- 651 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
450 - BURSA TÜRKÜLERİ
Onur BİLGE
Bugün yine günlerden pazar, hava açık ve ılık… Sabahleyin Virane’de buluştuk, bir gün öncesinden sözleştiğimiz gibi öğleden sonra Kültür Park’a gittik.
Neşe poğaça getirmişti. İki tepsi yapmış. Yetmez diye Orçun, Akademi’nin karşısından suböreği aldı. Ben Polonez’den paskalya çöreği almıştım. Mahir, bakkaldan gravyer peyniri, kapıdan taze simit aldı. Bir araya geldiğimizde dünyayı yesek doymayız biz! Aman yetsin de… Artarsa artsın!
Önce parkın her tarafını şöyle bir dolaştık. Yasak olduğunu bildiğimiz halde köprünün üstünden balıklara simit kırıntıları attık. Alıp alıp kaçışışlarını seyrettik. En çok da hayvanat bahçesinde oyalandık. Sonra havuzun kenarındaki o meşhur çay bahçesine geldik.
Üç masayı birleştirdik. Kocaman bir semaver getirttik. Yiyecek paketlerini açtık, kömürde demlenen çaylarımızı yudumlayarak atıştırıyor, bir taraftan da sohbet ediyorduk. Virane’de dert dinleme oluyordu da böyle başka yerlere gittiğimizde dertlerimizi beraberimizde getirmiyorduk. Havadan sudan konuşuyor, iç açıcı şeylerden bahsediyorduk. Gırgır şamata diyorduk, buna da.
Yine başlamıştık fıkırdamaya… Kendi arasında kaynatanlar, ortaya laf atanlar, birbirine şaka yollu sataşanlar, güya ara bulmak için araya girenler… Bazı parazitler de vardı, hiç olmaz mı! Onlar da Rus radyosu gibi araya giriyorlardı. Sesleri oldukça rahatsız ediciydi. Kısa dalga gibi vıcı vıcı, cıv cıv cıv… Antensiz radyoların çıkardığı sesler gibi ses çıkırıyor, asap bozuyorlardı. Cır cır cır… Cızır cızır… Çatır patır… Cız cız…
O sırada dede, hizamızdan şakalaşıp gülüşerek, hoplaya zıplaya geçmekte olan kızlara baktı baktı ve allı yeşilli giyinmiş olan kızlar biraz uzaklaştıktan sonra bir şarkı terennüm etmeye başladı:
“Bursalı mısın kadifeli gelin, çaydan mı geçtin? Yanakların al al olmuş, konyak mı içtin?” Ahmet, elindeki çay bardağını kaldırarak devam etti:
“İçtiğimiz konyak, mezemiz kaymak… Sen kimin yârisin yavrum, her yanın oynak?”
Duygu ona fena fena baktı. Orhan onu kurtarmak için dedeye bakarak nakaratı söylemek suretiyle kendisini öne attı:
“Arabaya sen bin faytona ben… Anasını sen al kızını da ben…” Sıra dededeydi:
“Bir su içtim testiden…” orada durdu ve: “Ya! Eskiden buz gibi sular içerdik o toprak testilerden! O suların nasıl bir tadı vardı! Kalaylı bakır maşrapalara doldururduk… Çalışmış susamışız, kan ter içinde gelmişiz… Küpümüz de vardı bizim, mutfağımızın bir köşesinde. O maşrapayı bazen ona daldırarak alır içerdik suyumuzu. Neydi o günler be!.. Ben bir şey anlamıyorum bu buzdolabında soğutulan sulardan. Hastalık yapar bunlar yahu!” dedi. Fırsat bu fırsat, İhsan hemen atıldı:
“Dede! Senin zamanında neler yapılırdı? Biraz anlatsana!”
Yine mahallenin kızlarını annelerinin sadece ona güvenerek teslim ettiklerini, onları parka bahçeye, denize, düğüne, sinemaya falan götürdükten sonra evlerinin kapısına kadar getirdiğini, annelerinin babalarının ona teşekkür ettiklerini, minnettar kaldıklarını, oralarda onlarla neler yaşadığını anlatacak sandık. Birbirimize bakıp, aramızda fısıldaştık. Birlikte ola ola kendi aramızda bir takım işaretler, şifreli sözcükler, jestler mimikler oluşturmuştuk. O kadar ki çok şeyi sadece bakışlarımızla ifade edebiliyorduk. Konuşmamıza gerek kalmıyordu. Zaten anlamlı bir bakışın anlatmaya muktedir olduğu şeyleri kalem yazmaya kadir değildir.
