- 1145 Okunma
- 15 Yorum
- 3 Beğeni
MAFSAL AĞRILARININ ÇARESİ, UĞURSUZ SAAT VE KELLE KOLTUKTA BİR YAŞAM…
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
En sondan başlayalım bu sefer.
Kelle niçin koltukta? Hani popo koltukta olur da kellenin koltukta ne işi var?
Tabii ki bu deyimde bahsedilen koltuk, oturduğumuz koltuk değildir. ‘’Kelle koltuğunda’’ deyimi de özellikle Genç Osman türküsünden bildiğimiz bir deyimdir.
Bağdat kapısını Genç Osman açtı.
Gören düşmanların tedbiri şaştı.
Kelle koltuğunda üç gün savaştı.
Şehitlere serdar oldu Genç Osman
Ancak işin esasında kellesi koltuğuna verilen bir kişi şehitlere serdar değil, kafası kesilerek idam edilmiş suçlulardı.
Osmanlı Devletinde idam cezası almış bir kişi eğer kafası kesilmek suretiyle infaz edilirse, bu kişi gayrimüslim ise kafası kesildikten sonra ceset yüz üstü yatırılır ve kesik kelle poposunun üzerine konurdu . ( Darısı bütün Haşhaşilerin ve Pkk lıların başına ) Kişi Müslüman ise bu durumca ceset sırt üstü yatırılır, kesilen kelle koltuğunun altına konur ve infazı seyreden insanlara ‘’ Bakın da ibret alın’’ Denirdi.
İşte bu sebeple sadrazamlar da dahil devlet görevlileri kendilerine ‘’Nasılsınız?’’ diye sorulduğunda ‘’ Nasıl olalım. Kelle koltukta yaşayıp gidiyoruz’’ derlerdi. Çünkü mesela sadrazamlar genelde boğdurularak infaz edilseler de zaman zaman cellat baltasına teslim edilenler de oldukça fazlaydı.
*******
Bazı insanlar vardır ki doğuştan şanslıdırlar. Ama bir kez de şansları döndü mü ölüm bile onların kurtuluşu olamaz. İşte bu konuda en güzel örnek Tezkereci Ahmet Paşa’dır.
‘’Osmanlılar hep devşirmeleri sadrazam yaptılar ‘’ Diyen cühelaya inat öz be öz Türk’tü Ahmet Paşa ve babası bir sipahiydi. Ancak ‘’Osmanlı Devleti’nin başına her ne gelmişse devşirmeler yüzünden gelmiştir’’ tezine inat bu zat öz be öz Türk olmasına rağmen mesela savaş meydanlarında vücudu kılıç yaralarıyla süslenmiş olan İtalyan asıllı Hekimoğlu Ali Paşa’nın kesip de attığı tırnak bile olamazdı. Yani Türklük, damarda taşınan kandan ziyade bir ruh işiydi ve o ruh Tezkereci Ahmet Paşada yoktu.
Tezkereci Ahmet Paşa güzel ve hızlı yazı yazdığı için Padişah İbrahim’in dikkatini çekti ve Divan-ı Hümayun katipliğine getirildi, ardından da yine padişah tarafından kendisine defterdarlık verildi. Bu arada Girit seferi başlamıştı.
Girit seferi sürerken Padişah İbrahim bir gün İstanbul’da şehri dolaşırken önünü bir ot arabasının kesmesi üzerine kızıp sadrazamı Nevşehirli Salih Paşanın kellesini aldırdı. Sadaret mührünü de o sırada Girit’te savaşmakta olan Kaptan-ı Derya Kara Musa Paşa’ya verilmek üzere bir gemi ile Girit’e gönderdi. Ancak gemi Girit’e varmadan Musa Paşa Şehit olmuştu. Bunun üzerine padişah, Girit seferi sırasında Sadaret Kethüdalığına ( Sadrazam vekili) getirmiş olduğu Tezkereci Ahmet Paşaya verdi sadaret mührünü.Bu, Tezkereci Ahmet Paşanın şansıydı.
Tezkereci Ahmet Paşa sadrazam olduktan sonra Padişahın samur kürk ve amber merakı başlamış ve onun bu harcamalarını karşılamak için paşa vergi üstüne vergi koymaya başladığı gibi haraç almaya, ayrıca sarayda makam ve mevkileri rüşvet karşılığında satmaya da başlamıştı.
Büyük bir şans ile sadrazam olan Ahmet Paşa görevini oldukça kötüye kullanıyor, bu arada padişahın masrafları için halktan ve esnaftan, tüccardan topladığı paraların önemli bir kısmını cebe atıp kendisine Anadoluhisarı’ndan Küçükçekmece’ye kadar olan alanda bir sürü köşkler yaptırıyordu.
