- 1104 Okunma
- 9 Yorum
- 4 Beğeni
TÜRK’ÜN YENİDEN DİRİLİŞİ NE ONUN NE BUNUN DEĞİL, BİR ABD VATANDAŞI OLAN JOHN GAUGHAN SAYESİNDE OLMUŞTUR.
Evet bu gün yine satranç ile başlayacağım ve oyun olarak zerre kadar anlamadığım satranç ile ilgili ilginç bulacağınız bir iki hikaye anlatacağım siz değerli okuyucularıma. Sonra da Türk’ün yeniden dirilişi ve John Gaughan konusunu ele alacağız.
Satrancın ne zaman ve nerede ortaya çıktığı tam olarak bilinmese de M.Ö 1300 yılı civarlarında eski Mısır kabartmalarında satranç oyununun varlığına şahit oluyoruz. Ancak genel kabul görmüş kanaat satrancın Hindistan’dan çıktığı üzerinedir.
Satranç oyunuyla ilgili olmasa da üzerinde 64 karenin bulunduğu satranç tahtası ile ilgili oldukça ilginç bir hikaye vardır ve sanırım bu hikayeyi herkes bilir.
6. Yüzyıl Pers hükümdarlarından biri ( Herhalde cömertliği ve adaleti ile Hz. Peygamberin bile övgüsüne mazhar olmuş olan Nuşirevan olsa gerek ) bir ustadan ( Ki onun adının da Sissa İbi Dahi olduğu söylenir.) bir satranç takımı yapmasını ister. Sissa İbni Dahi gerçekten de dahi bir insandır. Bu satranç takımını yapar ve hükümdara sunar. Hükümdar çok beğenir ve ‘’ Dile benden ne dilersen ‘’ der. O da ‘’ Fazla bir şey dilemiyorum. Sizden şu satranç tahtasının ilk karesine bir buğday, sonraki karelere de bir öncekinin iki katı buğday koymanızı ve bana vermenizi istiyorum’’ der.
Hükümdar karşısındaki bu ustanın alçak gönüllülüğü(!) karşısında şaşırır ve vezirine ‘’ İsteğini yerine getirin’’ der.
Başlarlar Sissa İbni Dahi’ye buğdayları vermeye. Hatta dalgalarını geçmektedirler bu usta ile. Çünkü onuncu karede verdikleri buğday 512 adettir ki bu bir avuç bile değildir.
15. Karede 16.394 adet buğday tanesi vermeleri gerekiyor. Tarım uzmanları 1000 buğday tanesinin 30 gr geldiğini tespit ettiklerine göre demek ki 15. Karede Sisa İbni Dahi’ye verilecek buğdayın miktarı 16294 :1000= 16,294 ----- 16,294 x 30= 488.82 gram. Yani yaklaşık yarım kilo
16. Karede yuvarlak olarak bir kilo oluyor buğday.
25. Karede verilecek buğday 512 Kiloya çıktığında vezir hâla işin vahametinin farkında değil…
30. Karede Sissa İbni Dahi’ye verilecek buğday miktarı 16.384 Kilo Yani 16 tonu geçmiş vaziyette…
40. Karede miktar 16.777.216 kiloya çıkıyor. Yani küsüratı atacak olursak 16.777 ton buğday oluyor.
Daha önce de küsüratı atmıştık ama önemli değil…Devam edelim. Ama bu sefer ton olarak tabii ki…
50. Kareye gelindiğinde verilmesi gereken buğday 17.179.648 Ton..Yazıyla: on yedi milyon yüz yetmiş dokuz bin altı yüz kırk sekiz ton.
Haydi bir yuvarlama yapıp küsuratı yine atalım ve 50. Karede 17 milyon ton diyelim.
64. Kareye geldiğimizde en yuvarlanmış haliyle Sisa İbni Dahiye verilecek buğdayın miktarı: 168.528.000.000 Ton. ( Yüz altmış sekiz milyar beş yüz yirmi sekiz milyon ton )
Bu miktarı da hesaplamışlar: Bu günkü ölçülerle dünyamızın 1500 yıllık buğday üretiminin Sisa İbni Dahi’ye verilmesi gerekiyormuş.
