- 627 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tenha Dokunuşlar/4
"Çok yalnız anladım seni" diye fısıldadı geceye...Şehrin odaya sızan loş ışıklarında pencere kenarına oturmuş, uzakları seyrediyordu...
"Evet anladım seni" dedi... " Ve yalnızım..."
"Kimse bana ait değilse, sevecek hiç kimse kalmamışsa dünyada, dokunacak bir el, bölüşecek bir nefes yoksa yokluğunsa duvarlar...Ve koca bir yokluksa sevda dediğin..." Elini kaldırıp göğsüne koydu....Bekledi...
"Sol yanım kimin?"
"Canımı ikinci kez yakmana izin vermeyeceğim!"
diye bağırmıştı yüzüne kadın...
"Canımdı" dedi içinden... "Bilemedi... Yaktı canını, gitti..."
.........................
Tesadüfen oturduğu kahvede, yetmişini geçmiş ihtiyarın sözleri o gün kurşun gibi vurmuştu yüreğini...
"Eskiden insanlar nefsini terbiye için dergaha odun taşırdı oğul! Şimdi dergah kalmadı...Bu yüzden, bu zamanda içinde aşkı olan sırtında vebal taşır oldu..."
..........................
Şevin; şaşırmış gözlerle yüzüne bakıyordu..." Elinde tuttuğu defteri adama uzattı... "Nasıl cümleler bunlar? Nereden buluyorsun bunları? Bu nasıl bir isyan nasıl bir iç kavgadır kendinle verdiğin?"
"Biliyor musun?" dedi hafifçe kaşlarını çatarak... "Seni gerçekten anlamıyorum !" "Yusuf ! Dışarı çık biraz... Ne bileyim sahile in, git kafede çay iç, arkadaşlarınla otur sohbet et ! Kapattın kendini bu dört duvar arasına ! Varsa yoksa içki !!! Farkında değilsin bitiriyorsun kendini !"
"Aşk yok..." dedi yavaşça... "Sorsan, dokunmak cabası... Sorsan, herkes ölüyor aşk için... Sorsan herkes biliyor aşkı...Çarpsan yüzüne gerçeği... Desen ki bu bir fitne fücur, senin ki aşk değil haspam! Senin ki var olmak çabası... Tıpkı ben gibi... Bendeki sen gibi... Haram varsa, yaram var demiş arif !Biz haramı yaraya merhem yapar dururuz... Sonra da bıkarız ha ! Giderken bi kibir bi gurur ! Nefis aşka tekmeyi bi vurur ! Gider başkasıyla avunuruz...
"Düşünmesen böyle şeyleri artık... Bırak kendinle kal biraz, kimse olmasın hayatında... Görüyorsun işte, kime değer versen..."
"Aşk yok..." Nasıl diyorlar?...Seviyeli ilişki ! Küfretmenin kibarcası... Hakaretin evcil hali... Bencilliğin, riyanın, yalanın iftiranın uyumlu ilişkisi... En uç noktası evlilik... Daha da ilerisi, evli barklı sevgililik... Sonra bir mağduriyet bir mağduriyet sorma gitsin... Dolamışlar diline... Aşk acısı...
"Offf...İyi değilsin sen... Hadi yat uyu artık... Dolapta yemek var, ekmeği buzluğa attım... Kalkınca yersin... Geç oldu ben gitmeliyim artık annemler merak eder... Uğrarım yarın..."
"Anahtar paspasın altında..."
"İyi geceler..."
"Aşk yok..." "Aşk yok..." "Aşk yok..." "..........."
......................................
Dışarı çıktığında yüzüne çarpan rüzgarın etkisiyle buz kestiğini hissetti Yusuf... "Ne kadar soğuk!" diye hayıflandı önce... Bir ara geri dönüp vazgeçecek gibi oldu... Neden sonra yine sabahlayacağını düşününce yürümeye devam etti... Saat gecenin 1’ olmuş, neredeyse bütün dükkanlar kapatmıştı... Bir umutla açık olabileceğini düşündüğü tekel bayii ne yöneldi... Son şişe şarabı akşam bitirmiş olmalıydı... Ya da Şevin, o uyurken lavaboya dökmüştür diye düşündü... "Deli kadın" dedi... "Aklı sıra beni tedavi edecek..."
"Kusura bakma abicim daha üç gün önce yedi bin lira ceza yedim bu yüzden. Saat ondan sonra içki satmak yasak ! Erken gelseydin, bu akşam ayık gez yapacak bir şey yok"
Yüzünü buruştura buruştura bir sigara alıp çıktı bayiiden... Eve dönmekten başka çaresi yoktu... Şevin’e söylenip durdu içinden.. "Yarın uğrarım!" demiş ama uğramamıştı... Gelseydi en azından daha erken uyanır nevalesini bir koşu alıp gelirdi hiç olmazsa... "Ah kadın!" dedi... "Senin yüzünden"
Dönüş yolunda sahil yönüne saptı Yusuf... Marmara denizinden gelen iyot kokusunu çekti ciğerlerine... Tek tük geçen insanların haricinde kimse kalmamıştı ortalarda... Birden kıyıda yanan bir ateş gördü... "Akşamcılar" herhalde dedi... "Demleniyorlar bu saatte..." İçinden hafif bir sevinç kıpırtısıyla "eeeehh!" dedi...