Neyse… Düşündüğümüz gibi olmadı. Dede bu defa çok eskilerden, Bursa ile alakalı konulardan bahsetmeye başladı. Sözü az önce söylediğimiz şarkıda geçen kadife kelimesine getirdi. Eski bir dokuma ustası olduğu için kumaş çeşitleri konusunda bilmediği yok gibiydi:
“Bursa, ipeği ile meşhurdur. Şeftalisiyle kestanesi sonra gelir. Kadifesi, aynı atlas, kuntu, vale gibi, tafta, kemha ve bürümcük gibidir. İpekli bir kumaş türüdür. Bursa’da dokunmaya başlanması bundan beş yüz yıl kadar önceye dayanır. Atkısında da çözgüsünde de Halis Bursa ipeği kullanılan kumaşlardandır. Zemini de havı da saf ipektir. İtinalı kullanıldığında yıllrca ne solar ne de havı dökülür. O yüzden çok beğenilmiş, namı yürümüş, dünya çapında ünlü olmuştur. Yabancılar, Bursa kadifesine Velours de Brousse derler. Eski zamanlarda ağalar beyler hanımlarına kızlarına kadife kumaşlar alırlardı. Gelinlerin kofalarına mutlaka birkaç kadife kumaş konurdu. Nişanlıklar falan kadifeden olurdu. Sabahlıklar da öyle… Onlar sırmalarla falan da işlenirdi. Ne desenler dökülürdü üzerlerine! Aman ne pahalıydı, ne kadar çok yerde kullanılırdı! Çok yaygın bir ipekli çeşidiydi. Bazıları kendinden desenli olurdu. Bazıları sade… Entari, sabahlık, nişanlık tuvalet, şalvar, cepken, kaftan falan yapıldığı gibi artan parçalardan da kırkyamalar, yatak örtüleri, masa örtüleri, sedir örtüleri, seccadeler, bohçalar, para keseleri, yastıklar, terlikler, başlıkler, kitap kılıfları yapılırdı. Hem giyim kuşam, hem de bazı gereç imalatında kullanılırdı. Çok kıymetli bir kumaştı. Altın veya gümüş tellerle, kabartma Osmanlı motifleriyle süslenerek değerlerine değer katılırdı. Çatmalar, kadifelerin en meşhurlarıdır. Bursa dendi mi akla hemen ipek kadifesi gelirdi. İşte onun için şarkılara türkülere kadar girmiş.”
“Bir de Bursa’nın ufak tefek taşları var.” dedi, Neşe.
“Nerdeymiş Bursa’nın ufak tefek taşları?” diye sordu Işıl.
“Hüsnügüzel’de yok mu? Ne güzel hatıralarımız var orada. Hatırlasanıza! Yaklaşan garsonu veya gelen gideni ele veren çakıl taşlarının şıkırtısı değil miydi? Ellerimizdeki poşetlerin kokusuna yaklaşan, peşimize takılan kedileri unuttunuz mu? Ya o eşsiz manzara… Gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzeldir oranın. Hele hep berabersek… Hüsnügüzel, unutulacak bir mekân mı! Aşk olsun size! Ders çalışma bahaneleriyle oturduğumuz dönemlerde, kitapların arka sayfalarında kalmış bir kaç notum vardır, oraya dair. Nasıldı? Şimdi hatırlayamadım. İnşallah bulurum da okurum bir ara size.” dedi, Orçun.
“Çok uzak anılar değil...” dedim. “Taşları unutulmuş... Fakat tahta iskemlelerini asla unutamam! Birine oturur, birine yaslanırdım. Kim ne derse desin! Nasıl rahat edersem, öyle… Köy kahvesinde oturan köylüler gibi…”
Gülümsedim. Ne kadar güzel anılardı, sahiden! O kadar yorulurdum ki, kollarımı dayayacak yer arardım. Ayaklarımı kaldırıp koyacak yüksekçe bir yer… Ayıpsa ayıp! Hayatı, bulduğun yerde, olduğu gibi, olduğun gibi yaşayacaksın! O yaşanan eşsiz anılar bir daha yaşanmayacak! O dakikalar bir daha geri gelmeyecek! O mutluluk ve huzur asla ama asla bir daha ele geçemeyecek!
“Müzeyyen Senar’dan dinlerdik onu. Bursa’nın Ufak Tefek Taşları’nı… Oğlan Adın İsmail’i… “Meşeli Dağlar Meşeli’yi... Bunlar hep Bursa türküleridir. Hele bir Bursa türküsü daha vardır ki Hafız Burhan söyledi miydi, bülbüller bile susardı! Ben Yemenimi Al İsterim… Akasından bir de gazel patlatırdı! Şöyle elini kulağına koyup da… Ne sesti be!..” dedi, Define.
“Zeytinyağlı Yiyemem Aman, Aşalım Dağlar Aşalım da var, dede.” dedi, Neşe. Duygu:
“Mavi Yelekli Yarim, Cici Pabucum Cici, Şimşir Pınarın Üstüyem de var. Çok severim Bursa türkülerini, oyun havalarını ben. Nasıl oynarım bilseniz! “Ah! Bir düğün olsa yakınlarda da kurtlarımı döksem!..” diye iç çekti. Aslında o kendi düğününü iple çekiyordu.
“Bursa Köy Güvendileri de var. Onu unuttunuz! Bugün de hatırlatma işi bana kaldı.” diye ekledi, Orçun. Define eskilere dalmıştı. Çıkacak gibi değildi. Çaylar tazelendi. O, ağzı kulaklarında anlatıyor anlatıyordu…
“Bizim zamanımızda taş plaklar vardı. Sahibinin Sesi’nden… Plakların üstlerinde köpek resmi vardı. Her elime alıp baktığımda: “Acaba bu köpeğin sahibi mi yapıyor bu plakları? Okuyanın sesiyle ne alakası var ki? Her plakta farklı okuyan, orada aynı köpek…” diye düşünmekten kendimi alamazdım. Ne alakaydı? Hâlâ anlamış değilim. Bula bula onu bulmuşlar da koymuşlar oraya alametifarika olarak.
Müzeyyen Senar’da da bir ses vardı ki! Of anam of!.. Karşıda okudu mu, ta öte taraftan duyulurdu mübarek! Mikrofonsuz okurdu, inanmazsınız! Dokuma tezgâhına bağlı olduğumuz için gündüzleri sürekli evdeydik ama akşam oldu mu, gazinolara yakın bir yerlere gider, Zeki Müren başta olmak üzere meşhur ses sanatçılarının şarkılarını bedavadan dinlerdik. O kadarcık zevkimiz olsun yani! Değil mi? Ne güzel günlerdi, yahu! Geçmiş zaman okur ki! Hayali cihan değer!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 450
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.