- 1240 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK GURURU YENER
AŞK GURURU YENER
Gurur şeytanın silâhı, mağrur insan da oyuncağıdır.
Başarılı öğrencilik yıllarımdan sonra tahsilimi tamamlamış mimar olmuştum. Yirmi iki yaşındaydım. Maddi durumu mükemmel olan ailem tarafından her türlü kaprisim hoşgörüyle yerine getiriliyordu. Başarılı olduğum kadar güzel ve cazibeli olduğum da bana sık sık hatırlatılan özelliklerimdendi. Arkadaşlarım güzellik yarışmalarına katılmam için ısrar ediyor, mankenlik için de bir çok ajanstan teklifler alıyordum. Erkekler etrafımda pervane gibi dönüyordu. Aldığım arkadaşlık ve evlenme teklifleri sayısızdı.
Bu ortamda gelişen öz güvenimi tahmin edebilirsiniz. Son derece kendinden emin, kendini çevresindeki insanlardan yükseklerde tutan, mağrur haliyle herkese tepeden bakan, şımarık bir kız görüntüsüne bürünmüştüm. Ta ki gerçekleri görebilmem için Tanrı’nın karşıma çıkardığına inandığım Veli’ye rastlayıncaya kadar.
Veli oldukça yakışıklı biriydi ve benim dikkatimi çeken ilk erkekti. Kendimi hep bulutların üzerinde gördüğümden, gelen arkadaşlık teklifleriyle alay eder, eğlenirdim. Veli’de ilk etapta diğerlerinden farklı değildi benim için. Ne zaman ki benim alaylı tarzıma aynı üslûpla cevap verip, arkadaşlarım arasında beni önemsemez tavırlarla aşağılamaya çalıştı. İşte bu davranışı bütün dikkatimin üzerinde toplanması için yetmişti. İçin için ona kızıyor, bu davranışlarının acısını burnundan fitil fitil getireceğime kendi kendime söz veriyordum. Onun ne atletik yapılı düzgün fiziği, ne sürmeli kara gözleri, ne de doktorluk ünvanı beni hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Bir başkasında görmeye tahammül edemediğim o tepeden bakan tavrı bana ilk adımı attırmaya sebep olmuştu.
İki ay sonra masraflarını babamın karşıladığı dillere destan bir düğünle evlendik. Artık onunla istediğim gibi oynayacaktım. Beni umursamamak, bana tepeden bakmak neymiş ona gösterecektim.
Ama düşüncelerimdeki hesap beklentilerime uymadı. Daha evliliğimizin üçüncü gününde o benden atak davranarak ültimatomları vermeye başlamıştı bile… Kendisinden habersiz hiçbir iş yapmayacakmışım… Devlet memuru bir doktorun eşi olduğumu unutmadan harcamalarımı ayarlayacakmışım… Artık evli bir kadının sorumlu davranışı içinde olacakmışım… Bu hiç beklemediğim saldırı karşısında şok olmuştum. Bir şeyler söylemek için kendimi toparlamaya çalışırken o devam ediyordu. “Bu evliliği ben değil sen istedin. Şimdi benim kurallarıma uymak zorundasın. Şunu da aklından çıkarma, artık ben senin kocanım”.
Sesi beynimde yankılanıyor kulaklarım uğulduyordu. Doğru. Onunla evlenmeyi ben istemiştim. Ama o beni değil ben onu yönetecektim. Düşünüyor fakat hiçbir şey söyleyemiyordum. Adeta dilim tutulmuştu. İçimden bir ses susmam konuşmamam gerektiğini söylüyordu. İlk defa yaşadığım o suskunluk şimdi anlıyorum ki hatamı anlamaktan kaynaklanan suçluluk duygusuydu.
Günlerimiz monoton bir havada geçiyordu. Sabah kahvaltıdan sonra Veli hastaneye gidiyor, ben de ev işleriyle, kitaptan okuyarak yaptığım yemeklerle veya çarşıya pazara çıkarak günlerimi geçiriyordum. Ne arkadaşlarımın bana gelmesini ne de ben onlara gitmeyi istiyordum. Annemlere bile çok nadir gidiyorduk. Mutsuzluğumu kimsenin görmesini, bilmesini istemiyordum. Akşamları yemeğimizi yedikten sonra Veli gazetesini alıp koltuğuna uzanıyor, ben de televizyon seyrediyordum. Bazen konuşabilmek amacıyla sorular soruyor ortamı yumuşatmaya çalışıyordum. Çok kısa ve net cevaplar alınca da susuyordum. Gün boyu aklımda kurduğum işe girme projelerim, çalışma fikrimin açıklanması her gün bir sonraki güne erteleniyordu.
Gözleri kaçacak delik aradı
Gözlerimin kovaladığı umutlardan
Gönlüm yorgun düştü
Ardı ardına kaçırdığı şutlardan
Veli’nin günden güne zayıfladığını fark ediyordum. Buna sevinmem lazımdı. Onu mahvetmek istemiştim. Ama sevinemiyordum. Sevinmek bir yana bu duruma benim yüzümden düştüğünü düşünüyor, üzülüp ağlıyordum. Gözlerimin altında mor halkalar oluştu. Beni olduğumdan yaşlı ve yorgun gösteren halkalar… Aynını kocamın (hayret ona kocam diyorum) gözaltlarında da görüyorum. Tanrım yoksa o da mı ağlıyor? Bana ne oluyor böyle anlamıyorum. Onun acı çekmesine bile tahammül edemiyorum. Mutsuzluğu beni mutsuz ediyor. Vicdan azabı dedikleri bu mu yoksa? Ya da onu seviyor muyum? Yok yok ben çıldırıyorum galiba. Sevmek de nereden çıktı. Uğrunda bir çok değeri kenara ittiğim gururuma ne oldu?
