DAVETLİ MİSAFİRLER…
Yeni evim bahçeli, müstakil. İstanbul gibi bir yerde böyle ev nasıl olur, demeyin; Zekeriyaköy’de bir villa söz konusu olan.
Kendi evim Moda’da, denize nazır üç artı bir apartman dairesiydi. Çok ayakaltı bir yer olduğundan arabamı park edememekten, çat kapı gelen ziyaretçilerden gına geldiği için mutlu olduğum bir yer değildi. Taşınmak uzun zamandır kafamın bir kıyısında duruyordu. Bunu dillendirdiğim bir ziyaretçim, “senin yerinde olsam burayı kiraya verir, kira parasıyla da Zekeriyaköy’de bir müstakil ev kiralarım. Park sorunu yaşamazsın, ulaşım zor olduğundan zırt pırt gelen benim gibilerden de yırtarsın,” deyince, ”hak’keten yahu…” dedim.
Zekeriyaköy, Sarıyer’in bir mahallesi. Eskiden köydü, yeni yerel yönetimler yasasıyla köyler, bucaklar merkeze bağlı mahalleler yapılınca o da mahalle olmuş oldu.
Aynı zamanda Sarıyer’de emlakçılık yapmakta olan değerli yazar dostumuz E. Yaşar Ovalı (Kukurikuu)’ya telefon ettim hemen. Sağ olsun ev bulmaktan, evin badanasına dek her işimle ilgilendi. Moda’daki dairemin kira getirisi beş bin beş yüz lira. Bulduğumuz evin kirası beş bin yedi yüz lira. Üç yüz lira daha kârdayım, zira kapıcı parası, apartman aidatı gibi ayda beş yüz lirayı geçen giderler yok artık. Üstelik üç artı bir yerine yedi artı iki…
“Yedi artı iki mi? Yuh! Görgüsüz şey sen de! Onca odayı nasıl dolduracaksın?” dedi.
“Yahu öyle deme! Bodrum katı bir artı iki, oradaki salona bilardo masası ile pinpon masası, yürüme bandı, kondisyon bisikleti gibi şeyler kurduruyorum. Bodrum kattaki iki oda ise, biri çamaşırhane, diğeri ıvır zıvır için depo olacak… Yukardaki beş oda ile salon da bir şekilde dolar. Odalardan biri benim çalışma odam olacak zaten…”
Neyse, işin bu yanını kısaca geçtikten sonra gelelim esas meseleye…
‘Evden eve eşya taşınır’ diyen bir nakliyatçıyla anlaştıktan sonra eşyaları Moda’dan Zekeriyaköy’e taşıttım. Sanıyordum ki, adamlar getirdikleri eşyaları odalara da teker teker döşeyecekler. I-ıh! Öyle yapmadılar maalesef! “Yahu kardeşim bu eşyaları salonun ortasına yığıp bıraktınız, odalara yerleştirsenize!” dediğimde, “o işi gelecek işçilerimiz yapacaklar efendim. Bu gün geç oldu, yarın sabah erkenden gelirler,” diyerek çekip gittiler.
O gece başlayan kar fırtınası İstanbul’u birkaç saatte beyaza boyayıvermişti. Allah’tan elektrik, doğal gaz işlerini önceden halletmiştim de, bir de onların sıkıntısını çekmiyordum. Dışarısı buz kesiyordu. “Allah, sokaklarda yaşayanların yardımcısı olsun,” diye dua ettim.
Kendime bir köşe hazırlayıp yerleştim. Televizyon, bilgisayar, kitap falan yok; her şey ambalajlı vaziyette evin ortasında. Çıkarttım telefonu, onunla oyalanmaya başladım. Edebiyat sitemde, paylaşım sitesinde dolaşıp paylaşılanlara bakarak vakit geçiriyordum.
Paylaşımların çoğunu duyarlı insanların, bu kötü hava koşullarında sokaklarda yaşamak zorunda kalan insanlara ve hayvanlara yardım edilmesi için yaptıkları çağırılar oluşturuyordu. Aynı doğrultuda ben de birkaç paylaşım yapıp dostlarımı duyarlı olmaya çağırdım.
