- 610 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Adın hep boğazımda düğümlenen son kelime oldu...
Ertelediğim zamanlardaki isteklerimin ardında hep sen vardın…
Geleceğime dair bütün düşüncelerim hep seninle doluydu, sensiz bir ben kimsesizliklerde hüküm sürerdi…
Her adımım, her isteğim, hep sen doluluğuyla kalırdı…
Sensiz bir ben, hiçlikte hüküm süren bir ben varlığı olurdu…
Bu kadar sen bağımlılığı hep içimde hüküm sürerken, kaybetme korkularımın ardında kaybolurdu arsız isteklerim… Senli her var oluş isteği, söküp atardı beni umutlara, umutların ardındaki sıcaklık senli var oluş isteğiydi…
Her söz, her cümle senle başlar, senle birleşirdi.
Kahkaha seslerimin yüksekliği, senle bütünleşirdi…
İnanmışlık gelirdi bunun ardından, sana kapılmak, sert akışlı sularda yalpalanmak gibiydi.
Ardı arkası, önü, sonrası, sendi hayatımın…
Korkunç bir bağımlılıktı bu yıllara meydan okuyan… Senle kanayan, sende sarılan, yine sende biterdi…
Her şey karanlıklardan gün ışığına senle çıkardı…
Ansızın “beni öldür” dedi adam…
Bu yalnızlık bezmişlik getirdi hayata karşı…
Güneş çıplak,
kızıl ışıklar derimi dağlıyor, kıyılmış iç sızıları bu, sensizlik, vazgeçilmez bir yol yürüyüşü bu…
Bir kırıklık hayata karşı, pişmanlıkların diz boyu olduğu uzun bir yaşam öyküsü bu, bir meydan okuyuş iç benliğe…
Çaresizlik bu sen yokluğu, çaresizlik bu kendine yetmezliklerle uçuşan düşünceler…
Zorlukların ardındaki ihtimaller, seni tanıyamamak mı, imkânsızlık sevmeye karşı bir labirentin uç ışığını arayış bu çaresizlik…
Ve utangaç bakışların ardındaki zavallılaşma tekrar seviyorum demek, imkânsızı zorlanması bu bedenin…
Hasretin kol bekçiliği bu yalnızlaşma…
Garip bir his bu nefret ederken neredesin demek…
Kahır zamanları bunlar, uçsuz bucaksız yolculukta, gidiş nereye bu dipsiz kuyuda dolanmak?
Hırs bu nerdesin derken çaresizliğin ardındaki…
Sen düşününce aklıma, içime kızıl alevler doluşuyor…
Bir an yaşam kesiliyor tüm düşlerimden…
Çıkmazlar başlıyor koşuştuğum, savrulduğum bir rüzgâr esiyor sanki boşluğa atlayışımda…
Bir sen fikri yangın yeri,
Bir sen düşüncesi, yangın yeri sonrası yanık is kokularında…
Her şeyin oluruna kaldığı anlar başlıyor…
Ne olursa olsun boş vermişliği bu,
kızıl alevlerin ortasında…
Zorluyorum kendimi düşünce çıkmazlarında…
Bir yokuş aşağı düşen hayat başlıyor, yeniden paldır küldür…
Ve
sessizlik sonrası fırtına, kasırgaya dönüşüyor…
Yangın yerlerinde gibiyim artık…
Ne olursa olsun boş ver adını demek geliyor içimden ama dilim lâl…
Hep sana dair yalanlar söylüyorum kendime,
“O hâlâ seni seviyor, senin için hâlâ ölebilir” diye…
Hoş kendim de inanmıyorum buna ya, yalan olduğunu bile bile doğru mudur diye, bir istek kalktı içimden…
Olur mu ya, yalana, kendi yalanına inanmak, gavuruna bir sevgi bu, kendini, kendine kandırıyor yalanlara…
Umut desem hiç değil, o gülün yaprakları dondu, çürüdü, ta ki gömüldü yüreğime, yine de bu gül kokar mı diye beklemek, olur mu hiç, belki de olur diye kendini kandırmak da niye?
Nefret girdi araya, gülüm, nefretin ardından da tiksinti girdi araya, artık bu istekler bile yalanın arasında
batak kokutuyor hayatı…
İşte böyle gider sevgide çakıllı yollarda aksak beden, yalana da inanası gelir, ama nafile, bu sevginin filizleri dondu, çürüdü, sürgün verecek koku yok… Sen öldün ben de be can… Sadece hırs veriyorsun seslerinle içime…
Sen var ya sen, susma artık, konuş ki konuştukça içim kanasın yeniden, ihanet var ya ihanet, bazen her zamankinden ağır basar o anlarda çok aciz kalır insan…
En zor ve de en zar zamanlardır onlar, çıldırasıya yüreğin çarpar, kramplar girer midene, başın çatlar gibi olur ve tek kelime çıkmaz donup kalmış dilinden…
Konuş artık bana, örselenmiş duygularımın yorgunluğu ile yere serilmiş bedenim…
Bir sen nazı, artık doğrultamaz bedenimi…
Yitik bir aşkın sevda savaşçısı olma zamanı artık, çok uzaklarda kaldı…
Kaybedilmiş değerlerin koruyuculuğuna soyunmak artık boşu boşuna uğraştan öte gidemiyordu…
Pembe düşler, mor bedellerle ödeniyordu… Artık zaman bütün yaşanmışlık hislerini neden soruları ile örtüp sorgulamaktan öte gidemiyordu…
Her istek kökleri kurumuş amaçların ardında donuk kalıyordu…
Her şey akıntının tersine esen bir rüzgârla savrulurken, aşkta her ikimiz de ayrı ayrı bedeller ödüyorduk…
Geceler ve de karanlıklar korkuların kokusuyla içimize sinmişti…
Çokluk, tekliğe dönüşürken neden kelimesi sebeplere çokluklarla, ifade ediliyordu…
Binlerce neden kelimesi, binlerce cevapsız soruda kalıyordu…
Adın hep boğazımda düğümlenen son kelime oldu…
Artık her gecenin sabahını huzur içinde bekleme zamanı çok gerilerde kalmıştı…
Aksak ve ağır adımlar bunlar, senden artakalan son nefese doğru…
Ellerimin arasına başımı alıp, son bir kez de olsa adın çıksın nefesimden… Mahcup bakışlarımın arasından…
Öyle bir zaman olur ki vazgeçersin sevginden istesen de istemesen de…
Mustafa Yılmaz
Mustafa Yılmaz 4
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.