- 713 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
DALDAN DALA
Merhaba,
Her zaman şiir, hikâye, anı yazılmaz ya! Bugün de aklıma gelenleri olduğu gibi yazmayı denedim.
..................................................................................................
Yazmak , tiryakilik gibi. Alıştın mı bırakamıyorsun. Bunları yazarken gören de beni bir yazar falan sanmasın. Yaşadıklarını, gördüklerini, insanları, değişik olaylar karşısında duygu ve düşüncelerini anlatmaya çalışan bir emekliyim ben.
Bu gün de “Aldım kalemi elime!” diyemeyeceğim, oturdum klavyenin başına , ne gelirse aklıma yazayım, dedim.
Kucağıma verdiler
Beş aylık torunu
“Aman iyi tut baba, düşürme!”
Dedi evdekiler
“Siz, kendinize bakın! “ dedim
Bastım bağrıma
Kokusunu sindirerek o nur topunu
Yanağı yanağıma değince
Kaldırdı yumuş yumuş gözlerini
Baktı sevgiyle
Güldü, dilini çıkardı
O pamuk yanağın verdiği tat
Başka nerede vardı
Daha önce birkaç yazımda, şiirimde torunları anlattım tüm içtenliğimle. Bu üçüncüsü. En büyükleri üçüncü sınıfta, ikincisi ikinci sınıfta, bu sonuncusu ise daha bebek. Fotoğrafımızı görünce içimden geldi duygularımı kağıda dökmek. Ömrüm oldukça onları yazmak isterim.
……………
Kabak çekirdeğini ay çiçeğinden daha çok severim. Televizyonda maç izlerken ya da herhangi bir programı seyrederken hoşuma gider. Değirmenin buğday öğüttüğü gibi öğütülür gazetenin üstüne kabak çekirdekleri. “Gereğinden fazlası zararmış.” deseler de gereğinden çok damak keyfinin gereğine baktığım için çok zor “Dur!’” derim kendime. Birlikte çalıştığım, şimdi de zaman zaman görüştüğüm, “Goca Hüseyin” adıyla andığımız Hüseyin Saylam’ın bir sözü gelir aklıma, “Ya, oğlum baklavayı yer, on sene önce ölürüm anasını satayım! O tadı almadıktan sonra yüz yıl yaşasan neye yarara?” Akşama kadar televizyonlarda sağlık programı, zayıflama programı dinleyenlerin hoşuna gitmese de bu da bir hayat görüşüdür. Hani ünlü denemeci Montaıgne diyor ya: “ "Başımıza bir kez gelen şey büyük bir dert sayılamaz. Bir anda olup biten bir şey için bu kadar uzun zaman korku çekmek akıl karı mıdır?" "Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık!" Ben de zaman zaman damak zevkinin esiri olsam da insan yinesağlığına dikkat etmeli
…………
Bu facebook paylaşım sitesine üyeliğimin üzerinden sekiz dokuz yıl geçti. Daha önce “ŞU FACEBOOK DEDİKLERİ” başlıklı bir yazı da yazdım. Şimdi de birkaç satır yazmak istiyorum.
Bilim ve teknik hızla ilerliyor. Çocukluğumda köyümüzde az sayıda o pilli bataryalı radyolardan vardı. “Bir gün bu radyoların içinde insanlar görünecekmiş, türkü söyleyenleri görecekmişiz.” denildiğinde bir türlü aklımıza yatmazdı bu durum Gün geldi televizyon 1970’li yıllarda yaygınlaşmaya başlayınca “Ha,demek ki anlatılmak istenen televizyonmuş.” diye düşündük.
Şimdi bu internet öyle değiştirdi ki yaşamımızı..O yıllarda bunun hayalini bile kuramazdık. Facebook neyi değiştirdi benim hayatımda? Ben, bu paylaşım sitesinde elimden geldiğince kendi yazı ve şiirlerimi paylaşıyorum. Kimseye oradan buradan alarak ahlak dersleri, dini mesajlar vermeye kalkışıp kendimin bile bilmediği, uymadığı konularda ahkam kesmeye kalkmıyorum. İnsan elbette hoşuna giden, başkalarının da yararlanacağı yazıları, durumları, olayları paylaşabilir. Adı üstünde bu site bir paylaşım sitesi. Fakat bakıyorsunuz herkes “din âlimi” kesilmiş. Her neyse herkes dilediğini yapmakta özgür. Bizim buna diyecek çok sözümüz yok.