“Dur,” dedim, “bir de şu evin birkaç fotoğrafını çekip paylaşayım da dosta düşmana hava atayım.” Dış cepheden, bahçedeki kar örtüsünden, içerden birkaç resim çekip paylaştım. Altına da, “Zekeriyaköy’deki yeni evim. Bu kışta kıyamette sokaklarda yaşamak zorunda kalan herkese kapım açıktır, misafirliğe beklerim,” diye bir not düştüm. Laf olsun, torba dolsun misali açık adres falan vermeden tabii ki, maksat herkes ne kadar iyi bir adam olduğuma inansın.
O gece erkenden uyudum. Sabah erkenden uyanıp eşyalarımı yerleştirecek olan adamları beklemeye başladım.
Pislik herifler yalan söylemişler. Sabah gelecekler diye gözlerim dış kapıda öğlene kadar bekledim, durdum. Sonra telefon ettim nakliyatçıya, adamlar niye gelmedi diye.
“Yoğun kar yağışı yüzünden,” dedi.
“E, n’olacak şimdi? Bu eşyalar böyle ortalıkta yığılı…”
“Kar yağışının bitmesini bekleyeceğiz mecburen.”
“Manyak mısın sen hemşerim? Kar yağışı hemen bitmez ki…”
“Başınızın çaresine bakın madem,” diyerek pat diye kapattı telefonu suratıma.
Hırsımdan neredeyse ağlayacağım. Hemen Kukurikuu dostumuza telefon ettim, “acil birkaç eleman,” diye.
“Bu karda kışta zor ama bir bakayım,” deyip o da kapattı telefonu.
“Tamam,” dedim, “Kukurikuu dostum halleder bunu da.” Biraz rahatladım. O günü de telefonda oyalanarak geçirdim. Baktım benim ev fotoğraflarının altına, “Yeni evin pek güzelmiş, güle güle otur” türünden mesajlar düşülmüş.
Hasetlenmesini istediğim kişilerden biri olan erkek kardeşim, “hem misafirliğe çağırıyorsun, hem adres vermiyorsun, madem ver adresi de gelelim misafirliğe,” diye yorum düşmüş. Hasetlenmiş, belli!
Onu iyice illet etmek için hemen cevabi yorumumu yazdım. “Misafir etmek istediğim dostlarıma özelden verdim, biliyorlar. Herkesin bilmesine gerek yok…”
Bir gün de Kukurikuu’dan gelecek elemanları bekleyerek geçirdim. Baktım sesi soluğu çıkmıyor, umudu kesip çaresiz kendim kolları sıvayıp eşyaları yavaş yavaş yerleştirmeye başladım.
Belimi incitip de acıyla kıvranmaya başladığımda çalışma odamı kurmuştum. Televizyonum, bilgisayarım, kitaplarım, masam ve belimi incitmeme sebep olan tek kişilik bazam hazırdı. Diğer eşyalar ne zaman eleman bulabilirsem o zaman yerleştirilse de olurdu, artık telaşlanmam için bir sebep kalmamıştı.
Uzandım bazamın üstüne, belimdeki ağrının geçmesini beklemeye başladım. Benimle birlikte o da uyuklamaya başlamıştı ki, “zırrr!” kapı zili. “Hah,” dedim, “Kukurikuu’nun gönderdiği elemanlar gelmiştir.” Fırladım yerimden, gittim, kapıyı açtım. Kapının önünde dikilen tek kişiydi, o da bir elemana değil, sırtında kirli bir boyunlu yün kazak, kıçında yıpranmış bir kot pantolon ile sokak hırpanilerine benziyordu. Balici sandım, korktum; Allah korusun, böyleleri çeker bıçağı, adamın gırtlağına dayar…
Beni görür görmez, “Selamünaleyküm!” diyerek sırıttı.
Korkumu anlamasın diye sert bir tavır takınarak, azarladım. “Sen de kimsin?”
