- 541 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Güneşe biraz umutla gözlerimi açıyorum 1…
Bana öncelikle yanılgılarımı söyle, vazgeçtiklerimden bahset, unuttuklarım ile unutamadıklarımı anlat bana…
Pişmanlıklarımı da bildiğini söyledin ya, onları da anlat bana. Geçmişimle geleceğime ait düşlerimi de anlat. Senden önceki yaşamımla, senle beraberlikteki umutlarımdan bahset… Ve senden sonraki derbederliklerimi de cesaretin varsa geçmişe ait biraz saygın varsa, bana ilk merhaba deyişindeki masumluğunla anlat ki yaşamımda kalan boşluklarıma durmayasıya pişmanlık duymamdan kurtar beni…
Sonra, sonra sana yazdıklarımdan perişan zamanlarımdan ne kadar haz duyduğunu, üzüntülerim gizli sevinçlerim olduğunu söyleme cesaretin de varsa anlat ki, seni ilk tanıdığım zamanlardaki cesaretli bakışların düşsün günlük gülümsemelerime…
Sonra bana, ne kadar uzaklaştığının sebebini boş ver bazı davranışlardır ki senin dediğin gibi sandıkların da kilitli kalsın…
Yaşam bu sevdiceğim, nasıl olsa hepsini anlatacağını bildiğim için, hepsi sandıklarında kilitli kalsın…
Şimdilerde hayatı zorlamanın anlamsızlığı bildiğim halde belki de düşüyorum kelimelerle cümlelerin arasına nokta koyuncaya kadar sığınarak…
Gitme benden dedikçe, gülümserdim ben ve bir gün mutlaka gideceğini içimde hazmetmeye çalıştıkça arttı gülümsemelerim…
Şimdi sadece merak içindeyim bu kadar4 yazmaların sonu nereye varacak ve yol nerede tükenecek ki benim gülümsemelerim ne zaman kanamalarına dönüşecek?
Ve nerede tükenecek sözlerin sonuna nokta koymalarım?
Biliyorum ki ne sen ne de ben bu yazdıklarımızı asla bir daha okumayacağız…
Bir yolculuk düşünce girdaplarında…
Başlangıç noktası hangi kelime ile mimlenmişse, sonuç o kelime yolculuğunda bitimsiz cümlelerle düş kurmaya oluşan bir yolculuk…
Belki de düşüncelerle savaş açmak, düşüncelerin içinde yolculuk kurgusu kurmak ve sonunda her şeyin bittiğini zannederek savaşı kaybetmek…
Her yazılımın içinde kendini eksik hissederek son cümleyi takip eden cümlelere yeniden ulaşmak için yeniden yazmak…
Belki de yeniden sevmek gibi sevginin girdabına düşmek…
Nem kaldı demeden ne yazıldığına bakarak sevginin neresinde olduğunu görmek her daim kendini eksik hissedip, sevgide eksik kalmak yürek sızılarına dönüştükçe ellerin beynin kadar yorulamayacağı bir yolculuk başlayacağı bu eksik düşleri tamlamak için…
Söylesem mi söylemesem mi, söylemesem cümlesine kurgulanmış aşık Mahsuni gibi hep eksik kaldık bu güne değin sayfalarda…
Nasıl bir yolculuktu bu yaşamım?
