- 432 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ÇELİŞKİ
ÇELİŞKİ
Çok güzel bir bahar sabahı. Yaprak kıpırdamıyor. Sanki doğa kendi hâline bırakılmış bomboş bir konağa benziyordu. Kaldırım taşları yer yer oynamış kimileri de çıkmış. Gelen gidenin ayağına takılsalar da hayat olağan akışıyla devam ediyor. Köşedeki çöp kutusu devrilmiş, atıklar kaldırımı aşmış. Görüntü ve kokusuyla sokağa taşan bu durum mahallenin sessizliğini bozmuyordu.
Sokak köpekleri evin yakınındaki ulu çınar ağacının sarkan yaprakları altında dalaşıyordu. Görenler can sıkıntısından olduğunu sanırdı. Bu durum uzun sürmedi. Önce kulaklarını dikerek sonra tasmalarından kurtulmuşçasına siyah kedinin arkasından koşmaya başladılar. Bütün bu olup bitenlerden habersiz Aziz Beyse görkemli ve soğuk binaların arasında rengârenk çiçeklerle dolu, küçük bahçeli evinde eşi ve çocuklarıyla oturuyordu.
Nazife Teyze, oturduğu yerden kucağındaki kediyi bir okşuyor, bir öpüyordu. Güneş pencereden kucağına ise adeta akıyordu.
Aziz Bey koltukta süzgün gözlerle karşısındaki duvara baktı. ‘Uyuyan Kediler’ adlı tablonun eğik olduğunu fark ettiğinde aheste bir şekilde ayağa kalktı. Ayakları bedenini kaldırmakta zorlandı. Küçük adımlarla tabloya yaklaştı. Elini tabloya attı ki geri çekildi. İçinden acep hangi tarafa eğikti diye geçirdi.
Deniz, bazen okyanusun dalgaları gibi kabarmakta. Şimdi yoğun düşünceler içinde. Sıkıntılarını oflayıp puflayarak açığa çıkarıyorlar. Sessizliği bozan oğlan oldu. “Bu ev hayatımızın günbatımlarını aynı şekilde karşılıyor. Bizi koruyan mı yoksa koruyanın biz mi olduğu fikri bir muamma. Yeri geldiğinde bizi kuşatan bir beden, yerinde ise bizim bedenimiz.” dedi.
Bir köpek havladı. Güneş ağırlığınca havalandı.
Deniz, kaldığı yerden devam etti. Kadın öylece baktı, “Bir düşün, arkasından düşmek yollara, ormana. Sere serpe yatmak koyunların yayıldığı çayırlara. Koynuma almak düşürmediğim düşlerimi. Tepeler arasından bir cadde şenliğinde koşmak. Keçi patikalarından inat etmeden yürümek istiyorum. Bağlar, bizi birbirine bağlayan birer durak olsun. Toprakla yeşili karıp koksun ben ise tüm bunlardan korkmayayım istiyorum. Ya da evde pinekleyip kum saati döngüsünde bir ters bir düz yapalım.” dedi.
Hülya, elindeki bardaktan bir yudum su içti. Tam masaya bırakacaktı ki sinek balıklama bardağın içine daldı. Kardeşler birbirlerine baktı. Sineğin kamikazesini sıcağa verdiler.
“Deniz’im, mavi düşüncelerin var. Bu görkemli ve korkutucu binaların arasında hepsi bir düş sanki. İnsanlar korkularından bizi iç içe soktular. Korkuları da ta buralara kadar geldi. Kimileri için zenginlik ifade eden bu yüksek binalar üzerimize doğru geliyor. Korkum güneşimizi, havamızı hapsetmelerinde. Şimdi sıra korkularımızın sınırlarında.” dedi.
Deniz, sıcaktan iyice bunaldı. Gülmeye mecali kalmadığından yarım ağız, kısık sesle “Ehh öyledir.” diyebildi. Odasına çıktı. Renkli dergileri okumadan karıştırdı. Her sayfayı bir öncekinden daha hızlı açtı. Sonra elindeki dergileri odanın ortasına doğru fırlatıp hızla dışarı çıktı. Kapıyı çok sert açtı ve o sertlikte de kapattı. Kapı açık kaldı.
Aziz Bey aralıktan sızan ışığın halılara vurduğunu gördü. Yavaşça koltuğundan kalktı. Deniz’in bu sert hareketini kendine yapılmış saydı. Çok sinirlendi. Yüzü sirke satarak hafifçe kapıyı itti. Kapı tekrar geri tepti. Yavaş ittiğini düşünerek öncekinden daha sert bir şekilde kapattı. Kapı yine geri tepti. Eliyle kilidin dilini yokladı. Sonra hafifçe eğildi; kilit kırıktı. Daha çok sinirlendi. Okkalı bir küfür salladı:
“Hayvanoğlu hayvan, insan gibi çıkmasını bile beceremiyor.”
