- 541 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUKLUĞUMDAKİ KONYA HATIRALARI!
KAZIM ÖZTÜRK
ÖZTÜRKÇE
[email protected]
ÇOCUKLUĞUMDAKİ KONYA HATIRALARI
Çocukluğumun Konya’sında; ne elektrik vardı, ne su! Yollar asfalt veya kilitli taşlarla döşeli değildi. Yazın toz, kışın çamurdan geçilmezdi. Ne Belediye otobüsü işlerdi Aymanas’a (Kalfalar Mahallesine) ne dolmuş! Okula (Necati Bey İlkokulu), yaya gitmek zorundaydık. Onun için erkenden kalkar, yapabilirsek, evde varsa kahvaltılık yapar, daha doğrusu atıştırır, okula öyle giderdik. Okula gidinceye kadar kışın; ellerimiz donar, burnumuz mosmor olur, ayaklarımız, ayakkabılarım eski ve yırtık olduğu için ıslaktan buruşur, soğuktan dolayı hissini kaybederdi! Okula gidince eğer sobanın etrafında yer bulabilirsem ısınırdım, yok bulamazsam, sırama geçer oturur ve ıslaklığımı, üşümemi kendi imkanlarımla gidermeye çalışırdım.
Neden sonra Belediye, otobüs seferleri koydu, bir sabah, bir akşam! Artık okula otobüsle gidecektim. Hem üşümeyecek, hem ellerim, burnum, ayaklarım soğuktan uyuşmayacaktı! Çocukluğumda, şimdiki gibi evlerde ne araba vardı ve ne de modern ulaşım araçları! Araba, sadece at arabasıydı. O da her ev olmazdı. Otobüs seferleri iki defa olduğu için, her seferinde tıklım tıklım olurdu. Eğer sabahleyin otobüsü kaçıracak olsak, yaya gitmek zorunda kalırdık.
Belediye Otobüsleri; Ikarus marka, hantal otobüslerdi! Biletçiler vardı, yolculara bilet kesen. O zaman; öğrenci- yanlış hatırlamıyorsam- 10 kuruş mu, 15 kuruş mu ne idi! Tam bilet de; 20 veya 25 kuruştu. Biletler de; öğrenci ve sivil olarak iki renkliydi.
Yaz olunca; okul harçlığımı çıkarmak, ders kitap ve kırtasiye masraflarımı kazanmak için çalışmak zorundaydım. Bugün Mevlana çarşısının olduğu yerde o zaman üzüm pazarı vardı. İç kısımda; yağ peynir, bal…. Satılırdı. Ayrıca kapalı kısımda; ciğerciler, kasaplar, manavlar vardı! Orada büyükçe bir kıraathanede garsonluk yapardım. Haftalık karşılığında. Haftalığım 20 lira idi. Gevraki hanındaki çay ocağındaki garsonluğum, bundan sonraydı. Çay ocaklarında, bugünkü gibi diyafon yoktu. İşhanı içinden çay isteyen olursa, uzaktan seslenir, ocaktan birisi çıkar, o seslenen adamı tanımaya, dediğini anlamaya çalışırdı. Sonradan zil yapıldı. Zili çalan kişiyi, yine tanımak, dükkanını bilmek zorundaydınız. Değilse çay yanlış adrese giderdi.
En çok görmek istediğim mekanlar; Kayalı Park, PTT önündeki kart postalcılar ve Eski garaj idi. Eski garajı geçen yazımda anlattım. Kart postalcılar; yılbaşlarında, milli ve dini bayramlarda dolar taşardı! Özellikle askerler; Anne-babalarına, sevgililerine, eşlerine, kardeş ve akrabalarına… kart postal alır, arkasına diyeceklerini yazar ve süslü zarflara koyarak postalardı. Kart postallar, çoğunlukla Konya ve şehir manzaralı, tabiat görselli… olurdu. Bu yönüyle kart postallar, şehirleri tanıtmada çok önemli yere sahipti.
Kart postaldan başka; milli ve dini günlerde mektuplar da çokça yazılır, sevgililere, anne babalara ulaştırılırdı. Şimdi onları göremiyoruz! Onun yerine; Cepten mesajlaşmak, konuşmak, internetten görüntülü olarak haberleşmek… geçti! Mektupların sıcaklığını, kart postalların; o sıcak samimi ve sevgi kokan ruhunu kaybettik!
Hasret Kaldık!
Artık güneş neşesiz, ay durgun,
Yıldızlar küskün, hepsi dargın,
Sabah olmuyor, vakitler yorgun.
Kıpkırmızı dünya, yeşile hasret kaldık,
Gülmeyi unuttuk, kin gayyasına daldık!
Neden selamlaşmıyor millet?
Kim, kime ne etti?
Riyanın kol gezdiği zamanda insanlık bitti!
Hasret kaldık dostluğa, insanlık arıyorum;
Gözlerim kapalı, karanlıkta yürüyorum…
Bir cılız ışık var, sönecek sanıyorum.
Umut denen nedir, yenir mi bilmem,
“Beklemeye” sabır denir mi bilmem!
El attığım her şey elimde kaldı,
Güvendiğim dağları çoktan karlar aldı!
Gülmek mi? O da ne?
Aklım iflas etmiş daha ne?
Kazım Öztürk (30 ARALIK 2016)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.