- 396 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Benim Gözümden “Tutunamayanlar”
Oğuz Atay’ın "Tutunamayanlar" romanına başladım. Bir solukta okuyup bitirdim desem yalan olmaz. Cümleler, kısa kısa kurulduğundan okumaya çok daha elverişli bir roman. İletişim Yayıncılık tarafından ilk olarak 1971 yılında İstanbul’da basılmış.
1972’de ikinci cildi de yayınlanan eser daha sonra birleştirilerek tek kitap olarak okurlara sunulmaya başlandı.. 724 sayfa. Kapak Ümit Kıvanç tarafından hazırlanmış. Baskı ve cilt Sena Ofset tarafından yapılmış.
Ne yalan söyleyeyim: Her babayiğidin okuyabileceği bir kitap değil. Kitap, 1970 yılında TRT Roman Ödülü’nü kazanmış.
Eser, bir karakter romanı. Çok fazla olay yok. Oysa romanlarda birçok olay olur ve bunlar iç içedir.
Romanı daha iyi anlayabilmek için karakterler üzerinde durmak ve onları çok iyi analiz etmek gerekiyor.
Romanda kahraman olarak Selim İleri verilmiş. Turgut Özben, Süleyman Kargı, Metin Kutbay, Nermin Özben, Günseli Ediz diğer kahramanlar. Bunların dışında da birçok kişiden söz ediliyor yer yer, kısa kısa… Yani kalabalık bir kadrosu var romanın. Kimileri geniş yer alırken, kimileri de çok silik kalıyor. Okuyucu, bunların hepsini aklında tutamamaktadır. Öyle ki roman sonunda birçok kişi akılda tutulamaz…
Roman, Turgut Özben tarafından anlatılmaktadır. Kahramanlar “Tutunanlar” ve “Tutunamayanlar” olarak iki grupta verilmiş. Uzun bir eser…
İlk etapta insanın gözü korkuyor kalın ebadı görünce. Hele ilk okuma anlarında elinden bırakıp atası geliyor. Çünkü farklı bir kitap. Alışılmışın dışında… Bir olaydan ziyade taşlamalara, ruh tahlillerine yer veriliyor. Kahramanların iç dünyası anlatılıyor…
Sade dile sahip olmasına rağmen, yer yer Osmanlı Türkçesi’ne yakın sözcükler de var. Biraz ağır geliyor insana. Özellikle “Şarkı ve Mukaddime” kısmı neredeyse hep Osmanlı Türkçesi kullanılmış… Okuyucunun bu kitaba devam edebilmesi için edebiyat alanında belirli bir seviyeye ulaşması ve hatta belirli bir eğitimi alarak o seviyeyi geçmesi gerekiyor. Edebiyat Fakültesini bitirmesi veya en azından edebi bilgileri alması gerekiyor. Aksi takdirde bu eseri anlaması öyle pek de kolay olmaz. Özellikle 59. Sayfada geçen şu konuşmalar:
"Eder eder" dedi Selim aceleyle "Sen eder dediğin için eder. Osmanlı kafasında mantık ne gezer? Aman tahtaya vur değmesin nazar"
"Yarım kafiye" dedi Turgut ilgisizce.
"Hayır efendim, göz kafiyesi. Ben, sizi Muallim Nacici sanıyordum cici çocuk. Bu meselenin derinine girelim mi?"
" Hayır girmeyelim." sayfa 59
Konuşmalardaki verilmek istenilen mesajları anlayabilmek için okuyucunun Tanzimat Dönemi Edebiyatındaki Recaizade Mahmut Ekrem ile Muallim Naci arasındaki "Abes-Muktebes" olayını da bilmesi gerek.
Bu olay, şiirde kafiye üzerine gelenekçilerle, yenilikçiler arasında yaşanan polemikten ibaretti. Genç bir şair, bir şiirinde dizelerin sonunda “abes” ile “muktebes” sözcüklerini kafiye olarak göstermişti.