Anne, babanın düşüncesini başıyla onayladıktan sonra; “Haklısın bey haklısın!” dedikten sonra sözlerine devam etti. Koruduğumuz ney ki? Huzur mu? Yeşil mi? Güvenliğimiz mi? Bu bizi güçlü mü kılıyor ya da kilide bir güç mü yüklüyoruz. Kilit altında bir dinginlik. Bahçemizde, evimizde daha kötü gönlümüzde kilitler. Anlarımızla, anılaştırarak, anlamlaştırdığımızı düşündüğümüz hazinelerimizle yalnızlığın ortasındayız.” dedi ve o esnada hiç alışık olmadıkları bir gürültü koptu.
Dış kapının açık olmasından yararlanan birkaç sokak köpeği bahçeye dalmıştı. Bahçede ne kadar ekili dikili alan varsa üzerinde tepiniyorlardı. Büyük özenle baktıkları o güzelim çiçekler ezilmiş, fideler kırılmıştı. Bahçenin yerinde tabiri caizse yeller esiyordu.
Aziz Beyin kilidinin bozulmasına olan öfkesi henüz geçmemişti ki bahçenin köpeklerce hoyratça bu hale getirilmesi canını iyice sıktı. Tansiyonu fırladı. O sinirle hayvan motifli tablolar arasında asılı olan av tüfeğini alarak bahçeye koştu. Bahçe savaştan çıkmış bir harabeydi.
Elinde tüfek, koca şehrin ortasında küçük bir evdeki minik bir adam şimdi avcı olmuştu. Koşar, korkunun arkasından korkutmak için. Oysa bu yalnızlığın ortasında tek başına kalan bir göçebe adamın hamlesi gibiydi böyle dışarı fırlaması. Bir yandan küfürler ediyor bir yandan da köpeklerin ardı sıra koşarak yetişmeye çalışıyordu. Hâlbuki o daha kapıdan çıkarken köpekler çoktan bahçeden uzaklaşmıştı. Yetişemeyeceğini anlayınca arkalarından birkaç el havaya ateş etti. Hayvanlar gözden kaybolduğunda ise ayağına batan çakıl taşlarından ayağında ayakkabı olmadığını kendinin de iyice dağıldığını fark etti. Elinde tüfek, bir süre gözü öylece uzaklara daldı.
Sokak eski sessiz hâline döndüğünde ise şimdi başka bir hareketlilik vardı. Komşu Adem Amca kaplumbağa hızında sokağa çıktı. Silah sesine diğer insanlarda sokağa çıkmıştı. Normalde bu sokak hareketlerine spor karşılaşmalarından sonra rastlanılırdı.
Adem Amca yaşına başına bakmadan “Golü kim attı?” dedi.
Aziz Beyin yüzünden düşen bin parça. Komşusuna ne yanıt vereceğini bilemedi önce. “Bir gol atıldıysa onu da köpekler attı.” dedi sonra.
Adem Amca “Allah Allah ilginç bir ad, -köpekler- kim oluyor ki, yeni bir takım mı? Yahu biriniz aydınlatsın yoksa çatlayacağım.” dedi.
Komşusunun elindeki tüfeği görünce de birden irkildi. Kaldırımdan kendini daha içeriye doğru çekti. Öfkeli adamın elinde ki tüfek ile ne yapacağı belli olmazdı.
Adem amcanın bu gereksiz sohbeti Aziz Bey’i iyice gerdi. Bir şey demeden eve döndü. Bahçesine şöyle bir baktı. Bahçe tarif edilemeyecek kadar kötü dağıtılmıştı. Hızlı adımlarla eve girdi. Sallanan koltuğuna oturdu. Gerilen sinirlerini yumuşatmaya çalıştı. ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni eline alıp okumadan hızlıca sayfalarını çevirdi. Sanki tüm hırsını, stresini kitaptan alacaktı.
Nazife Hanım, önce inanamadı. Onca emekle baktıkları tüm çiçekler ezilmiş, küçük sebze fideleri kırılmıştı. Ne çok uğraşmışlardı bahçeyi bu hale getirene kadar. “Şu çocuklar yok mu?” dedi. Bahçe kapısını nasıl açık bırakmışlardı. Sinirlendi. Elini kolunu bir ileri bir geri sallayıp durdu. Söylendi bir süre daha. Sonra baktı ki olacak gibi değil ‘yapılacak bir şey yok’ diyerek eve girdi. Aziz Bey’in koltuktaki halini gördüğünde konuşup konuşmamak arasında kararsız kaldı. Ama bir şekilde onu sakinleştirmesi gerektiğini düşündü.
“Bey anlıyorum. Sakinleş lütfen tansiyonun fırlayacak. Maazallah sana bir şey olmasın. Artık olan oldu. Yapacak bir şey yok. ‘Ölmüş ile olmuşa çare olmaz’ dedi.
