BİR RÜYA MIYDI ÇOCUKLUĞUM? 1. BÖLÜM - 17
DAVETSİZ MİSAFİR HANÇERİ YER
Babamın arkadaşı Ali Usta’nın her Andırın’a gelişi, hayatımızda yeni bir sayfanın açılmasına karşılık geliyordu. Bu seferki gelişinde beni evimizin avlusunun bitip bayırın başladığı yerde bulunan erik ağacının üzerinde kalan ve olgunlaşma şansı bulamayan son birkaç eriği toplamaya çalışırken görmüş ve seslenmişti. “Yeğenim erikler nasıl, olmuş mu?” Ben zehir acısı ile limon ekşisi karışımı lezzetteki eriği yemeye çalışırken “Oooo, bal bal” diye cevap verişimi daha sonraki yıllardaki her karşılaşmamızda gülerek bana hatırlatırdı. Ertesi gün babamın arkadaşı ile birlikte Göksun İlçesine gittiğine dair haberi Yıldırım ağabeyimden öğrenmiştik. Ayşe abla haberi alır almaz en samimi arkadaşı olan hocaların kızı Fadime’nin bizlerle birlikte kalması için ailesinden izin almaya gitti ve akşamın karanlığında birlikte döndüler. Evde babamın olmaması daha önceleri yaşadığı olaylardan dolayı onu tedirgin etmişti. Aradan bir hafta geçmiş ama babamdan ses seda yoktu. Bu durum hepimizde doz doz endişe yaratmıştı ama Fadime’nin bizimle kalması bize bir nevi teselli olmuştu.
Hepimiz yere serilmiş mitillerde ve bir odada yatışıyorduk. Ayşe, gündüzleri yanımdan hiç ayırmadığın hançeri, başucumuzdaki kerpiç duvara saplayıp çalar saati de hançerin sapına asıyordu. Gecenin bir vakti öbür odanın penceresini zorlayıp içeri giren meçhul şahıs, daha sonra bulunduğumuz odaya gelmiş ve elektrik fenerinin ışığını üzerimizde gezdirirken uyanan Ayşe, duvara sapladığı hançeri çeker çekmez saatin düşüp başıma çarpmasıyla ben de uyandım. Elindeki hançerle bir anda doğrulup feneri tutan şahsa doğru hamle yapmasıyla, adamın girdiği pencereden can havliyle kendisini paldır küldür dışarı atması ve karanlıkta kaybolması bir olmuştu. Bu çakal, muhtemelen daha önce de musallat olup her defasında dersini alan şahıs olmalıydı. Belli ki evi gözetlemiş ve babamın olmadığını bilerek buna cüret etmişti. Tabi ki o patırtıyla ister istemez herkes uyanmıştı ve bir korku yaşamıştık, bundan sıyrılmanın en iyi çaresi bir şeyler atıştırmaktı ve biz de gecenin bir vaktinde feneri yakıp birer çökelek dürümü yedik ama sabaha kadar kimsenin gözünü uyku tutmadı.
CİCİ ANNEMİZİ KARŞILAMAK
Babamın Göksun’a gidişinin on dördüncü günü akşam üzeriydi. Ben Ak Pınardan doldurduğum bir ibrik ve bir çitil su ile dönerken birden babamın sesini duyar duymaz geriye dönüp baktığımda, yularını babamın çektiği bir beygir üzerinde izarlı bir hanım ile yaya olarak gelen bir çocuğu gördüm. Yanıma yaklaştıklarında babamın yardımı ile attan inen hanıma, babam anlamadığım bir dilde bir şeyler söyledi. Belli ki Ona benim kim olduğumu söylemişti ve hanım bana doğru eğilip yanağımı öptü. Babam bana dönerek “Oğlum bak bu sizin yeni anneniz, ismi Müslime. Bu da yeni kardeşiniz Yaşar” dediğinde olay aydınlığa kavuşmuştu ve ben garip bir sevinç içindeydim. Eve geldiğimizde akşam karanlığı çökmüştü. Ayşe’ye bağırarak haber verdiğimde “Gözünüz aydın” dedi ama halinde hiç de memnun olmadığı anlaşılıyordu. Ben bir anlam verememiştim ama bu kendi geleceğine dair endişelerinden olmalıydı. Ertesi gün güneş yükselirken evde hummalı bir faaliyet dikkati çekiyordu. Mitiller, yorganlar, çullar dışarı çıkarılmış ve don kazanında su ısıtılıyordu. Bir şeyler yedikten sonra yeni annemiz avluda ve teşt içerisinde benden başlayıp hepimize banyo yaptırdı. Yüzüm-gözüm, sırtım sabun ve su görünce hem cildimin rengi açılmış hem de ferahlık hissetmiştim. Durumdan gayet memnundum ama iletişim sorundu. Ne annemiz ne de Yaşar Türkçe bilmiyordu. Memnuniyetimi belirtmek için bir tas alıp sincana koşup en iyilerinden seçip topladığım böğürtlen kasesini uzattığımda, bana bir şey söyleyemedi ancak memnuniyetini gözlerindeki ifadeden anlamıştım. Belki de ilk defa böyle bir hediye almış olmalıydı ki sıkı sıkıya sarılıp kaç defa öptüğünü sayamadım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.