Sonunda yeniçeriler bir isyan başlattılar. Bu isyanın merkezi her zaman olduğu gibi Meydan-ı Lahm’dı ( Yani Et Meydanı= Bu günkü Sultanahmet Meydanı) İsyancılarla görüşmek üzere gönderilen tecrübeli devlet adamı Sofu Mehmet Paşa yeniçerilerin karşına çıkıp onlarla konuştuğunda yeniçeriler ‘’ Ahmet Paşayı istemezük. Seni sadrazam ilan etdük’’ dediler ve bu kararlarının padişaha iletilmesini istediler. Padişahın canına minnetti tabii ki. İsyanın kendi sarayına sıçramaması için Sofu Mehmet Paşa’yı sadrazamlığa getirdi ama sadaret mührü hâla Ahmet Paşadaydı ve Ahmet Paşa ortalıkta yoktu. Saklanıyordu.
Derken efendim Tezkereci Ahmet Paşayı buldular. Tezkereci Paşa, Cellat Kara Alinin kemendi ile boğularak idam edildi.[*] Ancak Tezkereci Ahmet Paşa’nın başına gelenler öldürülmekle sınırlı kalmadı. Şimdi diyeceksiniz ki ‘’ Hocam ! Adam öldü gitti, daha ne gelebilir ki başına?’’ Okumaya devam o zaman.
Tezkereci Ahmet Paşanın cesedi sürüklene sürüklene meydanda bulunan bir çınar ağacının altına getirildi. İşte o anda bir ses duyuldu ‘’ "Şehm-i ademi vecai mefaşika deva’’ Yani bağıran kişi ya da kişiler ‘’ Mafsal ağrılarına iyi gelir’’ Diye bağırıyorlardı. Peki neydi mafsal ağrılarına iyi gelen?
Efendim, mafsal ağrılarına iyi gelen şey ölmüş insanın etinin yağlarıydı(!)
Eline bıçak ya da keskin bir şeyler alan ve mafsal ağrıları olan ya da olmayan herkes oldukça şişman bir insan olan Ahmet Paşanın cesedinden pay kapma savaşına girişti. Ahmet Paşanın cesedi parça parça doğrandı. İşte bu olaydan sonra da Tezkereci Ahmet Paşa, ‘’ Hezarpare = Bin parça’’ Ahmet Paşa olarak tarihe geçti.
Ama bir şey daha var. ‘’ Dahası da mı var hocam?’’ Dediğinizi duyar gibiyim..Evet, var maalesef.
Yeni adıyla Hezarpare Ahmet Paşa olan Tezkereci Ahmet Paşa’nın cesedinden bir parça da eklem ağrıları olan annesine para karşılığı satıldı. Zavallı kadın dizlerine sürdüğü yağlı ölü insan etinin oğlunun eti olduğunu çok daha sonra öğrendi.
*******
Şimdi de uğursuz saatin ve yarım saatlik bir zamanın kurtardığı bir hayatın hikayesine geçelim.
Osmanlı Devletinde idam edilen bir kişinin üzerindeki değerli eşyalar ( mesela yüzük, saat vb. ) cellatların malı oluyor ve bu eşyalar ‘’ Cellat Mezatı’’ denilen bir açık artırmada satışa çıkarılarak elde edilen gelir cellatların hepsi arasında pay ediliyordu.
Padişah III. Murat zamanında kapıağası olan Gazanfer Ağa’nın idamına karar verilmişti. İdamı gerçekleştiren cellat, ağanın koynunda mücevherlerle süslü bir saat görünce sevinçle parlamıştı gözleri. Çünkü bu başlıbaşına bir servetti. Ancak, cellat mezatında satılan nesneler uğursuz sayıldığından öyle pek de alıcı bulamaz, dolayısıyla çok büyük bir serveti oldukça ucuza satmak zorunda kalırlardı çoğu kez. Nitekim Gazanfer Ağa’nın saati de oldukça ucuza Tırnakçı Hasan Paşa’ya satıldı.
Bir müddet sonra Tırnakçı Hasan Paşa da idam edildi ve saat bir kez daha cellat mezadına düştü.
Bu sefer saati Kasım Paşa satın almıştı. Ancak bir iki ay sonra Kasım Paşa da idam edilince saat bir kez daha cellat mezatına düştü.
Bu sefer saati alan sadrazam Derviş Paşaydı.
Derviş Paşa, saati kendinde alıkoymadı ve Eğriboz adası sancakbeyliğine tayin edilmiş olan kardeşi Civan Bey’e hediye etti.
