- 847 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
-BİR MODERN ÇAĞ MİTOLOJİSİ VE KÖKENLERİ-
“Genel olarak çeşitli insan ırkları arasındaki biyolojik farklılıkların kültürel veya bireysel meseleleri de tayin etmesi gerektiğine ve doğal sebeplerle bir ırkın (çoğunlukla kendi ırkının) diğerlerinden üstün olduğuna ve diğerlerine hükmetmeye hakkı olduğuna duyulan inanç veya bu değerleri kabul eden doktrindir.” Açıkçası, Vikipedi kaynaklı bir “Irkçılık” tanımı bizleri karşılamaktadır.
Hiç şüphesiz modern çağın tüm dünyada temel sorunlarından birinden söz ediyoruz. Ana husus ırk kavramının kendisiyle, mutlaklaştırılması arasındaki farkta yatar. Örneğin madde realitedir. Etrafımızı çepeçevre saran maddi âlem vardır. Buna karşın felsefe tarihinde maddeyi tümden reddeden idealist felsefe kolları da vardır. Berkeley idealizmi meşhurdur. Fransız felsefeci Georges Politzer maddeci felsefeyi işler ve haklılaştırırken genelde 17’inci yüzyılın papaz ve düşünürü Berkeley’in kullandığı ve maddeyi tümden inkâra uzanır yöndeki argümanlar üzerinden eleştirisini geliştirir. Ünlü şairimiz Nazım Hikmet’in “Behey Berkley” şiiride filozofu hicveder.
İyi güzelde, bütün bu ürünler idealist felsefenin kollarını haklı olarak yermekle beraber materyalist felsefeyi haklılaştırmaz ki. 19’uncu yüzyıl düşünürlerinden Schopenhauer maddeci felsefeden “kendini hesaba katmayı unutan felsefe” şeklinde söz eder ki haksız mıdır acep?
Gerçekte tüm felsefe nazariyeleri görece yani birbirine oranla doğrudur. Birinden diğerini eleştirmede faydalanılır. Mesela üstte bir değerlendirmesine yer verdiğim Schopenhauer’in görüşleri de muhakkak doğrular olamaz, dahası felsefi mentalite bunu mümkün kılmayacaktır. Sözgelimi Marxist maddecilik ünlü Alman düşünürünü irrasyonalist yapısı içerisinde Faşizm’in soy kütüğü dairesinde ele alır ve eleştirir. Elbette, faşizmin tarihi içerisinde ele almakla Schopenhauer, Nietzsche, Heidegger gibi düşünürlere haksızlık edildiği yönünde değerlendirmelerde yok değildir. Kuşkusuz bir düşünce hakkında edindiğimiz bilgiler ona karşıt bir başka düşüncenin verilerinden ibaretse geliştireceğimiz fikir ve izlenimler boşlukta sallanmaya mahkûmdur.
Şimdi asıl konumuza dönersek Irkçılığı; yerkürenin bu en büyük musibetlerinden birini değerlendirirken de aynı bakış açısını eksik etmemeliyiz. Burada iki temel ögenin göz ardı edilmemesi gerekir. Irkçılığın nedenleri ve aldığı türlü biçimler. Siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, psikolojik boyutta çeşitli sebepleri vardır. Bireysel ve toplumsal önyargılar gerçek neden olmasa gerek. İktisadi ve siyasi nedenlerin buzulun su altı bölümünü teşkil ettiği söylenebilir. Ülkelerin birbirine karşı izledikleri sömürgecilik siyaseti ya da bir ülkenin kendi içerisinde sergilenen çıkar ilişkileri ön yargıların beslenmesi ve tetiklenmesiyle beraber bireysel ve sosyal psikolojide aradığı karşılığı bulabilmektedir.
Yine modern ırkçılığı eski çağların pagan kültüründe karşılığını bulan klanım, kabilem perspektifinin gelişmiş biçimi olan söylemler bütünü olarak incelemekte mümkündür. Elbette ataya değer vermekle, tapınmak arasındaki farkı göz ardı etmemek gerekir. Yine milliyetçilik ve ırkçılık kimi zaman yaklaşık eğilimler olarak tanımlansada bu yanıltıcı olacaktır. Milliyetçiliğin bazı şubelerinin dil ve kültür eksenli duyuş ve düşünüş geliştirdikleri aşikârdır.
Irkçılık bağlamında, Einstein’in “Bir ön yargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zordur” sözüde hastalığı tanımlamada ışık tutabilir. Veya kimi Amerikan filmlerinde karşımıza çıkan “tüm zenciler birbirine benzer” sözü ötekileştirme eğilimini gözler önüne serebilir. Şüphe yok ki, siyahların gözünde de tüm beyazlar birbirine benzer.