“Ben? Kokusuz Soğan…”
“Kokusuz soğan mı? Dalga mı geçiyorsun sen benimle?”
“Yok, be abici’im… Facebuktan arkadaşın kokusuz soğanım ben, hatırlamadın mı?”
“Ne bileyim ben facebuktaki kokusuz soğanı, acısız biberi be arkadaşım? Sayfamda yüzlerce isim kayıtlı, çoğunu tanımam bilmem…”
“Aşk olsun be abici’im! Hani paylaşımlarının hepsini beğeniyorum, çok güzel paylaşımdı diye yorum yazıyorum… Sen de hep beğendiğin için teşekkür ederim diye cevap yazıyorsun…”
“Heee… Her neyse! E-e?”
“Hayır, abi, hayır… Misafirliğe geldim sana!”
“Misafirliğe mi? Davetsiz misafirlik mi olur be arkadaşım?”
“Davet ettin ya abi…”
“Ettim mi? Ne zaman?”
“Bu evin fotoğrafını yayınladın, altına da, yeni evim, tüm dostlarımı ve sokakta yaşayan garibanları misafirliğe beklerim, diye yazdın ya?”
“Ha… Şu mesele! Sen de onu fırsat bilip zıpladın, geldin hemen! E-e? Her şey iyi güzel de, adresimi nereden öğrendin?”
“Adres de vardı resimlerin altında. Kardeşiniz, abimin yeni evinin adresi, sokakta kalan tüm vatandaşları misafirliğe bekliyor, diye yazmış.”
Küçük bir şok geçiriyordum. Hemen telefonu elime alıp sosyal paylaşım sayfamı açtım. Her şey, aynen Kokusuz Soğan’ın dediği gibiydi. Kardeşimi aradım hemen, açmadı şerefsiz! Açmış olsa yiyeceği fırçayı biliyor tabii… Kendi kendime, “iyi de o puşta da vermemiştim adresimi, nasıl öğrendi ki,” diye söylenirken,
Kokusuz Soğan, “eski evinizin yöneticisine, kapıcısına filan bıraktıysanız oradan öğrenmiştir,” dedi.
Evet ya, posta, kargo falan gelirse buraya yönlendirsinler diye bırakmıştım adresimi onlara.
“Bak Kokusuz Soğan! Ben o notu laf olsun diye düşmüştüm o resimlerin altına! Evim şu an misafir ağırlamaya hiç müsait değil kardeşim. Eşyalarım orta yerde yığılı vaziyette duruyor. Odaları bir yerleştireyim de sen öyle gel, emi,” diyerek kapıyı yüzüne örtmeye yeltendim.
Benden atik davrandı, içeri daldı. “Eşyalar kolay abici’im! Ben şimdi hallederim onları,” diyerek salona geçti. Peşinden seğirtip yanına vardığımda ambalajları açmaya başlamıştı bile. “Sen hangisini, nereye yerleştireceğimi söyle yeter!”
O çelimsiz, hırpani oğlan gitmiş, yerine otomatiğe bağlanmış bir iş makinası gelmişti sanki. Onun hızını takip etmeye gözlerimin devinimleri bile yetişemiyordu.
“Zırrr!” Kapı zili. Bu defa Kukurikuu’nun yolladığı elemanlardır garanti. Artık onlara ihtiyacım kalmadı ki, Kokusuz Soğan eşyaların yarısını döşedi bile. Adamları geri yollamak için gittim, kapıyı açtım.
“Selamünaleyküm! Ben Isırgan Otu!”
“Ben Ay Yürekli Adam!”
“Ben, Rumuz Sevdalıyük…”
“E-e? Derdiniz ne?”
“Sokakta yaşayanlar misafirliğe gelebilir demişiniz ya… Misafirliğe geldik…”
YORUMLAR
Değerli Dostum,
Hay sen çok yaşa. Haftaya bu güzel yazını okuyarak başlamak ne hoş
Çok ev taşıdığım için taşınmak bana nasıl zor gelir anlatamam.
