19
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1782
Okunma
Hafta sonunda İzmir’e gelerek doktor ve doktor adaylarını uzmanlık sınavına hazırlayan oğlumla bir saatlik vaktimiz var. Buluşmanın heyecanı içindeyiz.
Sevgi ve hasret dolu bakışlarımızı, gülümsemelerimiz tamamlarken, birbirimize sorularımız havada uçuşuyordu.
“Seni çok iyi gördüm baba. Anneme de çok iyi bakmışsın ne mutlu bana” Derken kırlaşmış saçlarının kendine has kesimiyle orta yaş kuşağının bakımlı bir temsilcisi gibiydi.
O her daim gülmesini bilir.
Etkileyici ses tonuyla bulunduğu her ortamda hemen sivrilir.
Ailemize yeni katılan bebeğimiz müşterek sevinçlerimize konu olurken eşim ve benim gözlerimizden akan yaşlar, içimizi bir nebze olsun rahatlatıyordu.
Sohbetin ilerleyen bölümünde:
“Biliyor musun babacığım bir evladın en büyük arzusu anne ve babasına son görevini yaparken yanlarında olmasıdır.
Çoğu meslektaşlarım yabancı ülkede olduğu için bu mukaddes görevi icra edemediler.
Hepsinin içinde yeri doldurulamayan boşlukları var”
Derken sesi hüzünlüydü.
Bense” nasip oğul Allah bilir” dedim.
Kısa görüşmemiz biterken veda vaktimiz gelmişti.
Sıkıca sarılmalara: güzel yüzüne kondurduğumuz buseler tamamlamış giderken birkaç defa arkasını dönüp bize el sallamaları içimizdeki yangını körüklerken dolu gibi dökülen gözyaşlarımıza hakim olamamıştık.
Arabamızla dönüş yolunda duyulan tek ses çiseleyen yağmurun ön camda birik memesini sağlayan sileceklerinin sesiydi.
Hüzün yerini sessizliğe bırakmıştı.
Ülkemiz zor günler geçiriyor. Her gün şehit haberleriyle yıkılıyoruz.
İçimi kavuran şehit cenazeleri ana baba feryatları minicik yavruların acı dolu bakışları tarifi mümkün olmayan hüzünler yaşatıyor.
Bu cennet vatana ihanet edenler er geç belalarını bulacak.
Bundan hiç şüphem yok.
Ünlü Rus yazar İvan Turgenyev babalar ve oğullar adlı eserinde barış zamanı oğullar babalarını savaş zamanı babalar oğullarını gömer.
Derken yaşadığımız acılı günleri doğruluyor.
İnsan ömrü uzayınca yatalak hayat fazlalaşıyor.
Çağımızın illet hastalığı Alzheimer her an kapıda, ölüm bazen gecikince en ağır illet insan bedeni oluyor.
Hem çekene hem bakana tarifi güç sıkıntılar yaşatıyor. Yaradan’ın biçtiği ömür sıralı ve yeterince olursa duyulan sevgi ve saygı sınırsız olur.
Çoğumuzun beğeni ile izlediği Stephen King in unutulmaz eseri Tom Hanks in baş rolünü oynadığı Yeşil Yol filminin ana teması çok yaşamanın acımasız acılığını sorgular.
Film yaşlılar yurdunda oda arkadaşı bayanla konuşmasıyla son bulur.
“ Ünlü bir hapishanede baş gardiyanım. Tanrının mucizesi olan bir mahkumu elektrikli sandalyede infaz etmiştim.
Tanrı bana çok yaşama cezası verdi.
Şu an yüz on beş yaşındayım.
Tüm sevdiklerimi ellerimle gömdüm.
Eşimi, oğlumu, kızımı torunlarımı ve tüm dostlarımı,
Şimdi hayattayım sağlığım çok yerinde beni tanıyan kimse kalmadı.
Sonum ne olacak bilmiyorum.
Bundan daha büyük ceza olur mu işte ben bunu yaşıyorum.
Bu derdin çaresi var mı bilmiyorum”
Geçen hafta halamın kocası vefat etmişti.
Cenazesini kaldırdıktan sonra hasta olan eniştemi ziyaret ettim. İleri derecede Alzheimer, ablamda çok yaşlı geçmiş olsun dileklerimle veda ederken ellerini öpüp sarıldığım ablam gözleri yaşlı:
“ Bak Tacettin sen benim için Rabbim den dileklerde bulun. Ben ve enişten için kurtuluşumuz olan ölümümüzü iste. Ben her daim bu ricada bulunuyorum ama beni duymuyor belki seni duyar”
Yutkundum cevap veremedim.
Sadece dolu gözlerimle dolu gözlerinin içine bakarak hızla uzaklaştım.
Rabbim evlat acısı yaşatmadan ele avuca düşürmeden bir gün yatak ikinci gün toprağı nasip etsin.