- 623 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
-HANGİ NAZIM HİKMET?-
Nazım Hikmet…
Bir sanatçının, edebiyat insanının kelebekler, çiçekler, aşk, meşk kavramlarına sürgit gönderme yapan eserler vermesi onun aşağı yukarı herkes üzerinde benzer duygular uyandırmasını mümkün kılabilir de; ideolojik-politik ögeleri sanatına yedirmek suretiyle bireylere, topluma ve giderek genişleyen halkalar halinde insanlığa sunan bir isimse sevenleri kadar sevmeyenleri de gündeme gelecektir. Bu ise dostları ve düşmanları arasında paradoksal düzlemde bir iletişim ağı tesis etmeye müsaittir.
Bu durumun yeryüzünde en uç örneklerinden biri Nazım Hikmet olabilir mi acaba? Öyle ya algılanışı, hakkında yapılan değerlendirmeler tezat oluşturmaktadır sürekli. Hiç kuşkunuz olmasın bu bir tesadüf değildir. Ve her zaman bir ihtimal daha vardır. Bu bağlamda ünlü şair hakkında yapılan müspet ve menfi değerlendirmeleri yabana atmam hiçbir dem.
Bir iyi bir de kötü haberim var size ikileminde once kötüyü mü zihin çağırıyor bilinmez de; hayatının, düşünsel yaşamının önemli bölümü bolşevizm, stalinizm gibi kavramların şemsiyesi, etkileşim ağı içerisinde geçer. Stalin iktidarda iken onu yüceltir, devrildikten sonra karşı çıkar. Hani, Kruşçev döneminde Rusya sistem olarak Stalinizme cephe alınca ancak yerer Stalin’i.
Demem o ki, sosyalizmi Sovyet Rusya hayranlığına indirgemeyen ender isimler arasında yer almadı, alamadı. Bunu yapabilse asıl devrimci o zaman olurdu belki de. Sovyetlere karşı çıkan yine de sosyalist olan, olabilen olsaydı hani.
Kuşkusuz bir şairi veya insanı heleki ölümünden sonra olduğu gibi almak ve nesnel ölçülerde değerlendirmek gerektiği haklı olarak söylenebilir. Bu cümleyi düşerken hakikat duygusu kadar, değerli fikir insanlarının sergileyebileceği şüphesiz haklı itirazların aklıma gelmemesi mümkün mü? Şu kadar ki, ideoloji hayatta her şey değildir. İnsanın ontolojik boyutta, yaradılış ekseninde değerlendirilmesi de gerekir. Nazım Hikmet’te bu gerçeğin dışında değil bence.
Bunun gibi vatana ihanet kavramınında bir gerçekliği olmakla beraber konjonktürel yanı da yok değildir. Sözgelimi bu konuya karşılık gelen zaman dilimi 20’inci asrın ilk yarısı gibi dünya savaşları ve totaliter rejimlerle örülü bir çağı önümüze koymaktadır. Dolayısıyla kişilerin bireysel varlığını da aşabilen rijit, sert bir karaktere haiz olmalıdır. Yine vatana ihanet kavramının geçen yüzyılın bütününde kapitalist ve emperyalist bir yapılanma ve onun yerleşik çıkarlarıyla ters düşülmesini kapsadığını da göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum.
Eski doğu bloku sisteminde ise kavramsal karşılığın halk düşmanı şeklinde tezahür ettiği söylenebilir. Mesela Rus edebiyatının değerli yazarlarından biri olan Soljenitsin’in, Stalinizmi eleştiren ve çalışma kamplarının iç yüzünü ortaya koyan romanları dolayısıyla ülkesinde siyasal olarak negatifte görüldüğü sözgelimi karşı devrimci olarak karşılandığı bir dönemden söz edilebilir. Oysa sosyalizmin Gulag hapishanesine indirgendiği koşulları ortaya koymaktadır. Tıpkı bir başka seçkin kalem Pasternak misalidir. Bu tip yazarlar Stalin karşıtlığı dairesinde ülkelerinde ötekileştirilir.
Bizde o evrelerde genel olarak sağ kesim bu tip isimleri daha sıcak karşılarken sol çevreler Sovyet Rusyaya olumlu baktıkları ölçüde Pasternak, Soljenitsin gibi yazarlara mesafeli bakacaktır. Bu hususla ilişkili olarak kişisel diyaloglarımda karşılaştığım bir durumu da paylaşmak isterim. Öğrencilik yıllarımda Çek yazarı, 68 Prag Baharının mimarlarından Jiri Pelikan’ın “Doğu Avrupa’da Sosyalist Muhalefet” adlı eserine temas ettiğimde karşımdaki insanın Doğu Avrupa’da muhalefet beni ilgilendirmez dediği gelir aklıma.