Yeni evinizde mutlu olmana ayrıca çok sevindim. Gülerek ve sağlıkla
otur.
Selam ve saygılarımla
Kemnur
İlahi Kemal amca hayal dünyana hayranım nereden bulursun böyle isimleri kokusuz soğan,Isırgan otu,Ay yürekli adam.:))) Aralardaki samimi itiraflara zaten diyecek yok,güldürürken düşündüren bir yazı olmuş aslında.:) Bir de sık gelen misafirlerden şikayetlenmişsin ama böylesine hoşsohbet bir insanı kim ziyaret etmek istemez ki? Bir gün '' davetli misafirler''den biri olmak dileğiyle..yüreğine sağlık Kemal amcam.:)
Kemnur
Hayırlı olsun yeni eviniz güle güle oturun diyeceğim ama :)) Gelen davetli misafirlerle bu ne derece mümkün olur bilemem.Yazınızı okumak çok keyifliydi,bol bol gülümsetti:) Anlatım da bir o kadar akıcıydı.
Demek ki sosyal medyada paylaşım yaparken iki defa düşünmek gerek ,benim bu yazıdan anladığım bu yalnız nick isimleri de güzeldi:) Kokusuz soğan, ısırgan otu...
Tebrik ediyorum...şiirlerinizi değil sadece, mümkün olduğunca yazılarınızı da takip etmeye çalışıyorum.Nice güzel paylaşımlara
Yeni evinizde güle güle oturun:)
Selamlar, saygılar
Kemnur
Kemnur
Hayırlı uğurlu olsun hocam.
Paylaşımınızı ilgiyle okudum ve az daha tanıdık gelmedi hani arayışınız ve başınıza gelenler.
Kutluyorum.
Selam ve saygılarımla...
Kemnur
Merhaba Kemal bey, bu halk soylu bir halktır. Hoca Nasrettinler, Bekriler, Nesinler, Neyzen...gibi nice mizah ustaları yetiştirmiştir. Maşallah, siz özgün mizahi yazınızla O, büyük ustalardan hiç aşağı kalır bir yönünüz yok. Kutlarım başarılı yazı ve yazılarınızdaki yakaladığınız başarıları.
Emeğe saygımla kolay gelsin...
Kemnur
Kıymetli Abim, çok keyifli bir yazıydı özelikle de kardeşinizin sosyal medyadan ilginç rumuzları olan insanların kapınıza toplanmasına çok güldüm. Ama itiraf etmek gerekirse sizde biraz hak etmişsiniz. Olsun yinede olaya iyi tarafından bakmak lazım nasılsa ev yedi odalı..:)...:)
Saygı ve sevgilerimle
.
Kemnur
Benimkiler davetsiz misafir, bir sürü sıkıntı yaratırken,
Senin davetli misafirler başına neler neler açar bak görürsün :)))
Sevgiler,
Kemnur
Şu beş bin küsürlü kiralar doğru mu gerçekten.
Hayırlı olsun yeni ikametiniz Kemal Bey. Sağlıkla oturun inşallah.
Selamlar.
Kemnur
Ohhh be... Sabah sabah ilaç gibi geldi
Her zamanki gibi su gibi tabii.
Güle güle otur Can Dost.
Evin büyüklüğüne güzelliğine değilde;
Kukurikuu Komutanla yapacağınız o tatlı sohbete katılmak için bende
"yeni evinde güle güle otur" bahanesiyle gelmek isterdim.
Selamlar ... Her ikinize de.
Kemnur
Ev oğlanın, yani taşınan o, biz de yanında emrivaki ile misafiriz ne yazık ki... Ne yazık ki diyorum, çünkü bu İstanbul da yaşamayı sevmiyorum, beni sürekli hasta ediyor. Oğlanla kız yüzünden ve tabii torun derdinden son üç yılda Eskişehir'deki evim kilitli duruyor, Ayvalık'ta da senede iki ayı ancak geçirebilir oldum. Neyse onlar sağ olsun da biz de katlanalım.... Selamlar, saygılar