Bunun gibi her toplum ya da topluluk kendi bünyesinde hastalığın izini sürebilir. Yoksa başka toplumlar veya topluluklar üzerinden eleştiri yürütmek her daim kolaydır. Mesela kadınlara göre erkekler, erkeklere göre de kadınlar hep aynı değil midir? Karşı tarafın görüşleri öne sürüldüğünde, e canım pek hoşsun onlar öyle diyecekler elbet denmez mi? Açıktır ki, sosyo-kültürel meseleleri ele alırken hokkabazlığı, kalpazanlığı, katakulliciliği bir yana bırakmakta fayda vardır. Benim ve benim gibi düşünenlerin bir bildiği var da başka şekil düşünenlerin hiç bi bildiği yok dediğimizde ancak kendi kendimizi üçkâğıda getiririz. Hani bazen insanlar birbirlerine insan ol insan veya adam ol adam der ya söz ettiğim durumlarıda karşılamaz mı?
Kimi zaman ırkçılığın meşruiyet zemini bulduğu görülür. Toplumlar arasında nefreti körükleyen siyasi hadiseler meydana gelir. Oysa bu tip konjonktürel olaylar bütün bir uygarlık tarihi baz alındığında ırkçılığa imkân vermeyecek şekilde değerlendirilebilir. Bakın size bir örnek vereyim. 12 Mart muhtırası döneminde gerçekleştirilen bir mahkeme ortamında, sanık avukatı savunmasında eski Yunan düşünürü Sokrat’ın uğradığı haksızlıklar ve getirdiği cevaplardan söz ettiğinde dönemin meşhur savcısı Baki Tuğ’un; Sokrat’ı yargılayan bir Yunan mahkemesidir, oysa bizler burada bir Türk mahkemesinde bulunuyoruz. Ve Türk adaletinden söz ediyoruz şeklinde verdiği cevap insanın elini kolunu bağlar gibi dursada amiyane tabirle demogoji yapmak değil de nedir?
Elbette uygarlığın beşiği Yunan miti, uygarlık tarihinin doğal akışının dışında düşünsel ve politik laboratuvarda üretilen bir bittir. Bu düşünüşün üretilip tüm dünyaya zerk edilmesinin ardında bir bit yeniği her zaman aranır ve bulunabilir. Ancak böyledir diye dış politikanın sunduğu Ege ile coğrafyanın önümüze koyduğu Egeyi ve düşünce tarihinde karşılığını bulan Egeyi rastgele birbirine katabilir miyiz?
Hiç şüphe yok ki “ırk” bir realitedir. Tıpkı din, dil, sosyal sınıf, zümre, etnik unsur, coğrafya, ekonomi, genetik, vs. gibi. Birbirinden pekte fark arz etmeksizin bu kriterlerin her biri tarihsel gelişimi, toplumsal yapılanmaları türlü biçimlerde etkiler, tetikler, şekillendirir.
Peki, bütün bu tahlillere rağmen ırkçılık bi biçimde savunulamaz mı? Bazen edebi bir söz ya da tanımlama estetik düzlemde şık durabilir. Bakın insanlığın çeşitli dönemlerde rahatsızlık duyduğu bir başka olumsuzluk, gericilik Cemil Meriç’in dilinde nasıl bir musiki ve hüviyet kazanıyor. “Gerici, bir toplumun gelişmesini sağlayacak hiçbir yeniliği istemeyen, her yönüyle eskiyi özleyen ve eski düzeni getirmeye çalışan kimse. (Meydan-Larousse) Tarifin tek kusuru bu ucubenin hangi çağda, hangi ülkede yaşadığını söylememesi.” Ve ekler: “Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.” Bu tanımlamaya ilk rastgeldiğimde insanın gerici olası gelir demedim mi acaba? Şiiriyet ve şirretlik arasındaki ayrım zihnimde şekillendi. Eğer insanımız ve kimi sosyal kesimlerimiz bazı dönemlerde gerici suçlamaları ve aşağılamalarında karşılığını bulan otoriter tripleri Cemil hocanın zarafetiyle karşılayabilseydi dünden bugüne yaşadığımız kimi travmatik durumları belki de yaşamaz ya da minimize edebilirdik derim.
Bunun gibi ırkçılık eleştirilerine maruz kalan veya muhatap olan insanlarımızda milletini sevmek ırkçılıksa ırkçıyım elbet diyebildiği gibi daha farklı bir söylemle kapitalist ve emperyalist dünyaya karşı durmak ve dahi onu yıkmayı mümkün kılacaksa bunu gerçekleştirecek ırkın mümessili olmak şereftir de diyebilir. Söz gelimi Mehmet Akif’in, İstiklal Marşımızda “kahraman ırkım” nidası ya da “Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal” dizesi misalidir.
Şüphesiz bu söyleyişler birer teşbihtir. Yoksa Anadolu gibi kültür ve uygarlıkların kesiştiği, birbirini mütemadiyen beslediği, sarmallandığı bir coğrafyanın insanları dünya milletlerini hele ki kendi ülkesinin farklılaşan topluluklarını, bir kelimeyle Adem oğlunu her zaman kucaklayabilir.
L.T.
YORUMLAR
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
Irkçılık....
Bizler daha dünyaya gelirken ayrım başlıyor ne yazık ki.
Dünyanın sonuna kadar da devam edeceği kesin.
:(
levent taner
Nura gark olurum bir anda
Teşekkür ederim efendim
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...