- 443 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
-BİR AN GELİR ZAMAN DA DURUR-
Yıllar öncesine ait bir Anekdot. Merhum gazeteci ve siyaset bilimci Ahmet Taner Kışlalı tarafından kaleme alınmış bir köşe yazısından süzülen ve billurlaşan bir örnek.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi rejimi dönemini yaşayan Almanya Yunanistan’ı işgal eder. Ege adalarında korkulu bir bekleyiş hâkimdir. Bir Ege adasında yaşayan ahali Nazi işgalinin adalara sıçraması ile birlikte her şeylerini Almanlara kaptırmaktan endişe ederler. Ne yapmalı diye düşünürken bir çözüm bulurlar. Ne kadar hayvanları ve mücevherleri varsa balıkçı teknelerine yükleyip karşı sahile yani Anadolu’ya yönelirler. Ege sahilinde bir köye gelirler. Kaygılarını paylaşırlar ve emanetlerini teslim etmek istediklerini dile getirirler. Savaş bittiğinde ölmez sağ kalırsak mallarımızı alırız derler. Bu şekilde köyümüze teslimatı yapıp ayrılırlar. Sonra ne mi olur? Savaşın sona ermesi ile birlikte köylümüz balıkçı teknelerine yükledikleri hayvanları ve mücevherleri Yunan adasına götürüp teslim ederler. Herhalde tarih kitaplarında kolayca okuyabileceğimiz türden bir örnek değil. Ne dersiniz?
Son yıllarda farklı alanlarda hayata gözlerini yuman iki değerden, neredeyse aynı yıl doğup aynı gün nokta koyan iki isimden söz edebiliriz. Birbiriyle hiçbir ilgisi olmayan iki ölüm olarak düşünenlerde olabilir. Fakat bu iki ölümün birlikte ele alınmak suretiyle verdiği mesajlar ve hatırlattıkları var derim. Bir yanda Anadolu’muzun insanlığa kazandırdığı Mevlâna’nın, Yunus Emre’nin sözlerinde en güzel karşılığını bulan değerler, bizim değerlerimiz. Diğer yanda uluslararası sistemin ve ilişkilerin ördüğü politik duvarlar. Sancılarını derinden hissettiğimiz Ege ve Kıbrıs.
Baktığımız zaman Anadolu binlerce yıllık medeniyetler diyarı. Gönlü doymuş, gözü tok bir toprak. Yukarıdaki abidevi davranışı sergileyen insanları yetiştiren yüreği zengin ana dolu . Farklı topluluk ve toplumların bir arada yaşama alışkanlığına sahip olduğu bir coğrafyadan söz ediyoruz. Öyleki musikiden, mutfak kültürüne varıncaya kadar çeşitli alanlarda karşılığını bulan envai çeşit sentezler sunar bize. Rum ile Türk’ün bir arada kardeşçe ilişkiler tesis ettiği yüzyılların yerini siyasetin kirlettiği devirler alır. Yoksa her şeye rağmen kirletemediği mi? Dido Sotiriyu’nun ünlü eserini bilirsiniz. “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” Ne kadar sıcacık bir başlık değil mi? Bir Yeşilçam repliği mi? Asla! Bu topraklarda doğup büyümüş bir Rum yazarın yıllar sonra Yunanistan’dan seslenişi hatta haykırışıdır. Elbette doğduğu ve ilk çocukluk yıllarını geçirdiği coğrafyaya duyduğu sevgidir. Mübadele dönemlerinin bireyler üzerindeki izdüşümüdür.
Son yıllarda hayata gözlerini yuman Fenerbahçe ve Türk futbolunun efsanevi futbolcusu Lefter Küçükandonyadis’de madalyonun bu yüzü. Yani Anadolu’nun sıcacık bağrından kopup gelen bir değer. Futbolumuza verdiği hizmetleri bilmeyen yok. Çocukluğumda bu ismin bendeki yankısını düşünüyorum. Ordinaryus lakabıyla söz edildiğini hatırlarım. Bir tarih dergisinde okuduğum “Yiğitler gibi futbolcularda lakaplarıyla anılır” başlıklı bir yazı da aklıma gelir. “Ver Lefter’e yaz deftere” sloganı da yıllar öncesinden kulağımda kalan hoş bir nağmedir.
İzleyen kuşaktan olamadım. İzleseydim Fenerbahçe taraftarlığım nasıl bir seyir takip ederdi acaba. Bir gazetecimizin verdiği örneği anımsarım. Koyu Galatasaraylı olduğu çocukluk ve gençlik yıllarında sıkı bir Metin Oktay hayranı olarak takımının maçlarına gider. Hatırladığım kadarıyla taçsız kral Metin Oktay’ın futbolu bırakmasıyla beraber taraftarlığında bir devrenin kapandığından söz eder. Hiç şüphesiz Lefter’de bu kategoriden gelir. O eski amatör ruh, forma aşkı, disiplin. Kırk yaşına kadar futbol yaşamını sürdürmek ve Fenerbahçe’den kopmamak başka hangi ögelere oturur. Ya da Yunan Milli takımında oynaması yönünde yapılan teklife uymayıp milli takımımızın formasını yıllarca ıslatan birini buluruz karşımızda. Yani bizden biridir Lefter. Gökkuşağı misali bir coğrafyanın vazgeçilmez rengi.