"Hacı hacıyı Mekke’de... Deli deliyi dakkada..." Yüzünde bir gülümsemeyle sahile yürümeye başladı...
"İyi akşamlar, afiyet olsun yarenler!"
"Sağolasın, buyur...Bir isteğin mi var? dedi içlerinde takım elbise giymiş olanı...
" Belli belli susamış o susamış !! Üşümüş o üşümüş !! "
Üçüncüden hiç ses gelmedi... Manzara o kadar garipti ki, böylesi ancak filimlerde olur diye geçirdi içinden... Tuhaf giysili bir adam, yanında takım elbiseli gayet güzel Türkçesiyle oturan bir adam ve her halinden deli olduğu belli olan üstü başı kirli diğeri...
Kararsız adımlarla yağ tenekesinde yanan ateşe yaklaştı Yusuf... "Yok" dedi... Ayazdan kaçtım müsaade olursa az ellerimi ısıtıp gideyim... Selamünaleyküm bu arada..."
"Ve aleyna aleykümselam" diye cevap verdi ihtiyar..."Seni ayıltacak şey, soframızda yoktur... Yok, ben ayılmak değil, sarhoş olmak istiyorum diyorsan, o halde buyur gel otur... Ya da sen bilirsin... Al nasibini ateşten, cürmü kadar nasiplen sonra git..."
"Belli belli susamış o susamış!! Üşümüş o üşümüş!!"
Afalladı Yusuf... Bir cevap vermedi önce... Varsa, bir kaç yudum şarap içmeye gelmişti... Onun yerine çay vardı...Seni ayıltacak şey yok demişti ihtiyar... Anlam veremedi...
"Ben..." dedi... "Sohbetinizi bölmek istemem... Biraz ısınır sonra usuldan kalkarım sessizce..."
"İsmail" dedi ihtiyar... "Meczuptur, hali değişiktir, tuhaf gelmesin sana, zararsızdır... Gökhan bey makine mühendisidir... Bazı akşamlar sağolsun gelir çayımıza ortak, gecemize yoldaş olur... Bizi soracak olursan, faniyiz... İsim de O’ndan, cisim de O’ndan... Sıfat sahibiyiz, o da emanet... De bakalım hele, gelip soframıza buyuran...Sen kimsin?"
"Adım Yusuf..." "Şu yukarıda, gültepe mahallesinde otururum... Sigaram bitmiş, sigara almak için çıkmıştım, sizi gördüm...Şimdi de buradayım işte..."
"Buldun mu sigaranı?"
"Belli belli susamış o susamış!! Üşümüş o üşümüş!!"
" Ha evet, şu ilerde Tekel bayii kapatmamıştı, aldım oradan.."
"Onun eliyle tütünü, bunun eliyle ateşi verdi sana... Eeee yak bakalım bir tane... Verilen geri çevrilmez... Ama nasibi kadardır işte, bunu bilecek bunu anlayacak kişi... Olmayanın peşine düşülmez... Olmadı diye de üzülmenin gereği yoktur... Değil mi Yusuf?"
Yüzü kıpkırmızı oldu Yusuf’un... "Kim bu ihtiyar?" dedi içinden... "Sanki derdimin şarap olduğunu bilir gibi konuşur..."
"İşte o yüzden deriz ki, biz bilmeyiz... Elimiz ancak nasibimize ulaşır, dilimiz ancak nasip olanı söyler, gönlümüz ancak nasibi kadar bilir anlar aşkı... Biz sadece isteriz... İsteten de O’dur yanılmayın sakın ha... O’ndan alır, O’na verir... Öyle değil midir? Der ki Allahu Teala, bütün fiillerin sahibi benim !Kim der? Allah ! Kime der? Sahibi olduğu fiillerin sıfatına ! Kuşa der, ağaca der, rüzgara der, denize der... Biz bilmeyiz duymayız anlamayız belki ama, bize der !
Der ki... Fail Allah !
Fail O ise, fena kimdir? "Var" O ise "yok" kimdir? Yola düşen O ise, varıp gelen O ise, gören duyan O ise Yusuf kimdir?
Bilmeyince insan, aşk yok! der... Bilse... Yusuf’a aşk der...Aşkın sahibi Allah... Aşkın peşinden onca koşan insan, Aşkı yaratanı bilse ne yapar? Bir gönülde aşkı buldum diye çöle düşen insan, aşkın sahibi ile buluşsa hali nice olur?
Görmeyince insan, aşk yok! der... Sen körsün diye, güneş yok mudur? Sen sağırsın diye, sesi ziyan olur mu bülbülün? Düşünsen bir, acep aşk aşk diye bakıp durduğun yer, doğru mudur? Yolun başını tuttun mu ki sonuna gidersin? Geldiğin yeri bildin mi ki, varmayı umarsın ? Sen seni buldun mu ki, O’nu ararsın..." Ne dersin Gökhan efendi?
