ÇOCUK YAPABİLİR MİYİZ?
Filiz ve Hasan fazla zaman geçmeden hızlıca ayrılıp boşandılar. Nasıl o aşamaya geldiklerini ben bile anlayamadım. Hasan’ın ’Ben bunu bırakacağım!’ lafını ciddi söylediğini anlamıştım sonunda. Eşim boşanma sürecinde doğru dürüst yorum yapmamıştı. Filiz’e nasihatlerde de bulunmaması dikkatimi çekmişti. Artık kesin olarak biliyordum ki eşim Hasan’dan hiç hoşlanmamıştı.
Ben de Hasan’dan hoşlanmayı bırakmıştım epey zaman önce. Meltem’den ayrılmama sebep olduğu için midemin bulantısı o kadar zamanda geçmemişti. Samimi görünerek, sürekli oturmaya gitmiştim ama... Bu davranışımın ne kadar adice olduğunu anlıyordum yavaş yavaş. Fakat artık geçmişse dönemezdik. Hasan da çok uzaklara gitmişti. Ona ulaşmak istemiyordum. Ulaşsam bile ben ’Senin için değil, eşin için evine geliyordum!’ diyemezdim.
Hasan evi Filiz’e bırakmıştı. Filiz o evde yaşamaya devam ediyordu. Eşim gene çoğu akşam Filiz’in yanına gidiyordu. Ben fazla gitmek istemiyordum. Filiz, ben evde tek başıma televizyon başında bir belgesel seyrederken arardı. ’Niye gelmedin bu akşam? Hadi kalk gel,’ derdi içten şekilde. Benim cevap vermemi beklerken Hatice ile birşeyler konuşur, telefona üflerdi. Keyiflerinin yerinde olduğunu düşündüğüm için biraz daha naz yapardım. Bu sefer Filiz kızmış gibi söylenir, ’Gelmiyorsan gelme!’ der telefona daha fazla üflerdi. Şaka yaptığını bildiğim halde bozulurdum. Ses çıkarmamam onu üzer, ’Bıkkınlıkla hadi gel, bekliyoruz!’ derdi kibarca.
Ben de sevinçle televiyonu kapatır, koşa koşa Filiz’in yanına giderdim. Kapıyı açan Filiz her seferinde, ’Çayı yeni demledim!’ derdi. Ardından eklerdi: ’Bu gün nasılsın Hüseyin Abi?’ Ben de her zaman verdiğim cevabı verirdim. Salona geçince eşim ayağa kalkarak beni kucaklar, öperdi. ’Ben sana gel dedim, gelmedin!’ diyerek takılırdı. Filiz benim için hemen bir bardak çay doldurur, önüme koyduğu sehpaya bırakırdı. Eskisi gibi çayı elime uzatmıyordu artık. Filiz’in elini elimin bulmaması canımı sıkardı ama bunu belli etmezdim. Bazen Filiz’in beni artık sevmediğini düşünürdüm.
Artık bıkmıştım. Bazen Filiz ile dini nihah yapmayı bile düşünüyordum artık. Fakat durumu eşime nasıl açacağımı bilmiyordum. Eşimin aşırı tepki gösterip beni bırakacağından korkuyordum. Tek bildiğim bu platonik aşkın daha fazla sürmeyeceğiydi. Ya bitecekti, ya da gerçeğe dönüşeceğiydi.
Hatice’nin düşünceli olduğu bir akşam kararımı verdim. Filiz’den hoşlandığımı eşime söyleyecektim. Onunla dini nikah yapmaya izin verip vermeyeceğini soracaktım. En büyük korkum eşimin beni terk etme ihtimali idi.
Koltukta yayılıp tavanı gözlemleyen eşime sessizce sessice yaklaştım, karşısına oturdum. ’Biraz kendini toparlar mısın, bir şey anlatacağım!’ dedim. Eşim hiç oralı olmadı. Tavanı daha dikkatli gözlemlemeye başladı. Derin bir of çekti.
’Anlat hadi!’ dedi ciddiyetle.
’Gerçekten anlatayım mı?’
’Anlat! Ne anlatacağını biliyorum zaten!’
’Gerçekten mi?’ dedim yutkunarak. Yüzüm kızarmaya başlamıştı. ’Ben anlatmayacağım. Kalsın, dışarı çıkıp biraz gezeyim.’
Hatice öfke ile doğruldu, ’Hiçbir yere gidemezsin. Anlat hadi, itiraf et çabuk! Kızmayacağım. Neden bu kadar aptalsın bilmiyorum,’ dedi alaylı şekilde gülümseyerek.
’Gerçeken kızmayacak mısın?’
’Gerçekten kızdım, eskiden. Artık kızmıyorum.’
’Neye kızdın?’ dedim şaşkınlıkla.
’Senin anlatacaklarına! Ya, yeter Hüseyin! Filiz’i sevdiğini biliyorum,’ dedi ve mutfağa gitti sinirlenerek. Mutfaktan takırtılar gelmeye başladı.
Salondan bağırarak, ’Ama seni de seviyorum!’ diye bağırdım samimice. Gözlerim yaşlarla dolmuştu.