Saat Civan Bey’in elindeyken tarihçi İbrahim Peçevi, Civan Bey’in yanına gitti ve karşılıklı sohbet ederlerken söz döndü dolaştı bu saate geldi. Civan Bey, saati getirerek Peçevi’nin ellerine bıraktığı anda Peçevi hemen yere atarak ‘’Fesübhanallah..İnsan böyle uğursuz bir şeyi kardeşine nasıl hediye eder’’ Dedikten sonra saatin hikayesini anlattı.
Civan Bey adeta buz kesmişti. Derhal bir bıçakla saatin üzerindeki mücevherleri söküp saati de iyice parçaladıktan sonra denize attı.
Tam saati denize attığında bir atlı geldi huzuruna. Bu atlı doğrudan doğruya padişah’tan bir ferman getiriyordu. Fermanda ise Civan Bey’in Eğriboz sancak beyliğinden alındığı belirtiliyordu.
Civan Bey şaşırdı ve sordu:
-Niye? Sebep ne? Niçin görevime son veriliyor?
Gelen ulakın verdiği cevap oldukça ilginçti.
-Beyim! Buna da şükredin. Padişahımız , ağabeyiniz Derviş Paşa’yı idam ettirdi. Sizin için de idam hükmü verilmiş ve infaz için cellatlar yola çıkarılmıştı. Araya ricacılar girip sizin idam edilmemenizi sağladılar. Af fermanınızı cellatlara ulaştırmak üzere de ben görevlendirildim. Cellatlara, buraya yarım saat mesafede yetiştim. Yarım saat daha gecikseydim siz de idam edilecektiniz.
Civan bey yarım saat önce ne yapmıştı?
Saati parçalamasaydı peki?
Allahu alem… Ancak Allah bilir.
--------------------------------------------------------
[*] Cellat Kara Ali’ye daha sonra Sultan İbrahim’i boğma görevi de verildi. Ancak o güne kadar pek çok insanı gözünü kırpmadan infaz eden Kara Ali, karşısında ağlayıp sızlayan Padişah İbrahim’in o halini gördüğünde aslında çok sevdiği bu insanı infaz edemeyeceğini söyledi. Acımasız cellat, hayatında belki de ilk kez ağlıyordu. Bunun üzerine infazda hazır bulunan sadrazam Sofu Mehmet Paşa, Kara Ali’yi adeta sopa manyağı yaptı. Daha sonra Kara Ali, Sofu Mehmet Paşa ve Kara Ali’in yamakları vasıtasıyla Sultan İbrahim boğularak infaz edildi. Yani Sofu Mehmet Paşa, kendisini sadrazamlık makamına getiren padişaha hiç acımadı; infazında bizzat bir cellat gibi görev yaptı.
Bu arada hemen belirteyim: Osmanlı hanedanının kanı kutsal sayıldığı infazları hep ibrişim kementle boğulmak suretiyle gerçekleştirilmiştir ki kanı kutsal olan bir insanın canının kutsal olmamasını ben hâla anlamış değilim.
Görüldüğü gibi Koskoca Sultan Süleyman’a kalmayan dünya Sultan İbrahim’e de kalmıyordu.
Sultan İbrahim’e kalmayan dünya haliyle Sofu Mehmet Paşa’ya da kalmadı. Kösem Sultan ve Kara Murat Paşa’nın entrikaları sonucunda o da sadarazamlık makamına getirilen Kara Murat Paşa tarafından 1649 yılında boğduruldu. Hem de seksen yaşında bir ihtiyarcık iken.
Peki Kara Murat Paşa?
Yok yok o hastalıktan öldü. Ama ironik bir şekilde Hama yakınlarında hummadan öldü 1655 yılında… Mezarını yaptırmakla görevlendirilen İmamzade Mehmet Paşa ‘’ Hayatımda hiç hınzır( domuz ) defnetmemiştim’’ Demişti…
YORUMLAR
Sizin yazdıklarınızdan çok şey öğreniyorum. Yavaş yavaş tarihle ilgili yazılara meyletmeye başladım, sayenizde.
Tşkler öğretmenim.
Selamlar.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Değerli hocam, demek ki hiçbir şey değişmiyor...
Bugün de dünyanın gözleri önünde yapılan kıyımlar, birilerinin mafsal ağrılarına iyi geliyormuş gibi konuşulabiliyor, yazılabiliyor...
Bilim de, teknoloji de, şu da, bu da buna çare bulamadı, bulamıyor...
