- 752 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HOŞ GELDİN KIŞ
HOŞ GELDİN KIŞ
Bir rekabet vadı sanki bu sabah güneşle lapa lapa yağan kar arasında. Biraz utangaç ve mahcup bir edayla güneş, "ben güneşim, gün benimle doğar"dercesine gülümsemeye çalışıyordu gök yüzünde. Buna karşı kar; lapa lapa yağıyordu çatla güneş dercesine. Güneşin solgun ve soğuk kalmasını fırsat bilen kar taneleri; adeta güneşe nazire edercesine fettan yosmalar gibi oynaşarak düşüyordu yer yüzüne. Bir süre penceremden seyrettim güneş ve karın bu ilginç mücadelesini. Bembeyaz örtüsüyle kar gözleri kamaştırıyor, buna karşı güneş umudunu yitirmiş insanlar gibi kaderine boyun eğmiş bir halde mağlubiyetinin acısını yaşıyordu. Ne feri kalmıştı ne de gücü. Sadece kıskançlıkla izliyordu mutlulukla yağan karın usta balerinler gibi süzülerek toprağa inişini. Son bir gayretle hamleler de yapsa nafileydi bugün. İçindeki buruklukla kapattı gözlerini. Arenada mağlup olmuş gladyatör edesıyla, geri çekilerek hüzünle tabiatı kara teslim etti.
Hani elinde kovası çeşme başında bekleyen ak benizli kızlar vardır ya. Hani uğrun uğrun kaş altından bakınca yürekleri yakar ya. Gözlerinden süzülen ışık karanlık gecelere yıldız olur ya. Apak yorganlar gibi tabiatı örten kar çeşme başındaki kızların kuytulardaki işmarı gibi davet ediyordu beni sessizce. Hangi yürek reddedebilirdi ki böyle bir daveti. Kuş olmak istedim o an. Beşinci kattaki evimin balkonundan uçmak. Süzülmek gök yüzünde. Üzerine üşüşmüş karlarla dost olmuş çam ağaçlarının dallarında keyifle tünemek.
Kısacık süren bu hayalimin ardından merdivenlerde buldum kendimi. Yüreğimde garip bir coşku oluşmuştu merdivenlerden inerken. Sanki yıllardan beri görmediğim bir dostumla buluşacaktım. Biraz tedirginlik, biraz heyecan çıktım bahçeye.
Güneş haksızmıydı? Böylesi bir hakimiyet üzmezmiydi sabahların sultanını. Sadece çam ağaçlarının dikenli yaprakları direnebiliyordu bu beyaz örtüye. "Hop ben de burdayım" dercesine gülümsüyordu mutlulukla örtündüğü beyaz yorganın altından.
Özgürlüğüne kavuşmuş bir mahkum acelesiyle attım kendimi kırlara. Uzaklaştıkça şehirden anılarım düştü yüreğime bir bir. Küçücük kır evlerinin sobalarından çıkan kesif dumanın kokusunu ciğerlerimin en ücra köşesine yerleştirmek istercesine çektim içime. Kimbilir sobaların üstünde kaynayan su dolu güğümler vardı hala. Belki de birileri kuzinelere soğan patates koymuşlardı. Acaba sobaların üstünde kestanelerin pişmesini bekleyenler de varmıydı. Belki de birileri tüten sobanın borularıyla uğraşıyordu içerde.
Ah çocukluğum. O günler ne güzeldi. Zaman tüneli olsaydı kaç kişi o günlere geri dönmek için girerdi acaba. Bu tür saçma düşüncelere dalmışken belleğim çocukluğum geldi gözlerimin önüne. Kış çok sert olurdu benim çocukluğumda. Kar göbeği geçmediyse hava karlı bile demezdik. Hele ortaokul çağlarında okulun karşısındaki tepeciği hatırlamamak olurmuydu? Muşamba ve kızaklar üstünde ne güzel kayardık yaklaşık yüz metrelik parkurumuzda. Biraz daha gözü kara olanlar hiç bir şeye gerek duymadan ayakta kayarlardı kösele ayakkabılarıyla. Elbette toslayanlar da olurdu karşı duvara. Bir de hastanenin karşısında yokuşumuz vardı yaklaşık yüz elli metre kadar. Tatil günlerinde orda kayardık. Soğuk mu hiç de aldırmazdık soğuğa. Doğanın ihanetinihiç yaşamamıştık ki. Doğa korurdu bizi anamız gibi.
Ah anılar. Yazmaya kalksam seni binlerce yaprağa sığmazsın
Davut Tunçbilek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.