Şiirde sözcüklerin kafiye sayılabilmesi için aynı harflerle yazılması gerektiği kuralı vardır. Oysa eski Arap harflerine göre “ abes” kelimesinin sonundaki “s” “peltek s” harfi ile yazılıyordu. “muktebes” sözcüğündeki s harfi ise “sin” harfi ile yazılıyordu. Dolayısıyla ayrı olan bu iki harfin şiirde kafiye sayılması doğru olmuyordu.
Bir dergide bu şiiri yazan Hasan Asaf adlı genç, “Şiirin göz için değil, kulak için olduğunu bizzat Üstat’tan işittim” diyerek kendini haklı gösteriyordu.
Recaizade, yenilikçilerin, Muallim Naci ise gelenekçilerin temsilcisi oldu. Aralarında ancak mahkemede son bulacak uzun bir tartışma başladı.
Roman, Teknik bakımından Tanzimat Dönemi’nin roman tekniğini az da olsa andırıyor. Özellikle alıntı bölümlerde yazar, tıpkı o dönemin romanlarının özellikleri gibi araya giriyor. Düşüncelerini belirtiyor ve bazen de okuyucu ile konuşuyor.
Bazı yerlerde ise yine Tanzimat Dönemi özelliklerinden olan konuşmalarda bazen tiyatro tekniğini kullanıyor. Karşılıklı konuşmalara tiyatroda olduğu gibi yer veriyor:
“Turgut: Bana yazdırdıkların tamamen hayal mahsulü”
Selim: Ben o kanatte değilim.
Turgut: Bana haksızlık ediyorsun. Aksini ispata her zaman hazırım.
Selim. O halde genel görüşme açılmasını teklif ediyorum.
Turgut: İsteğiniz kabul edildi.
Selim: usul hakkında konuşmak istiyorum.” Sayfa 65.
Ama romanın en sıkıcı bölümü de bana göre, araştırma yapan Turgut’a, Süleyman Kargı’nın okuması için verdiği Selim ile ilgili dosyanın “olduğu gibi verilmesi”. Bu bölümde, “İthaf ve Mukaddime” bölümü çok sıkıcı. Bunda dilinin yazar tarafından kısmen sadeleştirilmiş olmasına rağmen yine de günümüze göre ağır bir dil kullanılmasının etkisi var. Bana göre bu bölümde şarkıların açıklamasının tamamının verilmesi çok gereksiz olmuş ve kitabın hacmini yok yere büyütmüş. Bu bölüm romandan kaldırılsa da romana bir zararı olacağını sanmıyorum.
“ İTHAF VE MUKADDİME
King Solomon Speare’di adının İncilcesi
Süleyman Kargı dosttur Türkçeye tercümesi
Hamlet için horatio neyse öyleydi bana.
Kıbrıs dolaylarından göçmüş anavatana.
Yıkık bir sur istüne büyük, cesur ve mağrur.
Saplanmış bayrak gibi Ankara’da oturur.
…
Sayfa 114’ten 242’ye kadar”
“Tutunamayanlar” ilk yayınlandığı sırada edebiyatçıların dikkatini pek çekmediyse de günümüzde birçok edebiyatçı bu romanı Türk edebiyatının en önemli eserleri arasına koyar. Yani eserin değeri yıllar sonra ancak bilinmiştir. Kullanılan dili, edebiyatta devrim olarak kabul edenler olmuştur. Bu eser için, daha ziyade insanın iç dünyasını anlatan bir romandır, demek yanlış olmaz diye düşünüyorum.
Edebiyat eleştirmenlerinden biri olan ve “Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış”ın yazarı olan Berna Moran, bu kitabı, “Hem içerik, hem de biçimsel bakımından Türk Edebiyatı’nda yepyeni bir evre” olarak tanımlar. Moran, roman için: “Hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırıdır” der.