Hatta bugün böylesine bir canavarlıktan daha korkunç bir canavarlık biçimi hemen her kültüre hakim olmuş durumda...
Metalaşmış, pazar malı olmuş durumda...
Buna da 'modern zamanlar' diyorlar...
Kim demiş "Dünyanın 2 milyar yıllık bir ömrü kaldı" diye...
[2 milyar yıl sonra Güneş büyüyüp, Dünyayı yutacakmış da...]
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Dünyanın iki milyar yıl daha ömrü varsa iki milyar yıl sonra yaşayanların cehenneme gitmesine hiç gerek ksalmaz bence. Hazır dünya cehennem olur. Şimdiden böyleyse iki milyar yıl sonrasını düşünmek bile insanı dehşete düşürüyor.
Selam ve sevgilerimle.
Tarihe yine güzel anektodlar düşmüşsün.
Kutlarım Sami Hocam.Selamlarımla..
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle
MAFSAL AĞRILARININ ÇARESİ, UĞURSUZ SAAT VE KELLE KOLTUKTA BİR YAŞAM…Başlıklı yazımı günün yazısı olarak seçen Edebiyat Defteri Yönetimi ve seçki kuruluna, Yorumlarıyla katkılarını hiç bir zaman esirgemeyen değerli dostlarıma ve okuyan herkese çok çok teşekkür ediyorum.
Yani,
Osmanlı'yı düşmanları değil,
resmen kendisi yıkmış.
Böyle padişahlık olur mu yav?
Ömrün kelle koltukta geçiyor resmen.
Onca sene iyi hüküm sürmüş bu devlet.
Gerçi Kanuni'den önce öyle yoğun yaşanmıyordu entrikalar.
En azından,
ikide bir padişah değişmiyordu.
Enteresan milletiz valla.
Kendi kendimizi yemekten zevk alıyoruz.
sami biberoğulları
Olaylara günümüz penceresinden baktığımızda elbette bu yaşananlar oldukça insanın midesini bulandırıyor ve dahası dehşete düşürüyor. Ancak o günün dünyasına baktığımızda vak'a-i adiyeden olaylar bunlar.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Bu gün eğer Atatürk gibi bir önderimizle iftihar ediyorsak o önderin de o geçmişten geldiğini unutmamak gerekir. Neticede Atatürk de gökten zembille inmedi.
Altı yüz sene süren bir devletten bahsediyoruz. Bu altı yüz sene boyunca hep iftihar edeceğimiz bir geçmişimiz olması mümkün müdür? Elbette değildir. Bu sadece bizim için geçerli de değil. Dünyanın tüm devletlerinde iftihar edilecek liderler ve yönetim dönemleri olduğu gibi, günümüz anlayışı ile bize ters gelen yönetim dönemleri de olmuştur.
Zamanının diğer devletlerine bakıldığında her şeye rağmen yine en iftihar edilecek olanı bizim geçmişimizdir.
Selam ve sevgilerimle.
kutsal olana tapılır, tiz tapıla...
izahı yoksa mizahı yapılır
mafsal ağrı deyince bende kendi böbrek ağrına dair yazdın sanmıştım
tekrar geçmiş olsun ...
sami biberoğulları
Böbrek mafsal değil ki.
Ama Allah kimseye böbrek ve diş ağrısı vermesin.
Ağzımda diş kalmadığı için artık öyle bir ağrım yok ama böbrek ağrısı da kötü...
Geçmiş olsun dileklerin için teşekkürler.
Selam ve sevgilerimle.
Filiz Şahin.
İyi ki o tarihlerde yaşamıyor muşuz diyesim var. Neredeyse normal ölen makam sahibi yok.
Bir acımasızlık bir katliamdır gitmiş. Gerçekten inanılası değil bu vahşetler.
Gerçi şimdi de değişik acılar yaşıyor bu ülke ama kim bilir neler olup bitiyor daha bizim duyup şahit olmadığımız. Yaratan beterinden korusun.
Ama anlatım harika. Yazılarınızın sonunu geliveriyor bir anda. Kaleminize sağlık .
sami biberoğulları
Bakalım bunu gönderebilecek miyim?
Şiddet ve vahşet elbette ki kabul edilebilecek bir şey değil ama bazen de acımanın sonu acınacak duruma düşmek olabiliyor. Yani aradaki dengeyi hele de adalet terazisini doğru tutmayı çok iyi becermek gerek.
Selam ve sevgilerimle
sami biberoğulları
Diğer yazınızda sormuştunuz bu saatli yazı gelsin mi diye yalnış hatırlamıyorsam. Bende gelsin hatta lütfen gelsin demiştim gibi hatırlıyorum. Kendi adıma teşekkür ederim hocam kırmadınız. Yazınız yine oldukça doyurucu. Emeklerinizi helal edin hocam sizden çok şey öğreniyoruz.