Burada algılama hatası şudur dostlar: Bir başka rejimde sağ-sol kavramının şekillenmesi buradan göründüğü gibi anlaşılmamalıdır. Buradan bakıldığı zaman sağ zannedilen farklı bir rejimin soludur. Bir bakıma fizik bir hadiseyi çağrıştırabilir de. Hani, yanyana sıralanan insanların kendilerini sağda ya da solda tarif etmesiyle bizim durduğumuz yere gore sağ veya solda tanımlanmaları arasındaki fark misalidir.
Bu çerçevede, Soljenitsin Stalinizme yani Sovyet Rusyanın o dönemki yerleşik siyasal yapılanmasına muhalif tavır takınması bağlamında soldur. Oranın soludur. Oysa soğuk savaş döneminde kapitalist dünyada Sovyet ve stalinizm sempatizanı yapılar nezdinde Stalin karşıtlığı dünyanın her yerinde olduğu gibi Sovyetler Birliğinde de faşizan karşı devrimci bir anlayış sayılmaktadır. Tam da bu noktada daha farklı bir argüman sunmak istiyorum. Sovyet tarihinde Lenin devrimci, Stalin ise gerçekte karşı devrimcidir. Dolayısıyla Stalinizm karşıtlığı Marxizm-Leninizme daha uygun düşer kanımca.
Yıllarca batı bloku ve ülkemizin Marxist düşünsel yapıları Sovyet NKVD ya da Çeka teşkilatının arşivlerinde karşı devrimci olarak kodlanan aydın veya bürokratları, teknokratları faşist karşı devrimci saymakla hataya düştüler vesselam. Onların çoğu o rejimin devrimci sosyalistleridir halbuki. Demem o ki, Lenin ve Stalini eski Sovyet sisteminde farklı konumlandırmadan orada sağ kim sol kim, devrimci karşı devrimci kim fikir yürütmek mantık sınırlarını zorlar, zorladı da hep.
Birden asıl mevzudan hızla uzaklaştığımızı dehşetle fark ediyorum. Nazım Hikmet’i konjonktürel bir vatan hainliği kavramlaştırmasına hapsetmeden niçin Sovyet Bolşevizminin yandaşlığına sürüklendiği üzerinde de durmak gerektiğini düşünüyorum.
Açıkçası bu sorunla ilişkili olarak psikobiyografisinin de yazılması gerekir kanaatimce. Annesi ki, ilk kadın ressamlarımızdan Celile hanımdır. Evet Celile hanımın babasından ayrılıp ünlü şairlerimizden Yahya Kemal ile nişanlanması on dört onbeş yaş zamanına karşılık gelmektedir. Üvey babaya karşıdır çocuk çağında. Açıktır ki, dünyanın her yerinde çocuk veya ergen psikolojisinin olası tezahürü karşımızdadır. Hatta bir gün evlerine gelen Yahya Kemal’in pardesü cebine bir not bırakacaktır. Notta "hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz" demektedir.
Nazım, ergenlik ve gençlik evresinde ailevi yaşamında bir alt üst oluş yaşıyor anlayacağınız. Öyleki hayatı boyunca rüzgâra tutulmuş yaprak misali oradan oraya sürüklenmesi bundandır derim. Romantizmin girdaplarında savrulmak pahasına hem de. Şimdi efendim sorulmaz mı, askeri okulda okurken neden Rusyaya yollanır? İlerici bir dünya görüşü adına mı? Osmanlının son evresinde bizde batılılaşma cereyanlarına alabildiğine açık okullardan biri tıbbiye ise bir diğeri harbiye değil midir? Bu tarz bir eğitimi bırak; ilerici olmak, aydın olmak adına Sovyet Rusyaya git. Bu bir sürüklenmedir beyler!
Elbette üstte arz ettiğim biçimde akıntıya kapılmış dal parçası ya da rüzgâra kapılmış yaprak misalinden hareketle gerçekliği yitirmemek, olgusal ve iradi ögeleri dışlamamak kaydıyla.
Hani derim ki, bireysel psikolojinin sunduğu med cezir manzaralarını, yürekte kopan fırtınaları mübalağa etmek asıl olanı, realiteyi kaçırmak anlamı verecektir.
L.T.
YORUMLAR
...03/HAZİRAN/1963...
Kendisini Türkçenin şairi olarak tanımlayan ve Türk dilinin ustalarından Nazım Hikmet'i saygıyla selamlıyorum.
Neden mi?
Açık ve nettir bir kere. Hakim mahkemede komünist olduğun söyleniyor ne dersin dediğinde, saçımdan topuğuma kadar diyecektir.
Dine, dindara saygılıdır. Mehmet Akif'ten de büyük şair, dürüst ve inanmış insan diye bahsettiği vâkidir.
Yurtseverdir Nazım. Devrinin dünyasının koşullarında, sosyalist, komünist olmanın neredeyse Sovyetlere angaje kıldığı bir çağda rüzgâra kapılmış bir yaprak misalidir. Bu durumun ailevi nedenleri de olduğu yönünde izlenim alıyorum. Annesiyle babasının ayrılması, üvey baba ihtimali, vs. Kısa süre içerisinde Rusyaya sürüklenmesi manidar gelir bana. Çağının ideolojik/politik yapılanmasına alabildiğine açık hale gelir kanımca.