Selim ile Turgut öğrencilik yıllarında çok iyi iki arkadaştır. Fakat hayata bakış açıları, düşünceleri farklıdır. Bu nedenle yolları ayrılır. Selim, ilerde intihar eder. Bunu duyan Turgut kendini suçlar. Arkadaşına gereken ilgiyi göstermediğine ve ona sahip çıkmadığına inanır. Arkadaşının geçmişini araştırır. İz sürer. Soruşturur. Ortak arkadaşlar sayesinde onu tanımaya çalışır.
Roman başlarında Turgut 3 yıl kayıptır. Bir yıl sonra trenle yaptığı bir yolculukta bir yayıncıyla tanışır. Yayınlanmak üzere notlar göndermiş ancak bu notlar yayıncının eline iki yıl sonra geçmiştir. Kitap, Turgut Özben’in eklediği mektupla son bulur.
Oğuz Atay, bu romanda tutunamayanları anlatmış. Kim bilir belki hayata tutunamayanları, belki sevdiğine tutunamayanları, belki ailesine tutunamayanları, belki çevresine tutunamayanları… Her çabaya rağmen, yılmadan, bıkmadan didinmeye rağmen, büyük bir uğraşıya rağmen tüm çabaların boşa giden tutanamayanları…
İçimizde yok değil öyleleri. İnsan ne yaparsa yapsın bir şekilde şansı yaver gitmeye görsün, başaramıyor, amaca, hedefe ulaşamıyor… Tutunamıyor hayata bir türlü… Hep terslikler, hep talihsizlikler, hep olumsuzluklar…
İşte bu romanda da yazar, bir türlü başaramayan, kaybeden, toplum tarafından beğenilmeyen, dışlanan, alay edilen, suçlanan insanları anlatmış sanki… Yazar, onları çok iyi anlamış ve anlatmış… Oysa birçoğumuz anlamayız onları… Anlamak istemeyiz… Yanlışlarını görüverince hemen ötekileştiriveririz onları… Oysa anlamak gerek, dinlemek gerek, bakıp görmek gerek onları… Dışlamak, terslemek, reddetmek kolay olan yanı oysa…
Romanda yazar, hemen hemen her konuya ve her türe yer vermiş. Ayrıntılara inmiş. Bu konuda belli bir kural koymamış. Edebiyatın, tiyatro, şiir, günlük gibi çeşitli türlerinden aynı anda yararlanmış:
“Sabah erken kalkarım
Ne yüzümü yıkarım
Ne sokağa çıkarım.
Kışın soba yakarım
Yazın camdan bakarım
Hayattan yok çıkarım.”
Sayfa 114- 135 arası
Cümle sonlarında kaynaklar verilmiş. “Encyclopedia Israeilca’dan öğrendiğim bilgiye göre, Milattan Önce 563 yılında Ben-i İsrail kavminin Tefazuli kabilesinin (Tribus Intergralis) bir söylentiye göre başkanı, bir başka kaynağa göre de (Bak: İbni Mahmut el Silahi, Milletler Ve Mızraklar Tarihi, Cilt VII, S.967-9) kargıcı başısı imiş…”
Eserde bunları gördükten sonra da “Bu tür bir çalışmadan sonra ortaya çıkan esere roman denir mi?” demek geliyor insanın içinden.
Roman 4 bölümden oluşuyor. Dördüncü bölümde yazar, Selim’in tuttuğu günlüğü de koymuş. Bölüm sonunda ise Turgut Özben’in mektubuna yer verilmiş.
Romanın üçüncü bölümünün 15. Bölümünde yazılan mektupta 460. Sayfadan 537. Sayfaya kadar hiç noktalama işareti kullanılmamış. Cümleler, neredeyse birbirine geçmiş. Hatta karşılıklı yapılan konuşmalar bile arka arkaya verilmiş. Sözler, birbirine karışmış. Okumada hayli zorluk çekiliyor. Ama dikkatli olunca, okuyucu, yüklemler sayesinde karışıklığı giderebiliyor. Yüklemlerde biraz soluk alınca cümleler normal şekle dönebiliyor.