Dünyanın en adil hükümdarlarından biri olan Nuşirevan ( Tabii ki hikayeye göre tahminen Nuşirevan diyorum.) bu kadar buğdayı veremeyeceğine göre ama verdiği sözü de mutlaka yerine getiren bir hükümdar olduğuna göre bu sorunu nasıl halletti hiç bilemiyorum.
Ancak..Bu matematik hesabı bizlere ‘’Damlaya damlaya göl olur’’ Atasözünün ne kadar doğru ve haklı bir söz olduğunu kanıtlamıştır.
****************
Efendim, geçen günkü yazımda Cübbeli Ahmet Hoca’ya bir iki taş savurduysam da hemen bir noktanın altını çizeyim bizim hoca açıklamamış ama İslamın en büyük düşmanlarından biri olan Ebu Cehil müthiş bir satranç ustasıymış. Hatta satranç tahtasına hiç bakmadan sadece rakibinin hangi taşı hangi kareye sürdüğünü söylemesiyle bir başkasına ‘’ benim filanca taşımı filanca kareye sür’’ Diyerek satranç oynayıp rakiplerini yenermiş. Yani çok akıllı bir insanmış ama nefsi aklının önünde giden bir insanmış. Neticede Ebu Cehilin çok oynadığı bu oyunun Müslümanlar tarafından oynanmasını sakıncalı görülmüş olabilir diye bir şeyler de söylenebilir ama tabii ki geçersiz. Ne yani Ebu Cehil yemek yerdi diye biz yemeyecek miyiz?
******************
Evet..Şimdi de gelelim Napolyon Bonapart’a , Benjamin Frankin’e ve daha nicesine şah- mat çeken Türk’e
Ancak ona geçmeden önce bir hususun da altını çizelim.
Satrancın Avrupa’ya yayılması ve özellikle aristokratlar arasında oynanan bir oyun haline gelmesi Türkler ve diğer Müslümanlar ile yakın doğu ve hatta uzak doğulular sayesinde olmuştur ve işin ilginç tarafı Avrupa’da kilise tarafından hiç hoş karşılanmamış, zaman zaman yasaklar getirilmiştir bu oyuna.
Bir diğer konu mesela Rusya’da bu oyun hâla ‘’Şah-mat’’ adıyla anılırmış. Öte taraftan Avrupa’da da son hamleye ‘’Check- mate’’ deniliyormuş.
Bizim ‘’Vezir’’ Amerika’da ‘’Queen’’ imiş yani kraliçe… Bir başka ilginç olan nokta ise bir yerde ‘’Krala ölüm’’ anlamına gelen ‘’Şah- Mat’’ın krallar tarafından bu kadar benimsenmesidir.
**********************
1769 yılında Avusturya İmparatoriteçesi Maria Tereza’nın hizmetinde çalışan bir bilim adamı olan Wolfrang von Kempelen, bildiğimiz kadarıyla tarihin ilk satranç oynayan makinesini icat etmek için kolları sıvar. Buna ‘’Satranç Otomatı’’ diyoruz.
İmparatoriçe adına hazırlanan bu makinenin yapımı altı ayda tamamlanmış ve 1770 yılında ilk gösterisini de yine İmparatoriçe Maria Tereza’nın huzurunda yapmıştı.
Maria Theresa için yapılan otomat, tekerlekli bir platform üzerine satranç tahtasının çizilmesinden mütevellit, başına pelerinli, sarıklı ve bıyıklı bir Türk figürü oturtulmuş halde bulunmaktaydı. Uzunluğu 120 cm, genişliği 105 cm, ve yüksekliği 60 cm olan bu makine, akça ağaçtan yapılmıştı. Makinenin önündeki kapak açılarak İçi incelendiğinde, bir çok makara ve kaldıraç ile de karşılaşılmaktaydı.
Çalışma prensibi, kurmalı aletlerde olduğu gibiydi. Kurulduktan sonra karşısına oturan gönüllü ile oynayan Türk, arada kafasını hareket ettiriyor, gözleri ile de satranç tahtasını tarıyordu. Sadece oyunu oynayabilsin diye yapılmadığı ise, rakiplerini zaman zaman yenebilecek kadar iyi hamleler yapmasından anlaşılıyordu.