Kendi kendime ağırlaşıyorum sen varlığını düşündükçe… Ve geçen günlerin kahırları biriktikçe, bedenimde ruhum eskiyor… Ve damarlarım genişleyerek, heyecanım unutulası bir hayata yöneliyor…
Aslında sessizlikti yarınsızlık ve bu günlere düştükçe bedenim korkuların yorgunluğu dolaşıyor bedenimde. Ve ben kendime artık ağır kalıyorum…
Oysa ben seninle yürüdüm kaldırım taşlarında, dar sokak aralarında, ayak tabanlarım ısındı, her adımımla canım iki kere yandı, şimdi yoksunluğun bir başka yanık, bir başka acı… İki tarafı kesici düşünce varlığında da ağladım ,ü yokluğunda ağladım, işte acı ile birleştiğim halim…
Aslında sensizliğe dönüş imkânsızdı. En azından öyle düşünüp, hissediyordum ama yıllardır sensiz yaşatmayı başarmıştı nefes almalar zordu derken, aslında bakışlar kararmıştı…
Belki de yıllardır bir kelimenin peşine düşüştü tüm bu düşüncelerin ardında kalan eylem…
Yalnızlık ruhsal bir doyum ve de kararsızlıklarını depolamış bir zaman geçiştirmesi gibi ifade şeklinde koyulaşıp çözümlere çare arayışında bunalmak gibi bir zamanın içinde kalıyordu…
Kim bilir kaç kişi kullandı bu yalnızım kelimesini? Yaşamları boyunca inkâr edilemez bir çaresizlikle baş edilmeye çalışılan bir zaman bölümüydü yaşamda…
Önce kararsızlıklarla başlayan, sonra da bunalmışlığa dönüşülen bir zaman bölümü veya kimsesizlik hislerinin yoğunlaştığı bir şaşkınlık ve de kararsızlık zamanlarının içinde var olmaya çalışmak…
Bir kıskaçtı sanki ruhunu saran ve an an yükselerek bedensel titremelerle tüm vücudu sarmalayan bir kıskaç… Ve de hepsine bedel bir yitiklikti ruhumuzda var olan yıkıklık…
Koskoca bir evren ve içinde milyarlarla tarif edilen nefes olan, sıkıntıda olan, yürüyemeyen, gülemeyen ve de bir yerden bir yere gitmek için tüm yaşamını feda edecek onca insan ve bu kalabalıklığın yalnızlığı ve bunun şiddeti ödentisi ve de bedelini ödeyerek yaşamaya çalışan onca yalnız insan ve o insanlardan biri olarak da ben bu bedelin ödentisi içinde yalnızlığımın öfkeleri ile yaşıyorum…
Peki, sebep sevme duygusunun yalnızlaşması mıydı veya başka etkenlerin düşüncede ağırlık yaparak kendi kendini yalnızlığa götürerek yitikliği mi seçmek oluyordu…
Şu veya bu bir olgu ve ıssızlaşma duygularını beyni kertikleyerek zamana yalnızlaşmış düşlerle mi yolculuk ediliyordu…
Sevgi ve yalnızlaşmada var olduğumuz etken sevgiliydi şüphesiz…
Zamana yayılmış ve üst üste gelen anlamsız düşüncelerin hislerimize sahip olarak kendi varlıklarını bedenimizde üstün tutmalarıydı belki de…
Yarınlara umut olamayan isteklerin sıkışıp kalmasıydı belki de ruhsal yapımızda…
Ne olursa olsun an be an tüm düşüncelerimize baskı yapıp ruhumuzu ele geçiriyordu belki de…
Ömrünü sevmeye adadığın bir insan için, ölmeyi dahi göze alabilecekken, öyle bir zaman sonra, ölmek istediğin sevgi için yalnızlaşarak, onu unutma düşünceleri ile kesik nefesler olmak o kadar da zor değilmiş meğer hem de yalnızlıkla tek başına kalarak…
Yaşamda bu kısık nefeslerle yalnızlaşmak ki zaten bu yolun başlangıcı oluyordu…
Oysa ömrümü bakışlarımla gözlerine feda ettiğim yıllar vardı…
Gülerek, güldürerek sevinç çığlıkları artarak nefes aldığımız onca yıl sonra derin ve limitsiz bir öfkeyle yaşamdan dahi soğudukça var olan sevmeye dahil düşüncelerin aykırılığıydı asıl beni bezdiren…
Sevmenin içinde var kaldıkça o heyecanla kıpırtılı sevinçlerle nefes aldıkça biliyordum ki yaşam sebebimdin…
Ve her gün ve aylarla yıllara ulaşan bu kıpırtılı heyecanlarla yaşamaktı asıl sevgide var olmak ve biz bunu uzun yıllar başarmıştık…
İnkâr edilemez sevinçlerle sevmenin şemsiyesi altında, yaşamın en güzel yıllarında geçiyordu ömrümüz… Ve bu birliktelik idi bizi bu günlerin acılarına ve yalnızlık sıkıntılarında güçlü darbelere göğüs gererek yaşamda tutunmamızın sebebi…