Bu özellik de yine Tanzimat Dönemi’nin ilk dönem özelliklerini andırıyor. İmla kuralları bu dönemde henüz uygulanmamaktadır. Ta ki Şinasi’nin Paris’te eğitim görüp de imla kurallarını Türkiye’ye getirmesine kadar… Yine Cumhuriyet Dönemi Şairlerinden Attila İlhan, “Ben Sana Mecburum” adlı şiirinde de, noktalama işaretlerini kullanmamıştı.
Romanda unutulmayacak isimlerden biri de Olric’dir. Olric, Turgut Özben adlı karakterin gerçekte var olmayan, kendi hayal dünyasında yarattığı bir kahramandır. Turgut Özben, romanda daha ziyade bu kahramanla konuşur, sohbet eder. Gittiği her yerde Olric’de gider. Tabii Turgut Özben’i görenler, onu kendi kendine konuşan biri sandıkları için deli olarak da düşünebilmektedirler.
Bazı bölümlerde ise birden fazla kelimeden oluşan isimler arasında hiç kelime arası verilmemiş. Birkaç kelime bitişik yazılarak çok uzun isimler meydana getirilmiş:
"Ben ve Olric sizleri sarsmaya geldik. Dünya tarihinde eşi görülmemiş bir duygululukla ve kendini beğenmişçesine ve kendinibeğenmişçesinesankibizdenöncebirşeysöylememişçesinegillerden olmaktan korkmadan kapınızı yumrukluyoruz." Sayfa 542 - Bunlar da bana göre romanın kusurlu yönleri.
Romanda yazar birçok güzel sözleri de dile getiriyor. Öyle ki bu sözleri okuyucu, âdete beynine nakşediyor ve hiç unutmuyor: “Kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiç bir sorunu çözemez.”, "Hayatım, ciddiye alınmasını istediğim bir oyundu."Sayfa 31
Yayımlayıcı, açıklamasında “Yıllar önce meydana geldiği ileri sürülen bir olaya dayanan bu kitabın gerçekliği hakkında kesin bir söz söyleyemeyeceğimizi belirtmek isteriz. Yayımlanması isteği ile bize kitabı getiren arkadaşımız da hiçbir araştırma yapılmamasını şart koştuğu için, kitaptaki olayların bütünüyle hayal ürünü olduğunun ve kişilerin gerçekten yaşamadığının okuyucular tarafından kabulünü özellikle rica ederiz.” demektedir. Sayfa 21
Roman yazarı kendisi ile yapılan bir röportajda Pakize Kutlu’ya “Tutunamayanlar” ile ne yapmak istediğini şöyle açıklar: “Tutunamayanlar ile çok basit bir iş yapmak istedim; insanı anlatmayı düşündüm. Kapalı dünyalar içinde yaşayan yazarların bile bu cümleye hemen isyan edeceğini, “Peki herkes ne yapıyor?” diye öfkeleneceğini bildiğim halde bu basit gerçeği söylemekten kendimi alamıyorum. Ben, kahramanlarımın iplerini istediği gibi oynatarak insanlardan kuklalar yaratan büyük romancıların yeteneklerinden yoksunum. Roman kahramanlarına uygulayacak büyük nazariyelerim, onları peşinden koşturacağım büyük ülkülerim yok. Ya da insanlara, özellikle tutunamayanlara saygım büyük olduğu için, acıyorum onlara; böyle büyük büyük meselelerin makale, inceleme, deneme gibi yazı türlerinin konusu olduğunu sanıyorum.”
Her yönüyle farklı olan “Tutunamayanlar” tüm karışıklığına rağmen yine de okunması gereken bir kitap diye düşünüyorum. Bu nedenle de hala okumayan okuyucularıma mutlaka alıp okumalarını öneriyorum…
Bana göre de “Tutunamayanlar” Türk Klasikleri arasında yerini almış bir kitap…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.