Kendi kendimle konuşarak, hesaplaşarak evliliğimizin beşinci ayını da doldurduk. Artık iyice kanaat getirdim. Kocam beni sevmiyordu. Bu işi daha fazla uzatmanın anlamı da yoktu. Annemleri üzmemek için ve çevreden gelecek tepkileri düşünerek ikimizin de hayatını mahvediyordum. Kararımı vermiştim, akşam eve geldiğinde Veli’ye de kararımı bildirip annemlere gidecektim.
Akşam yemeğini yedikten sonra kahvelerimizi içerken Veli’ye fikrimi söyledim. İstenmediğim bir yerde daha fazla kalamayacağımı da ilave ettim. Hiç beklemediğim bir tepki verdi. Sevecen bir ifadeyle “İstenmediğini de nereden çıkardın?” dedi. Sözüne devam etmesine fırsat vermeden, yayından fırlayan ok gibi boşalan sinir sistemimle başladım konuşmaya… Hem ağlıyor, hem de iyice duymasını ister gibi bağırarak konuşuyordum. Artık kendimi tutamıyordum. “Farkında mısın? Evliliğimizin beşinci ayı da bitti. Bildiğim kadarıyla bu dönemde evliler balayını yaşarlar. Oysa bize bak. Bir evde iki düşman gibiyiz. Kendini bir gurur kisvesine sokmuş, umursamaz tavırlarla onurumla oynuyorsun. Aramızda güzel bir ahenk kurmaya çalıştıkça şımarıyor, gurur tabakanı biraz daha kalınlaştırıyorsun. Bir de kalkmış ‘İstenmediğini de nereden çıkardın?’ diyorsun. Anlayamadığım bu kadar duyarsızlığına rağmen seni nasıl sevebildim?”
Son cümle nasıl olduysa istemeden ağzımdan kaçmıştı. Çok utandım ve hemen odama kaçtım. Tanrım bu da mı olacaktı? Beni sevmeyen birine kendisini sevdiğimi nasıl söyleyebildim? Hem ağlıyor hem de eşyalarımı topluyordum. Sabah ilk işim annemlere gitmekti.
Utançla kendi kendimi yerken uyuya kalmışım. Kabuslarla dolu bir uykudan genzimi yakan çiçek kokularıyla uyandım. Bir müddet gözlerim kapalı kokunun nereden gelebileceğini düşündüm. Akşam olanları hatırladım. İçim daralmaya başladı. Hemen gözümü açtım. Baş ucumda çiçeklerle dolu bir vazo ve üzerinde bir kartvizit vardı. Uzanıp kartı aldım. Okumamla yataktan fırlamam bir oldu. Odanın bir ucundan diğer ucuna gidip gelirken defalarca, her kelimesini ayrı ayrı manalandırarak okudum. Sonuç hep aynıydı. “Karıcığım ikimizde körmüşüz. Seni seviyorum. Lütfen bu gün iş çıkışında beni al. Yemeği dışarıda yiyelim. Etraflıca konuşuruz. Kocan”
Beni seviyordu… Gitmek istediğimi söylediğimde gözlerindeki o kıvılcımlar beni kaybetme korkusundandı demek. Veli’de benim gibi sevdiği için azap çekiyordu. Ama yine her zamanki gibi ilk adımı benden beklemişti. Ve ben bilerek olmasa da sevgimi gururumdan üstün tutarak ilk büyük zaferimi kazanmıştım. KOCAMI…
Boşuna dememişler nikâhta keramet var diye…
Gözünün karasını
Cesaret kınına takışını
Güvenli bakışını
Sesinin ekosunda
Bütün seslerin susuşunu sevdim
Duyguları belli etmenin
Kazanmanın veya kaybetmenin
Yarısı olduğunu bile bile
Yüreğini önüme serişini sevdim
Okşayarak esen rüzgarlarını
Uçarak döndüğüm iltifat turlarını
Terazimde ağır basan
Yoğun duygularını sevdim
Kıyıda seyrine razıyken
Okyanusunda yüzüşümü
Gönül odanda gezişimi
Beni sevişini sevdim
Gidişini
Giderken gönlüme merhem sürüşünü
Gelişini
Gelişinle eksilerimin artıya dönüşünü
Geçmiş ve geleceğimin
Sende gülüşünü sevdim
Yürek ikizim
Seni
Kendimi sever gibi sevdim
YORUMLAR
Sevil Hanım,
İki yazınızı da okudum,hem de zevkle.
"Aşk,gururu yener" sözünüze de aynen katılırım.
O kadar "gerekçesi" var ki bunun.İşte bazıları:
1-Küçük insanların büyük gururu olur. Shakespeare.
2-Su gibi ol;her şeyden aşağıda ama kayadan bile kuvvetli.Kızılderili atasözü.
3-Şeker kamışı boşum dedi,şekerlendi;kavak yükseğim dedi,baltayı yedi. Anonim.
4-Gurur yıkımın,kibir düşüşün önünde gider. Anonim.
5-İnsanlar başaklara benzerler;içleri boşken havadadır,doldukça eğilirler. Montaigne.
(Bu babanızın vasiyetinde de olan sözdür,umarım seversiniz bunu da.)
Bu kadar yeter diyerek,selamlarımla diyorum.