisi de yöntemtir, ilerletme amaçlı pekiştirme tekralarla, benim de zaman zaman tercih ettiğim yazım şekli oluyor.
Yazınızdan bir yer alıntılamama müsade eder misiniz?
Şöyle yazmışsınız.. "...monarşik yapının olmaması..." çok ayrıntı gibi görünen bu yerin, yine çok önemli tanım ve eylem amaçlı ıraksal sapmaya yol açtığını söylebiliyorum.
Kavramlarda sapma ve savrulma amaçlı bir ıraksallık kastediyorum.
Sonrasında bununla modernizme yönelik bir ilgi-ilinti girişiniz ve eklemlemeniz olmuş.
Bunu yazı sürecince irdeleyeceğiz.
Bir önerme yazmama müsade edin.. mezhep, cemaat, kapalı alt grup temelli ulusumsu veya ulusumtrak yapılar ve dinasti (sülale) tipi coğrafyalara dayalı tanımla ulus devletler...
Esenlikler dilerim.
Göktürkmen tarafından 1/27/2017 6:04:09 PM zamanında düzenlenmiştir.
Serhat BİNGÖL
aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluğun adıdır.
Dolayısıyla da böyle bir eğilim ve savrulma söz konusu olamaz.
Saygılarımla
Öncelikle bu yazınızı ilk yayımladığınız anlarda okumuş olmama rağmen yorum yapma noktasında ancak fırsat bulabilmem ve dolayısıyla da geç kalmış olmamın özrüyle diyerek başlamak istiyorum.
Evet çok doğru bir tanımlama ‘’Tarih sınıfların ve ulusların mücadelesinden öte bir şey değildir’’ Aslında böyle olması da çok doğaldır. Çünkü kültürel devinim ve çıkarsal eğilim yaşamın doğasında var olduğu sürece sınıfların ve ulusların mücadelesinde yakın ve uzak geleceği belirleyecek bir unsur olacaktır. Yani yeni tarihleri de oluşturacaktır. Tıpkı günümüzdeki siyasal değişimler gibi. Sorun bu değişimin sınıf mücadelesinden çıkarıp ulusal çıkarlar esasına göre yeniden düzenlenip düzenlenememesi meselesidir.
Başta Osmanlı imparatorluğu olmak üzere tüm krallıkların ve diktatör yanın yıkılmasının en temel nedeni değişime ve gelişime kapalı statükocu anlayışa sahip olmalarıdır. 1789 Fransız Devrimi veya Fransız İhtilali diye bilinen süreç yani mutlak monarşinin devrilip, yerine cumhuriyetin kurulması (halkın kendi iradesiyle kendini yönetme şekli) olan yönetim biçimi tüm dünyanın ciddi reformlara gitmeye zorlamıştır. Bu süreç Avrupa ve Batı dünyasının tarihinde bir dönüm noktası olduğu gibi Osmanlı devleti içinde yenilenme sürecinin bir başlangıcı olmuştur. Dolayısıyla ıslahat fermanları (yenilenme hareketleri) ve sonrasında da siyasal anlamda meşrutiyet dönemleri (modernleşme hareketleri) bunun en somut örneği oluşturmuştur.
Günümüz dünyasında monarşik yapının olmaması modernleşme olarak görülse de gerçek mana da demokrasi ve insan hakları kavramlarının oluşturulduğu anlamına gelmez. Başka bir değişle gerçek manada medeniyet seviyesine ulaşıldığından söz edilemez. Yani sınıfsal ve ulusal sömürü emperyalist anlayışla maalesef varlığını bütünüyle korumaktadır. Ha! Bu değişir mi? Sınıfların ve ulusların değişime ve gelişime olan yatkınlığına bağlı..!
Saygı ve sevgilerimle.