Evet..1770 Yılında artık dünya’da Kanuni’den sonra bir başka müthiş Türk’ten daha bahsedilmeye başlandı çünkü her nedense bu müthiş icada Türk adı verilmişti.
Türk, oldukça ustalıklı hamleler yapıyor, önüne geleni deviriyordu satranç oyununda. Haliyle sahibi Kempelen’e de bir hayli para kazandırıyordu.
Aynı zamanda kendine sorulan sorulara da önündeki harf kombinezonundaki harflere dokunarak cevap veren Türk’ün ünü kısa zamanda Avrupa’yı sardığı gibi ABD ye de ulaşmıştı.
ABD de bir hayli gösteriye çıktı Türk. Hatta Benjamin Franklin ile satranç oynayıp onu yendi.
1804 Yılında Wolfrang von Kempelen öldü. Haliyle Türk de elden ele dolaştı ve sonunda metronomun mucidi Johan Nepomuk Maelzel’e ulaştı ve tabii ki gösteriler tüm hızıyla devam etti.
Türk, 1809 da Napolyon Bonapart ile karşılaştı. Napolyon, karşısında oldukça ciddi bir rakip olduğunu görünce iki kez hile yaptı ve Türk’ün taşının yerini değiştirdi ise de Türk, ilk iki seferde taşını asıl olduğu yere koyduktan sonra üçüncü hilede tüm taşları devirerek oyuna son verdi. Napolyon, Türk’ün bu hareketine çok güldü ve ikinci kez ciddi bir maç yaptılar ama ikinci maçta yenildi Türk’e.
Bu garip makine hakkında bir sürü tez ileri sürüldü. Makinenin içine bir cüce yerleştiğinden tutun da Türk figürü olan kuklanın içine bir çocuk yerleştirildiğine kadar..Hatta ünlü yazar Edgar Allen Poe bile ‘’ Türk’’ e kafayı taktı ve hakkında makaleler yazdı.
Bir makinenin böylesine satranç oynayabilmesi pek de aklına yatmıyordu kimsenin. O sebeple mucit Kempelen veya daha sonraki sahip Maelzel için ‘’ Üçkağıtçı, sahtekar, şarlatan’’ Diyenler bir hayli fazla olmakla birlikte Türk’ün sırrını net olarak ortaya koyabilen ya da ispatlayan da olamadı.
Türk, Fransa dışında İngiltere hatta Rusya’da da gösterilere çıktı. Ancak bence en önemli gösteri maçını 1820’de bilgisayarın babası sayılan Charles Babbage ile yaptı.
Avrupa’daki gösterilerden sonra Maelzel ABD ye gitti ve gösterilerine burada devam etti ama bir hayli borçlanmıştı ve artık öyle çok da ilgi çekemiyordu. Yeni bir ülkede popüler olabileceği düşüncesiyle Küba’ya gitti ancak burada da yakın arkadaşı( asistanı) William Schlumberger öldü.
William Schlumberger’in ölümünden sonra Maelzel tam manasıyla iflas edince herkes alet içindeki kişinin William Schlumberger olduğunu düşündü.
İşin doğrusu Türk, Kempelen’in elindeyken de makinenin değil ama kuklanın içinde belden aşağısı olmayan Worousky adlı bir harp malülü satranç ustasının olduğu yönünde rivayetler vardı.
1838 yılında Maelzel, Avrupa’ya dönmek için Bir ABD gemisine bindi ama gemideki odada ölü olarak bulundu ve cesedi de rivayete göre denize atıldı.
Türk, bundan sonra bir kez daha el değiştirdi ve bir cerrah olan John. Mitchel’in eline geçti.
John Mitchel iyi bir şovmen olmadığı için Türk sayesinde umduğu parayı kazanamadı. Bunun üzerine Türk adlı bu satranç otomatını Filedelfiya’daki bir müzeye bağışladı fakat ne yazık ki 1855 yılındaki büyük Filedelfiya yangınında bu müze de Türk de yandı.
Türk’ün 1855 de Filedelfiya yangınında yanarak yok olmasından yaklaşık 150 sene sonra Dünyanın önde gelen sihirbazları için teknik donanımlar hazırlayan Amerikalı John Gaughan sekiz yüz eski belge ve eserden yararlanıp, aslına uygun bir şekilde Satranç ustası Türk’e yeniden hayat verdi.
