- 601 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
MARTILAR AH EDER ÇIRPARLAR KANAT
Benim kendim için yaşadığım aşkların belki de en başında Klasik Türk Musikisi gelir ki vasiyetimin tek şartı yine musikiyle ilintilidir.
Güftesinden bestesine ve enstrumanına değin içinde çok çeşitli derin duygular barındıran bu şarkılar, hiç kuşku yok ki dinleyeni de bambaşka alemlere sürüklemiş olmasın.
Güftelerin hemen birçoğu tasavvur edilemeyecek kadar hazin ve inanılmaz öykülere sahiptirler. Yine bunların büyük bölümü esrarını korumaya devam ediyor. Bu muhteşem eserleri vücuda getiren yorumlayan ve hakkını vererek dinlemek isteyenlerden de eser kalmadı insan kalitesi bu denli düşeli beri. Tabii merak eden de pek çıkmıyor ilgilenenlerin ve araştırmacıların dışında.
Martılar áh eder, çırparlar kanat
Deryálar açılır, açılır kat kat
Gayri beklemeye kalmadı tákat
Görünsün karşıdan Istanbul şehri
***
Kanatları gümüş yavru bir kuş
Gemimizin direğine konmuş
Dağlara çıkma Karadeniz
Yavrudur yárim uçamaz bensiz
Bu dizeler Nazım Hikmet RAN’a ait bilindiği gibi.
Bu sözlerin nasıl can alıcı, hüzünlü bir hikayesi olduğunu acaba ne kadar insan biliyor? Dedim içimden ve Murat BARDAKÇI’nın 18 Şubat 2001 de kaleme aldığı bir yazısını bulup paylaşmak istedim okumak isteyenlerle.
“Bu yazı, Türk Edebiyatı’nın ve Türk Müziği’nin üç büyük isminin 1930’lu senelerde beraberce yarattıkları ama bugün neredeyse unutulmuş olan bazı eserlerinin pek bilinmeyen öyküsüdür: Sözlerini Nazım Hikmet’in yazdığı, Mesud Cemil’in bestediği ve Münir Nureddin’in orkestra refakatiyle okuduğu üç şarkının öyküsü...
.
MARTININ KANAT SESİ
Modern Türk sinemasının ve Türk tiyatrosunun kurucusu kabul edilen Muhsin Ertuğrul, 1930’ların sonuna doğru yeni bir film çekiyordu: ‘‘Mineli Kuş’’ adında müzikli bir film. Senaryoyu o günlerde de tartışılan ama bir hayli meşhur olan bir isim, Nazım Hikmet yazmış ve film için iki de güfte, yani şarkı sözü kaleme almıştı.
‘‘Martılar áh eder, çırparlar kanat’’ ve ‘‘Kanatları gümüş yavru bir kuş’’ sözleriyle başlayan güfteleri o zamanın önde gelen bir müzisyeni besteledi: Mesud Cemil...Türk Müzik tarihinin en tanınmış isimlerinden biri olan Tanburî Cemil Bey’in oğluydu, radyoculuğu Türkiye’ye getirenlerdendi, bizzat kurduğu İstanbul Radyosu’nun müdür vekili, spikeri, tanburisi, yani her şeyiydi ve hepsinden de öte dört dörtlük bir müzisyendi.
STÜDYODAN ASKERî MAHKEMEYE
Mesut Cemil, Nazım’ın şiirlerine alışılmadık fakat son derece hoş melodiler giydirdi ama çekimler devam ettiği sırada, 1938’in meşhur Harbokulu olaylarıyaşandı. Nazım tutuklandı, bir savaş gemisinde kurulan askeri mahkemeye çıkartıldı, ‘‘komünistlikten’’ 28 seneye mahkum edildi ve bütün bunların arasında olan ‘‘Mineli Kuş’’a da oldu ve çekimler birdendire duruverdi.
Ben çok aramama, Türk sinema tarihini bildiğini iddia edenlere devamlı sormama ve soruşturmama rağmen ‘‘Mineli Kuş’’un çekilen kısmının ne olduğu ve akıbeti hakkında hiçbir yerden hiçbir şey öğrenemedim.
ORKESTRA İLE OKUNDULAR
Filmden geriye sadece iki şarkı kalmıştı ve Münir Nureddin bu şarkıları birkaç sene sonra taş plaklara okudu. Parçalar bir orkestranın refakatinde icra edilmişlerdi ve tek kelimeyle, nefistiler. Münir Bey icracılığının bütün maharetini kullanıyor, Mesud Cemil’in alışılmış Türk melodilerini zorlayarak ve bambaşka bir üslupta yazdığı nağmelerini sanki yepyeni bir álemde teneffüs ediyordu.
Şarkılar bir anda meşhur oldular.
Derken aradan seneler geçti ve Türkiye 12 Mart’ı yaşadı. O zaman TRT’de çalışan ve şimdi hayatta olmayan işgüzarın biri kalkıp kurumun başındakilere gitti, ellerini önüne bağladı, boynunu büktü ve ‘‘Bu şarkıların sözleri komünist Nazım Hikmet’indir’’ dedi. ‘‘Arada bir okunuyorlar. Her ne kadar aşk şarkısı gibi görünseler de, sosyal bir sınıfın bir başka sosyal sınıf üzerinde hakimiyet kurması temeline dayalı olup yıkıcı ve de bölücü hüviyet taşıdıklarını arzederim! Bir emir buyursanız da bu komünist eserleri yasaklasanız’’
KANATLARI HALA KIRIK.
İşgüzar böyle de dedi ve şarkılar yasaklandı!.. Radyolara ‘‘Bundan sonra okunmayacaklar’’ diye şifahi bir talimat verildi ve ‘‘Martılar áh eder’’ ile ‘‘Kanatları gümüş yavru bir kuş’’u seslendirmeye yirmi küsur sene boyunca kimseler cesaret edemedi. Yasak ancak 1990’ların ortalarında, benim işi Hürriyet’te yazmam üzerine kaldırıldı ama her iki şarkı da artık unutulmuştu! Bugün bile okunmuyorlar ve ‘‘gümüş yavru kuş’’un kanatları hálá kırık.
Güfteleri Nazım’a ait olan iki şarkının hazin öyküleri, işte böyle... Bir de bugün ‘‘Nazım’’ dendiği zaman mangalda kül bırakmayan bazı zevátın onun şiirlerini makaslayıp sansür etmeleri hadisesi var ki, daha da beter...
Nazım tartışması devam ederse, bu sansür hikáyesini de anlatırım.”
( Bu üç dev adam aramızda değiller artık. Oysa başta Nazım Hikmet RAN olmak üzere, geride bıraktıkları unutulmaz eserlerini, yurtlarına verdikleri emekleri, üstün başarılarını ve olağanüstü kişiliklerini dünya biliyor ve takdir ediyor.
Komünistlik de ülkenin başına bela olmadı!
Ancak gelin görün ki; Ülkenin başına öyle şeyler geldi, öyle belalar açıldı ki, bu gerçek yurtsever, cesur, üstün ve ayrıcalıklı insanlar “İyi ki bu günleri görmedi” diyor içimdeki bir SES bana. )
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.