Sevdim kelimesini bir olgu ve yaşanmışlık cümlesi gibi tekrarlamak da o yaşamda var olmanın ayrı bir heyecanı içimize sindiriyorduk…
Sevmekte var olmak kaderimizin uzun yıllarını barındırdı ki bu günkü yalnızlık girdaplarından çok az yıl y7aşanmış olması da bu günlerde acılanmanın bir başka değişik şekli…
Severken yaşadık ve yaşarken sevdik diye diye bu günlere ulaşınca insan yaşarken acılanmamızda varmış deyip, bir başka burukluğun içinde buluyorum kendimi…
Yoruldum ve yalnızlık girdabındayım. Tesellim ki nefes almalarımdaki iç huzurum ve bedeli ödenmiş bir geçmiş yaşamın içinde buldukça kendimi kahredici güven duygularımın pişmanlığı içinde geçmişin puslu günlerine öfkeli düşlerimle yalnızlığın başka bir güzelliğini yaşıyorum…
Bir tecrübe ve bir bedel ödemişliğin iç huzurunda buldukça kendimi garip bir hoşluk duygusu ile gülümsemeye çalışıyorum…
Sadece acılanarak ve gözlerimdeki ıslaklıklarla donuklaşmış yüzümün sabit görüntüsü ile tenzih ediyorum tüm kötü söylemlerimden…
Yaşam neresinden tutulmuşsa huzur vermesi iç düşüncelerimle bu yalnızlaşmalarımla da olsa artık geleceğe özlem duyuyorum…
Sen sevgili, eminim ki bu yalnızlaşma duygularımın dışında kalırsın eminim ama yaşamda sen de bir gün yalnız kaldığında bu günlerde ne kadar iç ağrıları ve hafıza yorgunlukları yaşadığımı anlayacaksın…
Sen de bir gün, bu bedensel titreyişlerine uzandığında işte o zaman bu günlere ait beni anlayacaksın ki yaşam daima kendini ihanet etmeyenleri mükâfatlandırır.
Nefes almak istiyorum,
İstiyorum dedikçe,
Hep kırık,
Hep kesintili,
Nefesler aldım…
Gülmek,
Güldürülmek,
İstiyorum dedikçe,
Hep eksildim gülüşlerde,
Hep eksik kaldım güldürülmelere,
Yaşamın içinde nefeslerim kalsın
dedikçe
yaşama hep yarım,
hep,
titrek nefeslerle,
yolum uzadı ve
uzadıkça hep yalnızlığa,
hep, hep yorgunluğa,
ve hep,
düştüm,
acılanmaların içine,
tam da ortasına
ve
ortasından sonraki
karanlık yalnızlığın yollara
yollarına,
kırlarına,
morarmış denizine.
Ve
Yalnızlığa doğru mecalsiz yürüdüm…
Hasretimdi denizin mavisi,
Hasretimdi akar suyun yeşili,
Meşe ağacına tünemiş,
Kuşun sesiydi özlemim
Ve yarınlar olsun mavi,
Derken hep acılandırıldık, en yakınımızdaki ile, hep sevdim dediğimdi, bakışlarımı soğutan, yüz mimiklerimi kararmış titreyişlere atan,
Hep yanımızdakiydi…
Hem en yakınımızdakiydi.
En çok seni sevdim dediğimdi
En derinlere vuran
Her vuruşta bedenimi sarstıran
Umutlarımı kıran
Sevdiklerimin her şeyini kıran ve beni en çok yalnızlığımda vuran, sevgimdi,
Sevgilim dediğimdi, umutsuz yarınlara silkeleyen,
Beklentisiz düşlerle sarsan ve nefeslerimi kırıp,
Göz kirpiklerimi kapanmaz hale getiren,
Sevgim
Sevgilim dediğim…
Yani,en yakınımdaki, sendin, umutlarımı kıran, yarınlara beklentisiz salan ve
vedasız yaşama boyun eğdiren de, sendin, sevgimdin…
Hep şeyler, hep çok şeylerdi içimize, dayanılası zor şeylerdi,
tarifsiz, beklentisiz ve de kimsesizliğimize vuran
vurdukça acımasız yaralar açan ve umutsuzluğu aşılayan,
hep şeyler, hep çok şeylerdi tarifsiz, ispatsız, beklentisiz
ve de acımasızlıkla, acınılası hâle dönüştüren çok şeyler ve bunlarında çoğunun sebebi de sendin, sevgili, o çok şeylerin de sebebi sendin…
Şimdilerde güneşe açıyorum gözlerimi, biraz umut, biraz heyecan ve biraz da çok şeylerden arınmış olarak sen varlığının dışında kalan düşüncelerle…
Yaşam biraz da umudun tükendiği yerde beni yanına aldı…
Her gücün ardında onu çökertecek bir başka güçlü güçlülük vardı… Ki düşmemek de güç denenmiş idi…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.