“Doğru söylersin de. Gel bunu benim kafaya anlat.”
“Şöyle soluklan. Sakin düşünmen gerek. Huzur içindeyken bunu yaşatanlar olacaktır. İnsanları düzeltemediğimiz bir yerde köpeklerden güzel davranışlar beklemek ne kadar doğru. Bugünlerde gökdelenlerin arasında evimizi hapishaneye çevirdiler. Hayvanlar nefes alacak oynayacak, boylu boyunca koşacak yer arayacak tabi ki” dedi.
Aziz Bey’in hırsının inmesi ne mümkün. Hâlen söylenmekte. “Neyle uğraşıyorum, onlar neyle uğraşıyor. Yok, yok bu böyle gitmeyecek!” dedi ve kafasını ellerinin arasına alarak gözlerini yere dikti.
Nazife Hanım eşinin durumunun hiç iyi olmadığını fark etti. Sakinleştirememişti. Başında ki kara bulutların dağılması için;
“Bu kadar kızmazdın, başka bir şeye de kafayı taktığın belli oluyor. Ne oldu ki?
“Tüfek attık ya, kim gol atmışmış da onu soruyorlar. Bu saatte sanki maç var? Kafasızlar onu bile bilemiyorlar.” diyerek elini kontrollü bir şekilde duvara vurdu.
“Köpekleri ne yaptın?”
“Ne olacak kaçtılar köpoğulları.”
“Belediyeyi arayalım.” dedi.
Bir süre sonra sokak, kedi ve köpeklerin çöpleri karıştırırken çıkarttıkları sesleri saymazsak eski hâline döndü. Belediye ekipleri çok geçmeden hızlıca mahalleye geldi. Teknik malzemelerini araçlarından indiren zabıtalardan, zabıta amiri çöp konteynırlarının yanındaki köpeği imha için ilk kurşunu attı. Köpeğin çığlığı binalara çarparak çoğalıp büyüdü. Sokakta sesi duymayan kalmadı. Diğer canlılar silah sesi ile ürkerek hızla kaçtı.
Çevredeki insanlar şaşkınlık içinde. Zabıtaların böylesine kısa bir sürede olay yerine gelmesi şaşırtıcıydı. Etraftaki insanlar birbirleriyle fısır fısır konuşuyorlar. Her kafadan bir ses çıkıyor. Zabıtalar, köpeğin ölüsünü bir çöp gibi olduğu yere bırakarak ayrıldılar.
Sokakta hareketlilik devam ediyor. Kapısı ve pencereleri kırık dökük bir ev merdiveninin altında kâğıt ve birkaç bez parçasına dolanmış baldırı çıplak bir çocuk yerde yatıyor.
Köşeye atılan köpeğin bedeninden kan sızmakta.
Bir hayvan sever dernek binasını aramış olmalı ki özel araçlarından inen on beş kadar hayvan hakları savunucusu ellerinde döviz ve pankartlar, sloganlar atarak yürüyor. “Köpeklere kalkan eller kırılsın.” “Gücünüz bu masum canlılara mı” “Yaşam alanları yaratılsın” diye bağırmakta. İçlerinden birkaçı vurulan köpeğin başında. Ne güzel bir köpekmiş vah! vah! Nasıl da kıydılar sana! Bunlar cani, cani. Yaşanılanlar canilikten başka bir şey değil! diyerek yüksek sesle konuşuyorlar. Eylemle, sokakta gözle görülür bir kalabalık var.
Sokak sakinleri şaşkın, sahi nasıl oldu da bu hayvan hakları savunucuları hemen buraya damladı. İnsanların nasıl haberleri olduğu konusunu bir türlü çözemediler. Göstericiler 20 metre çaprazda yeni gökdelene yer tutan harabe binanın merdivenin altında yatan sokak çocuğunun farkında bile değildiler.
Merdivenin altında aç ve sefil yatan çocuk, açlıktan ve acıdan kıvranmaktayken başını hafifçe kaldırdı. Seslerin olduğu yere doğru baktı. Kalabalık dağılmakta. Yavaş yavaş ayağa kalkmaya çaba gösterdi. Merdivenin bir kenarına tutundu. Artık acıya değil ama açlığına çözüm bulması gerekiyordu. Az önce kalabalığın olduğu çöp konteynırın yanına gitti. Birden irkildi. Yerde bir köpeğin hareketsiz kanlı bedeni duruyordu. Anlık şaşkınlık sonrası yerini bir şeyler bulmanın telaşına bıraktı. Eline ilk olarak aldığı yarım dilim reçelli ekmek parçasıyla yüzüne bir gülümseme indi.
YORUMLAR
Çelişki!
İnsanların çokça karşısına çıkan bu çetrefilli anları gayet güzel yansıttı yazınız.
Madalyonun iki yüzü misali.