Sevgilerimle..
sami biberoğulları
Bir kaç gündür Edebiyat Defterinde ya da benim bilgisayarda bir sorun var.
Billur Hanıma da yazdığım gibi bu üçüncü oluyor yorumuna cevap yazdığım...Yazıyorum gönderiyorum, site kayboluyor..
Neyse..Bir hakkım varsa helal olsun. Bu yazı hazırdaydı zaten ama araya başka konular girdiği için biraz ertelemiştim.
Selam ve sevgilerimle.
hepimiz şimdi kelle koltukta gezmiyor muyuz sanki hocam
kimin başına ne geleceği belli mi
hiç değilse önceden halk güvende idi
ülkede ölüyoruz
suriyede ölüyoruz
çinde ölüyoruz
türkmendağında ölüyoruz
halepte ölüyoruz
velhasılı kelam biz ölmeyi çok iyi biliyoruz
saygımla
sami biberoğulları
Allah bizleri kellesi devlet tarafından koltuğunun altına verilenlerlerden eylemesin. Öte türlü kelle koltukta olmak asırlardan beri artık alışkanlığımız oldu.
Selam ve sevgilerimle.
Bir de Osmanlı geri gelsin diyenler bu yazıyı okusun da şu anda bulunduğu duruma şükretsin. Yoksa Hocam bu padişahlar bu yazı yüzünden belkide : vayy deyyus( Afedersiniz) demek bizi alaya alır hükmümüzü sorgularsın bir nevi. Alın kellesini deyu ferman verir sizin kellenizi de alabilirlerdi. Ne mutlu bize ki Cumhuriyetle yönetiliyor ve özgürce fikrimizi söyleyebiliyoruz. Son zamanlardaki baskılar hariç tabi:)
sami biberoğulları
Osmanlı geri gelsin diyenlerle ilgili çok yazı yazmışımdır bu sited. Sanırım sen de görmüşsündür.
Osmanlı geri gelsin. Hangi Osmanlı geri gelsin? Bir tane Osmanlı yok ki. Ya da Osmanlı Fatih, Yavuz, Kanuni'den ibaret değil ki...
Öte taraftan Osmanlı geldi ve gördük. Ne gördük? '' Osmanlı geri gelsin'' Diyenlerden çok farklı insanlar gördük. Aslında daha bu topraklardan gitmeden önce görmeye başlamıştık. Ve bu gün onlar şikayetçi ''Osmanlı geri gelsin'' Diyenlerden...
Onlar diyor ki '' Osmanlı geri gelsin diyenler bizi de Osmanlıdan saymıyorlar ''
Bu arada benim kelleye gelelim.
Kellem çok kıymetlidir. Ben deli miyim ki Osmanlı döneminde böyle onların yönetimlerini ti ye alan yazılar yazayım.)))))
Selam ve sevgilerimle.
İbrişim kementle boğmak ne zarif bir düşünce. Kim düşünmüşse proje müdürümüz olsun isterdim.
Aklıma bir şey takıldı da neyse, zamanım yok. Onu da sonraki yazıda sorarım artık hocam.
Selamlar, saygılar.
sami biberoğulları
''İbrişim örmüyorlar oy oy / Sevmişim vermiyorlar'' Türküsünün bu olaylarla hiç bir ilgisi yok )))
Selam ve sevgilerimle.
Resim çok güzel!
Hele hele yazı daha da güzel ama; Sabah sabah hep idam da idam.
O zaman şunu sorayım da ortam yumuşasın.
Bu Tezkere; Belge veren anlamında mı? Yoksa Teskere dediğimiz o dört kollu (Yöresel ağızla Gejgere) ahırdan ahbun çekilen aletmi???
Han kapısı ağabey iki kapılı! Birinden gir diğerinden çık git.
Yüreğine sağlık.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Tezkereci aynen dediğin gibi belge veren, daha doğrusu belge yazan anlamında. Paşa zaten bu görevle başladığı devlet hizmeti hayatında sadrazamlığa kadar yükseliyor daha sonra.
Selam ve sevgilerimle.
Bu ne yaw Hocam? Bu nasıl bir dünyaymış? Brezilya dizileri gibi... :)
Emeğinize sağlık. Teşekkürler. Saygı ve hürmetlerimle...
sami biberoğulları
Balık baştan kokmaya başlayınca aynen işte böyle oluyor.
Selam ve sevgilerimle.