Ben bu facebookta;
*Çok sayıda eski öğrencimle iletişim kurabildim. Onların vefalı, saygılı davranışlarından mutlu oldum.
*Altmış beş yaşımda bile ortaokul, öğretmen okulu ve eğitim enstitüsü öğretmenlerimden hayatta olan birkaçı ile haberleşebiliyorum. Ortaokul öğretmenlerimden Tabiat Bilgisi öğretmeni Aycan Yolyapan’ı yazın ziyaret bile ettim.
*Yazı ve şiirlerim paylaşıyorum. Yazdıklarıma yapılan yorumlar, beğenileri bana mutluluk veriyor. Yaşadıklarımı, hayatın içindeki olayları yazdığım için bu yazılar ilgi çekiyor.
*Geçmiş yıllardan kalan siyah beyaz fotoğrafları, yeni fotoğrafları paylaşıyorum. Ortaokulda kırk yıl önce öğrencim olmuş, şimdi ellili yaşlara gelmiş biri o siyah beyaz okul fotoğrafında kendisini görünce şaşırıyor, mutlu oluyor, minnetlerini ifade ediyor.
*Yazılarımı gönderdiğim edebiyat sitelerinde yeni dostlar ediniyorum.
*Köyümüm gençlerini bu facebook sayesinde tanıyorum, onlarla haberleşiyorum.
* Paylaşma ortamı olduğu için yazı yazmak konusunda bana istek ve şevk veriyor.
Daha sayamayacağım pek çok yararını gördüğüm bu paylaşım sitesi olumlu kullanıldığında insan gerçekten mutluluk duyuyor.
Bakın bu facebookla ilgil bir yaşanmışlığımı anlatayım.
Konya Selçuk Eğitim Enstitü’sünde okurken bir öğretmenimiz vardı. Adı Erdoğan Munis. Ben, Türkçe Bölümü’nde okuyordum. Örnek insan, örnek öğretmen ve de çok iyi bir ressam olan Erdoğan öğretmenimizin adını bir gün facebooka yazdım. Çok saygı duyup örnek aldığımız bu seçkin insan karşıma çıkıverdi. Şimdi seksen yaşın üzerinde olan öğretmenimiz 1970-1972 yılları arasında Yazı ve Sanat Tarihi derslerimize girmişti. Öğretmenliğimizde örnek aldığımız,ressam olarak da çok sayıda sergiler açan bu seçkin insana minnet borcumuzu ifade edebilmek bana mutluluk verdi. Kendisi için yazdığım şiiri paylaşmak için iznini istedim; ama “Ben, ilgi ve iltifattan sıkılırım.” diye kabul etmedi. Reddedişi bile son derece kibardı sevgili öğretmenimizin. Oysa yazdıklarım iltifat değil tümüyle gerçekti.
Erdoğan Munis öğretmenime saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
………………………………..
Emekliyim. Her zaman da oturulup yazı yazılmaz ya! İşimizin olmadığı günlerde (Pek işimiz de yok ya!) arkadaşlarla bir araya gelip okey oynuyoruz. Anlayacağınız vakit öldürüyoruz. Gittiğimiz yer, bir hemşehrimizin işlettiği kahvehane. Bizim dışımızda o mahallenin insanları da geliyor. İçlerinde birkaç kişi var ki konuştukları her cümlenin noktası, virgülü olmuş küfür. O, buraya yazamayacağım ünlü küfür kelimesini söylemeden konuşamıyor adamlar. Onlar her cümlelerinde bunu söylerken ben utançtan terliyorum; ama ne yapabiliriz? Memlekette konuşurken araya iki de bir küfür yerleştirmenin cezası yok.