Satranççı Türk şimdi ikinci hayatını yaşıyor.
Nerede mi?
O şimdi Budapeşte’deki Kahramanlar Meydanı’nın hemen yanındaki büyük müzenin dönemsel sergi salonunun en önemli konuğu. ( 2. Nisan 2007 Yılı itibariyle...Şu anda hâla orada mı bilmiyorum ama sanırım oradadır.)
Peki tam olarak Türk adlı bu otomatın neye benzediğini ve nasıl çalıştığını merak ediyor musunuz? O zaman aşağıda vereceğim linki google’a yazıp tıklamanız, 25 dakikalık bu gösterinin özellikle 9.35. dakikasından sonrasını dikkatle izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim.
Şimdiden iyi seyirler.
Pardon…Özür dilemeliyim başlıktan dolayı sanırım. Ama ben ‘’Türk’’ Derken Türk Milletini değil işte bu otomat olarak icat edilen ve adı ‘’Türk’’ konan makineyi kastetmiştim…
vimeo.com/73562137
RESİMLER.
1- Türk adlı satranç otomatı, Mealzel’in elinde olduğu dönemlerde bir gösteri reklamı.
2- Türk’ün - Aynı zamanda çok yönlü bir sanatçı olan- Kempelen tarafından çizilmiş resmi.
3- Türk’e yeniden hayat veren ABD li illüzyonist ve koleksiyoner John Gaughan ve Türk’ün aslına uygun şimdiki hali.
4- Yeniden hayat bulan Türk, bir rakibesiyle satranç oynuyor.
YORUMLAR
sami biberoğulları
Yazımda verdiğim linki tıklayıp videyu seyredersen göreceksin olayı.
Tabii ki bir numarası var. O numara da yine videoda anlatılmış gibi ama yine de herkesin gözü önünde o kuklanın içine bir insanın girebilmesi nasıl oluyor o kısmı ben de anlamadım.
Selam ve sevgilerimle.
KONU ÜLKEMİZDE ÇOK VE HER GÜN YENİLERİ OLUŞUYOR..
ÖNEMLİ OLAN BUNLARI SEVGİLİ DOSTUM GİBİ YAKALAYIP İŞLEYEBİLMEK.. AHH BAZEN ÇOK ŞEY KAÇIRIYORUM AMA NEYSE Kİ ZAMANIM İLERİDE ARTACAK..SEVGİLER GÖNDERİYORUM..
sami biberoğulları
O kısmı anlayamadım.
İnşallah hayırlı bir şeydir ileride zamanının artacak olması.
uzun zaman sonra seni tekrar sayfamda görmek çok güzeldi.
Selam ve sevgilerimle.
Fikret Yılmaz Çavdar
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle
"Türk’ün 1855 de Filedelfiya yangınında yanarak yok olmasından yaklaşık 150 sene sonra Dünyanın önde gelen sihirbazları için teknik donanımlar hazırlayan Amerikalı John Gaughan sekiz yüz eski belge ve eserden yararlanıp, aslına uygun bir şekilde Satranç ustası Türk’e yeniden hayat verdi."
Değerli hocam, yazının en önemli bölümü bu paragrafı bence...
Bizde eksik olan bu...
Bilgi birikiminin ne olduğunu, nasıl/neden korunduğunu ve ne işe yarayacağını hesaba katmıyoruz...
Dolayısıyla hep başa sarıyoruz ve bunun da şizofrenik bir hal olduğunu farkedemiyoruz...
Yine sizin imzanızı taşıyacak bir yazıydı...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Gönül istedi ki Türk adıyla dünyayı dolaşmış olan bu otomata yıllar sonra Türkler sahip çıkıp onu yeniden diriltenler olsaydı. Ama dediğiniz gibi..Karagöz- Hacivartı bile Yunan'a kaptırmış olan milletimizin Türk'e sahip çıkması da beklenemezdi zaten.
Selam ve sevgilerimle.
Bundan 15-20 sene önce bir bilgisayar oyunu vardı! '''Age of Empires''' diye. Şimdi bilmiyorum var mı yok mu? İllaha ki vardır.