"Susarız üstat"
Sormayınca insan, aşk yok! der... Sendeyse eğer doğru cevaplar, yanlışlar kimin? Yok ben yanlışım diyorsan, doğrulayan kim? Onca yanlışa nasıl hayatta kalır insan? Nasıl geçer boğazından ekmek, nasıl iyileşir yatağa düşünce? Sen gaflete boğulunca, uyandıran kim?
............................
Saatlerce sustu dinledi Yusuf...
"Belli belli susamış o susamış!! Üşümüş o üşümüş!!"
İsmail’in diline doladığı cümle kulaklarında çınlarken, ihtiyarın söylediklerini kendi içinden tekrarlayıp durdu... Sendelemişti, allak bullak olmuştu içi... Gidenlerin neden gittiğini, bırakanın neden yarı yolda bıraktığını hiç anlamamıştı o güne kadar... Oysa aslında hiç kimse bir yere gitmiyordu... Her seferinde sıkılıp kendine dönüyordu insanlar...Belki de döndürülüyordu.Neydi göz önünde olup da yıllardır göremediği gerçek... Neydi hissedip, sonra bin bir yanlışa bulayıp, girdiği bataklıkta her seferinde kaybettiği şey... Neydi peşine düşüp, peşinen geç kaldığı...
.................................
Anahtarı yavaşça çevirip içeri girdi Şevin...
Odanın havasızlığı her yana sinmiş alkol kokusuyla karışınca daha berbat bir hal alıyordu... Yine de seviyordu bu adamı üzülüyordu da aynı zamanda... Sekiz yaşından yirmisine gelene kadar beraber büyümüşlerdi... Sonra gitmişti Yusuf... Yıllarca nerede olduğunu bilmeden, haber alamadan birbirlerinden habersiz yaşamışlardı... Yine de çok derin bir bağ vardı aralarında...
Aradan geçen yirmi bir yıldan sonra saçı sakalı birbirine karışmış bu adamı karşısında görünce ilk anda tanıyamamıştı Şevin... Tesadüfen bindikleri belediye otobüsünde karşılıklı oturmuşlar şaşkınlıkla bir süre birbirlerini izlemişlerdi... Sonrası her şey eskisi gibiydi işte...
Dört yıldır neredeyse hiç ayrılmıyorlardı. Kardeş gibi, dost gibi ismi konmamış bir sevgiydi yaşadıkları...
"Bu kokuda nasıl uyuyorsun be adam!" diye söylendi içinden. Başına gelen şeyden sonra bir daha toparlanamamıştı Yusuf... Kendini tamamen içkiye vermiş, girdiği her işi yarım bırakmış, devletin verdiği üç kuruş yardımla yaşamaya devam ediyor ve hiç kimseyi umursamıyordu...
" Yusuf hadi uyan ben geldim ! Kalk ortalığı toplamamız lazım yine dağıtmışsın her yeri... Bu arada yolda gelirken Gülten Hocayı gördüm selamı var sana... Aaaaaa çamaşırlar makinada kalmış neden asmadın söyledim ya sana... Offff tekrar yıkamak lazım bunları kokmuş bunlar...Yusuf sana diyorum duymuyor musun beni?"
"Yusuf ?..."
..................................
"Eskiden insanlar nefsini terbiye için dergaha odun taşırdı oğul! Şimdi dergah kalmadı...Bu yüzden, bu zamanda içinde aşkı olan sırtında vebal taşır oldu..."
İstanbul uyanalı çok olmuştu... Sabahın ilk saatlerinde gelmiş, boş bulduğu bir masada yalnız başına günün doğuşunu izlemişti. Koskoca bir geçmişin muhasebesini bir günde yapmak kolay değildi...Yapmaya kalksa da, yapılan yanlışların bir geri dönüşü, bir telafisi yoktu... O kerpiç ev aklına gelince yüzünü buruşturdu... "Affet yarabbi!" diye geçirdi içinden... "Senden af dileyecek yüzüm olmasa da affet..." Tam on dokuz yıl geçmişti üstünden... Ama o günü hatırlamadığı, acı çekmediği bir tek gün bile olmamıştı... Sonrası tam bir fiyaskoydu zaten... Hiç bir amacı kalmamış, hiç bir şeyden zevk alamaz hale gelmiş, hiç kimseyi umursamaz bir adam olup çıkıvermişti işte... Bir kaç defa sevmeye kalkmış, onu da yüzüne gözüne bulaştırmıştı...
Şimdi kafası karmakarışıktı... Bu düşünceleri bölercesine gelen genç delikanlı, sırtında paltosu olan adama yaklaşarak sordu..
"Bir şey içer misin abi?"
"Çayın taze mi delikanlı?"
"Taze sayılır abim"
"Getir bakalım bir tane... Şekersiz olsun..."
İkisini de şaşırtan sese döndüklerinde Yusuf’un yüzünde garip bir gülümseme belirdi...
" Belli belli susamış o susamış !! Üşümüş o üşümüş !! "
"Çay iki olsun..."
İstanbul/2017
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.