Peki ya efsanevi lider Rauf Denktaş madalyonun hangi yüzünü teşkil ediyor? Gerek Kıbrıs Türk Federe Devleti gerekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti dönemlerinin şimdi artık aramızda olmayan bu büyük lideri uluslararası ilişkilerin ördüğü, büyük devletlerin perde arkası rolleri paylaştığı Kıbrıs sorunu bünyesinde kilit bir şahsiyet olarak karşımıza çıkar. Rahmetli Denktaş 1940’lardan 2000’lere uzanan bir irade, azim ve mücadele öyküsü olarak anıtlaşır.
Kimi zaman şu sözle karşılaşmışsınızdır. İyi güzel de Rauf Denktaş uluslararası platformlarda hangi neticeyi aldı? Dünya devletleri Kıbrıs davamızı tanıdı mı? Şunu demekten kendimi alamıyorum. Karşınızdaki konu Kıbrıs’tır, beyler! Unutmayın ki, bir ayağı da Rum kesimi ve Yunanistan olan bir konu. Takdir edersiniz ki, Türk-Yunan ilişkileri söz konusu olduğunda dünya bir anda değişmektedir. Yani salt Türkiye’nin izleyeceği siyasete bağlı olmayan bir konudan söz ediyoruz. Batı dünyasının temel parametreleri arasında kökleri batının kendisini eski Yunan uygarlığı temelinde tanımlamasına kadar dayanan Yunan hayranlığı eğilimini bulabiliriz.
İşte bu yüzden Ege ve Kıbrıs gibi kavramları uluslararası ortamlarda aldığımız ya da alabildiğimiz neticelere göre değerlendirmek ya da bu neticelerin rakamsal karşılığını aramak yanıltıcı olabilir. Bilakis bu mücadeleyi yıllarca hiç yılmadan veren, verebilen insanların nasıl olup da böylesine bir iradeye ve çelik gibi sinirlere sahip olabildiklerine şaşmamak mümkün mü?
Sonuç itibariyle içerisinde bulunduğumuz haftayı iki vefatın yıldönümlerinin verdiği anlamlı mesajlar dâhilinde geçirebiliriz de. Bir yanda ülkemizde çağlar boyu yeşeren evrensel değerler ve bu hususun uzantısı olarak eski bir yıldız futbolcumuza karşı kendini gösteren duygu seli, diğer yanda ise Kıbrıs Türkleri ve Türk Dünyasının büyük bir liderinin vefatı karşısında milletimizin ve devletimizin gösterdiği duyarlılık akla gelebilir. Hani derim ki, siyasi hayattaki mücadeleler, çatışmalar ve hatta kırgınlıklar bu durumların yaşandığı dönemlerin şartları ve imkânları ile yakından ilişkilidir ve geçmiş zamanlıdır. Oysa elimizde olan bugün ve konuşabileceğimiz ise gelecek zamandır.
L.T.
YORUMLAR
levent taner
13 Ocak 2012... Kıbrıs Türklüğünün efsanevi lideri Rauf DENKTAŞ'ı aramızdan ayrılışının beşinci yıldönümü vesilesiyle saygı, şükran ve rahmetle anıyorum
Ve yine 13 Ocak 2012... Toprağı bol olsun, bir dönem Fenerbahçe ve Milli takımımızın efsanevi yıldızı Lefter Küçükandonyadis'i de vefatının yıldönümü vesilesiyle saygı ve sevgiyle yad ediyorum.
Birbiriyle hiç bir alakası olmayan alanlarda mücadele etmiş bulunan iki ünlünün aynı gün vefatı ise inceden bir mesaj verirken bana bu durumun yüreğimde uyandırdığı duyguları düşünüyorum.
Bir yanda Anadolu’muzun insanlığa kazandırdığı Mevlâna’nın, Yunus Emre’nin sözlerinde en güzel karşılığını bulan değerler, bizim değerlerimiz. Diğer yanda uluslararası sistemin ve ilişkilerin ördüğü politik duvarlar. Sancılarını derinden hissettiğimiz Ege ve Kıbrıs.
Ekşi sözlükte rastladığım bir yorumsa haklılığı olmakla birlikte sinsi bir anlamsızlığı da içten içe barındırıyor kanımca
"sayın rauf denktaş ile lefter denilen zat aynı gün vefat ettiler! ancak medya, sosyal medya, sosyal paylaşım siteleri gibi yerlerde sayın denktaş'tan ziyade, lefter'in adını gördük. ben bilmez kişi olarak, lefter'in türkiye'ye demokrasi falan getirdiğini sandim ilkten, ne bileyim, son çanakkale gazisi midir? nedir? atatürk'ün silah arkadaşı da olabilir! meğer daha da önemli biriymiş futbolcuymuş... ne kadar cahilim ki, bir ara rauf denktaş'ı, lefter'den önemli biri sanmışım."
Eğer bazı çevreler futbolseverlik üzerinden Lefter'i anmanın cılkını çıkarttı ise bunda hayatı boyunca afişe ve magazine olmaktan hiç hoşlanmayan mazbut ve mütevazi bir insanın suçu ne? Ve dahi bir konunun önemine atıfta bulunmak diğer bir konuyu sulandırmayı mı gerektirir acaba?
Elbette futbol en iyimser bakışta bile Ege ve Kıbrıs gibi meselelerin yanına yaklaşamaz
Ne ki, Lefter'in yazımda da naçizane vurguladığım farklı boyutlarda gündem teşkil etmesi mümkün olmanında ötesinde haklılık arz eder kanımca
Hayırlı cumalar dilerim
Saygı ve selamlarımla...