’Biliyorum!’ diye karşılık verdi mutfaktan eşim. ’Çocuk sahibi olmak istiyorsun o kadından. Her şeyin farkındayım. O da seni kullanarak bir çocuk sahibi olmak istiyor. Her şey karşılıklı. Benim bir menfaatim yok.’
Eşim her şeyi görmek istediği gibi görmüştü. Ben Filiz’i çocuk sahibi olamadığım için sevmemiştim. Ondan bir çocuğum olduğunu da nadiren kafamdan geçirmiştim. Eşimin böyle düşünmesi belki suçumu biraz hafifletiyordu onun gözünde. Artık daha iyi biliyordum Hatice’nin çocuk sahibi olamamanın verdiği rahatsızlığı. Sırf bu sebepten kendisinden nefret ediyor olmalıydı. Yoksa hiçbir kadın eşini başka bir erkeğe sunmaz, gitmesine izin vermezdi. Gözlerimin dolmasının ana sebebi buydu.
’Ama seni de seviyorum!’ dedim tekrar. Ses tonum kötü idi. Mutfağa gitmeye niyetlendimse de ayaklarım o tarafa doğru gitmeme engel oluyordu. Acımasızca ezmişti acımasız gerçekler Hatice’yi. Gidip onu kucaklamalıydım. ’Yanına gelebilir miyim?’ Bir süre cevap gelmedi. Salonda çılgınlar gibi dönmeye devam ettim.
’Sakın gelme!’ dedi Hatice duygusuz bir ses tonu ile. O da ağlıyordu.
Biricik eşim ’sakın gelme’ dedikten sonra mutfaktan çıkıp yatak odasına geçti. Ben gidemedim yanına. Salonda uyudum o gece. Diğer gün sabah kalktığımda evin çok sessiz olduğunu fark ettim. Sanki evde kimseler yoktu. Hatice’yi uyandırmak için yatak odasına gittiğimde beynimden vurulmuşa döndüm. Hatice yoktu. Evde değildi. Telefonunu aradım, açmadı.
Birkaç gün Hatice’nin telefonunu açmasını bekledim. Ondan sonraki günler numaranın kullanılmadığını söyledi telefondaki ses. Her şey bitmişti. Filiz’in yanına gittim. Belki ondan düzgün bir açıklama veya bir bilgi alabilirim diye. O da ulaşamamıştı eşime. Ona da hiçbir şey demeden çekip gitmişti. Böyle olması gerekmiyordu. Tıpkı Arap şeyhleri gibi iki kadını pekala idare edebilirdim. Hem zevk için filan değildi. Her birinin farklı bir yönünü seviyordum. Aklımdan geçen en son şey seksti. Belki bazen kendime bile hissettirmeden Filiz’den bir çocuğum olduğunu düşünüyordum.
Hatice evden ayrıldıktan bir hafta sonra bana elektronik posta attı. Meraklanacak veya üzülecek bir durum yoktu ortada Hatice’ye göre. Durumu çok iyi idi. Başka bir şehirde başka bir hayata başlamıştı. Rahat rahat çocuk yapabileceğimizi de eklemeyi unutmamıştı.
Ben de Hatice’nin tavsiyesine uyarak Filiz’in yanına gittim bir akşam. Hem Hatice’nin durumunun iyi olduğunu söyleyecektim hem de çocuk yapıp yapamayacağımızı soracaktım. Artık çılgına dönmüştüm. Hatice’yi kaybetmiştim. Filiz’i de kaybetmek istemiyordum. Filiz’in kapısına gittiğimde üstüme baktım. Evet, iyi giyinmiştim. Dualar ederek kapıyı çaldım.
’Aa, Hüseyin gelmiş! Çok iyi ettin gelmekle,’ dedi. Gözleri kanla dolmuştu. Sesi boğuktu.
’Ben şey için geldim!’ dedim sakince. Bir içeri, bir karşı dairenin kapısına bakıyordum. ’Söylememi ister misin?’
’İçeri gel öyle söyle!’ dedi gülümseyerek.
’Gelemem!’ dedim. ’Acaba çocuk filan yapabilir miyiz? Hatice çocuk yapabileceğimizi söylemişti gitmeden önceki gün!’ Normal bir şey söylüyormuş gibi kafamı kaşıdım, anlamsızca karşımdaki yüze baktım.
’Ha, çocuk!’ dedi ciddiyetle. ’Çocuk yapamayız.’
’Neden?’ dedim kırılmış gibi. Sanki tüm derdim çocukmuş gibi yüzümü buruşturdum. Sanki çocuk meselesi ve sadakatsizliğim yüzünden eşim beni bırakmamıştı. Ben hiçbir zaman Filiz’i sevmemiştim. Eşimi seviyordum. Benim tek derdim çocuktu. Tıpkı eşim gibi olaya yaklaşıyordum şimdi.
’İçeri gelmezsen nasıl çocuk yaparız!’ dedi ve alaylı şekilde kahkaha atmaya başladı. ’Lütfen beni yanlız bırak Hüseyin.’ Sertçe kapıyı yüzüme kapattı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.