Adam bu oyunda dünya milletlerini yapmış. Tabii ki Osmanlıyı da koymuş. Ordu kuruyorsun ve etrafındaki devletlerle savaşıyorsun, yenip ya devletini genişletiyorsun, ya da yenilip yeniden başlıyorsun.Kendisinin yaptığı oyunda dahi Osmanlı adını verdiği devleti bir türlü yenememiş. Sonra hile yaparak, bir hile şifresi koymuş onu yazınca ortaya bir taksi çıkıyor ve hiç kimse onunla baş edemiyor. Kurmuş olduğun o taksi timi bütün oyunu hile ile alt ediyor.
Yani adamların yaptıkları oyunda bile hile, hurda ve desiseler oluyor.
Ağabey verdiğin bilgiler gerçekten kayda değer bilgiler. En azından Ebu Lehep yemek yediği için biz de mi yemeyelim!!!!! Sözü bie bana çok iyi geldi!
Harikasın ağabey.
Yüreğine sağlık.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Evet..Başkaq kavimlere benzememek için azami özen göstermemiz gerekir elbette ama benzememek derken nelerimiz benzemeyecek? İşte burası önemli.
Yahudi ve Hırıstiyanlara benzememek için onlar yemek yiyoor ben yemem dersek nalları dikeriz. Demek ki her şeyin bir ölçüsü olması gerekiyor.
Selam ve sevgilerimle.
yazana mı bakalım yazdırana mı deyip kıs kıs güldüm :-))))) Çok güzel bir araştırma yazısı kutlarım.
da
neden robota Türk adını vermiş ki?
Filiz Şahin. tarafından 1/5/2017 10:44:48 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
İlham perime çok teşekkürler.
Sağ olasın var olasın.
Robota neden Türk adı vermişler?
1- Başta hacivat- Karagöz olmak üzere Türk gösteri sanatları her zaman Avrupalının ilgisini çektiği için.
2- Evliya Çelebi seyahatnamesinde de Çelebi, Viyana'da aynen bu Türk gibi ama satranç opynayan değil, bir meydanda havanda baharat döven bir robot gördüğünü hatta ilkin onu gerçek insan sandığını yazar. O da Türk gibi kurmalı bir robottur ve giydirilen kıyafet Osmanlı kıyafetidir. Niçin böyle: Sanırım '' Ey Türk. Senin anahtarın artık benim elimde. Ben seni kurarım, sen de ancak öyle hareket edersin'' Mesajını vermek için
3- Satrançın Türkler vasıtasıyla dünyaya yayılmış olduğunu düşündüklerinden..
Pek çok şey denebilir ama bence ikinci madde ...
Selam ve sevgilerimle.
Filiz Şahin.
Vallaha süper araştırılmış dolu dolu bir yazı kaleme alınmış. Önünüzde şapkayla eğilirim hocam. Gazete sahibi olsam size boş kağıda mukavele yapıp her gün köşeyazısı yazmanızı teklif ederdim üstadım. Bir Yılmaz Özdilde rastlıyoruz bir de sizde böyle bilgi dolu yazılara..
sami biberoğulları
Rabbim size bir gazete kurma imkanı versin inşallah. Ve gazetenizi kurduğunuz zaman beni sakın unutmayın.
Allah razı olsun.
Selam ve sevgilerimle.
Hocam
bilgelik bu olsa gerek. Nerden buluyorsunuz bu konuları diycem. Sonra da ne guzel buluyorsunuz bu konuları diycem:)
sizi okumak ayrı bir keyif hocam
gece yarısi olmuş
yarın mesai varmış kimin umrunda:)))
var olun siz
ha bu arada satranç ile ilgili kendini bilmezlerde demeç verseler de
boşuna
kaleyi de
veziri de
şah ı da severiz biz
saygi ve selam ile.
sami biberoğulları
İnanın bana bazen konular gelip beni b uluyor.
Arkadaşım Filiz Şahin, Cübbelinin fetvasından bahsedince satrançla ilgili bir şeyler yazmam farz oldu adeta, satrancı yazmak için araştırırken karşıma Türk çıktı...Türkü araştırırken bir baktım robotun babası bizi El Ceziri imiş, Konu konuyu açıyor vesselam.
İlginiz için çok teşekkürler.
Selam ve sevgilerimle.