DÜŞLE YOLCULUK
"Kelimelerin kötü yanı kendimizi başkalarına anlatabileceğimiz hissini uyandırmalarıdır. Fakat dönüp kaderimizle yüzleştiğimizde yetmediklerini görürüz"
Ummadığın bir yere süslüyorum, seni bir çiçek gibi yüreğime… Filizlenir diye, çiçek açar diye Sevgiyle gübreliyorum seni. Gelip geçenlerden usanmayan kaldırımlardaki izlerinden resimler çiziyorum duvarlara… En çok çocuklar seviniyor çiçek açmış dudaklarından, gülümsemelerin gülistandır diye…
Tenine dokunuyorum ve kanatlarından kelebeklere… Sonra incinmesin diye omuzlarına bırakıyorum. Ay gülümsüyor bana; inceliğimden dantel işliyor bize Ay motifli yorgan diye… Giyiniyorsun, aydan gecelikli libaslarla… Üzerine Dolunay işlemeli gecelik çok yakıştığını söylemek geliyor içimden…
Omuzlarını silkeliyorsun nazlılığından ve ben kelebek olup düşüyorum “Allah kimseyi düşürmesin sevdiğinin ellerinden” diye dua ediyorum.
Stabilize yollardan yürüyorum gezegeninden bir gezgin olup çıkıyorum; önümde dağlar, ardımdan çağla kalıyor ve ben yürümeye devam ediyorum. Ne yazdığımı bilmiyorum bir mektup mu bir deneme mi, bir çözülme mi yoksa bir düş mü? Ne Olduğunu anlamasam da bir şeyler karalamak beni sağaltıyor sevgilim!
Sabah diye akşamlara uyanıyorum! Ve sonra anlıyorum ki güzelliğinle beni uyutmak istediğini… Olsun, sen yüreğimde kal yıllarca uykuda kalayım sevgilim.
Dışarıda sinsi bir poyraz! Seni benden alıp uzaklara götürmek istercesine kapımda durur. Yağmur olmasa alıp seni götürecekti; Sonra Yağmurla sırılsıklam oluyoruz, eriyoruz birbirimizden. Hayali ülkeler inşa ediyorum ve tahta sen geçiyorsun ve ben kapında bir yabancı kalıyorum!
Kız… Kızma! Kızmak geliyor içimden; “Bendeki umutlarını al, hayallerimi geri ver” diyorum. Sen gülümsüyorsun ve kahkahalarla “uyan” diyorsun “Yüreğime geç kalıyorsun haydi uyan” derken hayretle uyanmıyorum hala…
Sonra altıgenli, pamuksu karlar yağdı sevgilim! Dört mevsimi yaşıyor sanıyla haykırdım ve sağa sola bakındım. Sonra anladım ki yüzün kardan beyazdı; gülücüklerin yağan kara ne çok benziyor diye düşünürken sen kartopu oynuyordun. Ben heyecana gelip nerdeyse yüreğimi kartopu diye sana fırlatacak tım ki sen “Ne yapıyorsun” diyerek gülmeye başlamıştın bununla beraber Kar prensesi de kahkahalarla gülerken sesi yamaçlardan yankılanıyordu.
Koştum… Sen de koşmaya başlamıştın, iki koşucu gibi tepelere doğru koşmaya başlamıştık. Nefes nefese kaldığımızı, papatyalarla süslü bir yamacın balkonunda mola verdik. Uzun süre bakışırken eridik birbirimizden ve hayali gemilerle bir denizde yol alıyor olduk. Karıştığımız bir zaman diliminde sonra bir sahile karaya vurulmuştuk!
Kralar vadisinde RE yüzüğünü aramaya çıkmıştık. Gece olmadan bulmalıydık yoksa büyücülerin gazabına uğrabilirdik. Gece olmuş güneş tapınağına sığınmıştık; RE yüzüğünü bulamamıştık “bu yüzük gücünü üzerindeki gravürlerden almaktadır ve bu gravürler enerjik bir manyetik alan yaymaktadırlar ki Howard Carter’i mezardaki negatif elektrikten ve diğer görünmez tuzaklardan korumuştur. Böylelikle bu yüzük sahibinin enerjisi ile bütünleşmektedir. Bu nedenden dolayı yüzüğün başka biri tarafından takılmaması gerekiyormuş!”
Güneş tapınağında her şey istediğim gibi olmadı; güneş sırtımı yakıyordu ve sanki kalıcı dövmeler işliyordu. Ama neden sonra bu sıcaklığın senin sıcaklığının yanında eksi buz kadardı gibi geldi bana. Anımsadın mı? Vurgun bakışlarınla sana tutulmuştum; ay tutulması gibiydi, yoksa unutun mu? Unutmak, beleğimin kaçınılmaz intiharıdır!
Kız… Kızma! Kızmak geliyor içimden; “sana dair yeşerttiğim duygularımı geri var! Ve çık ülkemden” diyorum. Ve “Bu kadar acı yeter bana, unutulmak, bana sağlıklı düşünme zafiyeti veriyor ve bomba gibi patlatıyor beni!”
Ve korkunç bir kâbus görmenin korkusuyla uyanıyorum! Yanımda yoksun, nerelere gittin oysa az önce içimdeydin ve nasıl böyle kolayca yok olabiliyorsun? Darmadağın sorularla birlikte bir acı beynime zonkladı ve sen gideli çok sonbaharlar olmuştu; önce yaprakları sararmış sonra dalları kırılganlaşmış bir ağaç gibi bir başıma kaldığımı hatırladım.
Sen özlem dolu yanım ve ulaşılmayası bir sonsuzluksun biliyorum işte buna aşk derler sevgilim. O kadar içindeydim ki senin, kendimi yaşamaya, tanımaya fırsat bulamamıştım. O yüzden hep kendimle bir yabani kalmıştım. Sen o kadar sahiciydin ki ben sana hep hayalmişim kaldım.
Haydi gülüşlerinle gerçek Rüyalara geçelim mi?
2017