1970’li yıllarda Mucur Ortaokulu’nda öğretmenim. Okul- Aile Birliği toplantısı yapılıyor bir pazar günü. Velilerden biri konuşmak isteyenler listesine adını yazdırdı. Bu arada yanımda oturan öğretmen arkadaşım Muzaffer Yıldırım koluma vurdu:
-Bak, bu İbrahim Ağa, konuşurken her cümlesinde “…….” demeden bir cümle bile söyleyemez.
Sıra İbrahim Ağa’ya gelince dikkat kesildik. Söz alan İbrahim Ağa, ikinci cümleyi getiremedi. Küfretmeden konuşmak kolay mı?
İşte böyle. Bu toplumun insanlarından bazılarının sanki bir parçası olmuş küfür.
…………………………..
Ben, bunları yazarken biraz ara verip televizyona baktım. Artık alıştığımız alt yazı geçiyordu yine. “İZMİR’DE BOMBA! İKİ ŞEHİT”
Bu güzelim ülke karanlığa mı sürükleniyor? Ne oldu bize, buraya nasıl geldik? Sokağa çıkmaya, kalablıklara karışmaya korkar olduk. Yoksul, garibanların genç fidanları; askerimiz, polisimiz, masum vatandaşımız için ölümün nereden geleceği belli olmaz oldu.
Baş sağlığı dilekleriyle, üzüntü bildirmekle bitmeyecek bu terör belası. Köklerini kazımaya devletin gücü yetmiyor mu? “Açılım” safsatasıyla kentler,kasabalar bomba, silah deposu haline getirilirken nerdeydiniz? Onların dışında adını bile iki türlü söylediğimiz o gözünü kan bürümüş cihatçılara ülkemizden katılanlar hangi eğitim anlayışıyla yetiştiler? “Dindar ve kindar” olmaları mı gerekiyor gençlerimizin?
…
Bazen derim ki kendi kendime: “Saz çalabilseydim, saz çalarken de sevdiğim türküleri söyleyebilseydim. Hangi türküleri söylerdim sesim de güzel olsaydı o zaman. “İşte gidiyorum çeşmi siyahım” dan başlar, “Emirdağı birbirine ulalı” ile devam eder, sonra da köyümüzün düğün türkülerinden “Su sızıyor sızıyor taşların arasında” ile bitirirdim. Hayat bu, herkes dilediğini gerçekleştiremiyor ya da o yetenekten yoksun oluyor.
…
Evet, bugün de neler düşünüyorsam kırıp bükmeden onları yazdım.
Gün ola harman ola.
Zalimlerden hesap sorula.
……………………………………………………………………………………………………………………………………………..
5 Ocak 2017
Numan Kurt
YORUMLAR
Sayın Hocam
Baklavaya bende bayılır-dım. Başımda şu şeker belası olmasaydı da keşke doya doya yiyebilseydim.
O ahkam kesen yazılar konusunda ne kadar da hemfikiriz sizinle. Evet Hocam, bazı kişiler bırakın din alimi olmayı, siyaset bilimci. terör uzmanı, vatan kurtaran aslan bile oluyorlar. Sırf bu yazıları nedeniyle çok sevdiğim bazı dostlarımın yazılarını okumuyor yorum yazmıyorum. Çok arzu etsem bile...
Bizim köyün insanları da öyledir (AMASYA-Boğaköy) sövmeden konuşamazlar. Memlekete son gittiğimde yeğenimi söverek konuşmaması konusunda uyardığımda:
" Tamam dayı bundan sonra sövmeyeceğim.......koyum" dedi.
Evet. Bu İnternet harika bir şey. Bizim çocukluğumuzdaki gibi Nevtron marka, Bereç bataryalı radyolara hiç benzemiyor.
Sizinle ruberu olmasa da kızımın öğretmeni olarak bu İnternet sayesinde tanışmadık mı?
Tatlı bir sohbet tadındaki yumuşacık yazınızı zevkle okudum.
Sağ olun.
Selam ve Saygılarımla...
Numan Kurt
Sağlıklı günler, saygılar.
Edep ve edebiyat bir araya gelince ,böyle güzel okunası yazı ortaya çıkıyor.Kutlarım.Sağlık ve mutluluklar dilerim Numan bey.
Numan Kurt
Teşekkür ederim.