Kişisel düşüncem on dokuz yaşında kaleme aldığı "Ağa Camii" şiirinin duygu düşünce dokusunda kalsa, kalabilse müspet bir sosyalist olurdu. Ama geçmişe dönük bir faraziyeyi aşmayacaktır bu da. Sonuçta koşulların gücüdür onu besleyen.
Sonuç olarak dünyanın dört bir yanında Türkçenin şairi olarak tanınıp, anılacaktır...
Nazım Hikmet hakkında olumlu olumsuz yazılar içinde oldukça objektif bir yazı okudum. Ben her zaman bulunulan dönemin şartlarının etken olduğu o yaşama negatif bakmadım. Bir Nazım Hikmet hayranı olarak beni ilgilendiren yazdıkları olmuştur her daim. Kalemine, yüreğine sağlık usta Saygıyla
levent taner
Sizin olduğunuz platformda form tutmak zamana muhtaç açıkçası
Nazım Hikmet'in, 20'inci yüzyıl edebiyatımız üzerinde hatırı sayılır etkisi olduğu şüphesiz
Bu etkileşimi beğenen olur, beğenmeyen olur, eksik bulanlar vardır
Önemli olan saygı içerisinde bilgi ve düşünce aktarmak, paylaşmak
Nihayet, katılımınız dolayısıyla şükran duydum hocam
Saygı ve selamlarımla...
Birde Piraye'nin Nazım var ve ben yazının bütününe uymasa da eklemek istedim. Nazım dev bir kitap aslında ve Aşık Nazım bunlardan sadece biri..
20 Eylül 1945
Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar...
Sevgilerimle.....
levent taner
Nazım Hikmet üzerinden 20'inci yüzyılın çeşitli yönleriyle okunması da mümkündür
Şiir, edebiyat, resim, tiyatro, vs. uğraşıları vardır
Ressam yönü annesine dayalı genetik miras kuşkusuz
Oyun yazarlığı vardır
İdeolojik-politik ögeleri sanata taşıyan, yoğuran isimlerdendir
Bizde genel olarak sağ-sol yapıların Nazım Hikmeti sanatçı düzleminde objektif olarak ele almayı güçleştiren bir yanı da var bence
Nihayet
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
nazim askeri okulda okurken rusya'ya gitmedi hicbir zaman..
mayis 1920 de vanu ile anadoluya milli mucadaleye katildi ve askeri okuldan atildi (1921). rusyaya gidisi askeriokuldayken degil anadoluda oldugu zamana denk gelir.
kucuk ama algi yarabilecek bir bolum bu
levent taner
"19 Yaşım" şiiri de meşhurdur şairin
1902 doğum ve arz ettiğiniz 1921 yılı ile örtüşüyor doğallıkla
Yine bir şiirinde "Moskova 19 yaşım, Moskova 60 yaşım" demekte yanlış hatırlamıyorsam
Naçizane yazımın tamda ilgili bölümünde "Romantizmin girdaplarında savrulmak pahasına hem de" derken kendimi kastettim açıkçası
Yine final cümlelerim aslında psikanaliz üzerinden gitmenin dezavantajına işaret etmekte
Ancak biyografik detaya kılı kırk yararak takılmaktan da yana değilim açıkçası
Sonuç itibariyle ergenlikten gençliğe ilk geçiş sürecinde bireyin olası alt üst oluşuna işaret ediyorum
Kendisinden ve ailesinden kaçış ögesinde ısrarcıyım açıkça
Hay Allah! Psikolog da değilim ya
Yine de hocam psikolojik gelgit ve kafa karışıklığı evresi var bence
Kuşkusuz 20'inci yüzyılın dünya savaşları ve totaliter rejimlerle örülü ilk yarısının olgusal bağlantılarını bir tarafa atmak mümkün değil elbette ki yazımda da vurguluyorum
İyide etmişim vurgulamakla, baksanıza inceden sırıtıp kalmakta var serde
Nihayet
Katılım ve katkınız dolayısıyla şeref bahşettiniz hocam
Saygı ve selamlarımla...
Yazar İsaiah (İşaya) Berlin,1991'den önce Rus Komünistlerinin Kızıl Meydana astığı iki afişe dikkat çeker:
1-Dünya proleterleri bizi affedin!
2-Biz yetmiş yıldır bir hiç için seferdeydik.(İsaiah Berlin'le Konuşmalar,S/136.YKY)
Sanırım Nazım'ın ömrü yetseydi belki de böyle düşünecekti hem de her şeye rağmen.
Yazınızı beğenerek okudum.
Biraz da analitik düşünceye davet gibiydi ve doğrusu da bence de bu!
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...