- 1003 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Su yoluyla nakliyat
Suyoluyla kereste nakliyatı yapılması, bir zamanlar ülkemizde yaygın olan mir metottu. Ormanlarda kamyon ile nakliyata yeterli yol olmadığı yıllarda ormanlardan kesilen adına lata dediğimiz, inşaatlarda kullanılan emvaller kamyonlarla taşımak yerine, kamyonların gidebildiği noktalara suyolları ile taşınır son depo dediğimiz buralarda depolanır ihaleler yolu ile satışa çıkarılır satın alan tüccarlar aldıkları malı buralardan kendi satış ya da kullanma yerlerine taşırlardı.
Suyolu ile orman emvalinin taşındığı yıllarda ülkemiz ormanlarına yeterli yol yapacak maddi gücümüz olmadığı gibi yeterli teknik yol yapmada kullanılan makinelerimiz’ de yoktu.
Yollarımızın çoğu kazma kürekle paralı çalışan işçiler vasıtası ile ya da imece usulü dediğimiz yardımlaşma yoluyla yapılırdı.
Böyle bir olayın ülkemizde belki de son yaşandığı yer Ermenek Göksu çayı üzerinde olmuştur. Ben talebe olduğum yıllar olan 1963 yılında böyle bir işte yevmiye ile çalışan, okul harçlığımı kazanmaya çalışan biriydim.
1963 yılının yaz aylarında puantör işçi olarak Ermenek ilçesinin o zamanki adıyla Muzvadı olan Göksu çayının kenarındaki bir köydeki orman işçilerinin başında görevli memurlarla beraber çalışılmıştım.
Tahtacı işçileri ormandaki kesilmesi gereken (Orman şefi tarafından önceden işaretlenmiş damgalı ağaçlar)ı olayın olduğu yıllarda henüz motorlu testere çıkmadığı için kolasar denilen kalın dişli testerelerle, ormanda lata haline getiriyorlar sonra bunları kendi katırlarıyla Göksu nehrinin kenarına taşıyıp orada ara depo dediğimiz yerlerde istif ediyorlardı.
Ben de bu yarı mamul lataların ebatlarını alınlarına yazıyor, kaç metreküp olduğunu kayıtlara işliyordum.
Daha sonra bu ara depoda toplanan lata halindeki keresteler, kırkar kişiden oluşan su naklinde ehil olan guruplara teslim ediliyor onlar da bunları Göksu nehri içinde sallar yaparak dar boğazlarda salları çözüp teker, teker ellerindeki uçunda çatal demir olan kancalarla dar yerlerden akıntılardan Şelale’lerden geçirip son depoya ulaştırıyorlardı.
İşte ben bu işlemdeki olaylara Ermenek ilçesinde son yapıldığını bildiğim işlemde şimdi kendilerini rahmetle andığım, ormancıların yanında çalışarak şahit olmuştum.
O yıllarda Muzvadı ve o civardaki köylerin henüz yolları yoktu. Sadece ırmağın kenarına kadar varan keçi yolundan farksız imece usulü ile yapılmış cip yolu dediğimiz bir yolu vardı. Bu yol, Sarı vadi Göktepe yolundan Gazipaşa Paşa bey yaylalarından devamla dikenli mevkiinden Göksu kıyısına ulaşan bir yoldu.
Yolun bittiği yerde, köylünün köprü yerine kullandığı bir asma köprü vardı ve şehirden gidip gelen köylüler Göksu nehri çoğu zaman geçit vermediğinden bu asma köprüyü kullanarak köylerine gidebiliyorlardı.
Aslında anlattığım yıllarda bu asma köprüler sadece orada değil, Göksu çayının üzerinde hatırladığım kadarıyla üç yerde vardı. Hepsi de üzerinden geçerken, insanın aşağıya bakmaktan korktuğu ayakların altında durmadan sallanan çoğu yerde tahtaları eskimiş, korkulukları aşınmış bakımsız körülerdi.
Böyle bir zamanda orada kalmıştım. Köy halkı dersen yemyeşil ceviz, kiraz ağaçları ile dolu sık meyve ağaçlarının bulunduğu yeşilliğin içinde ağaçtan ya da karkas yapılardan yapılmış evlerde oturur hayvancılıkla, bahçecilikle kendi ektiğini kendi yetiştirdiğinden yiyen bir biçimde yaşayan köylerdendi.
Oldukça güzel misafirperver olan insanları cana yakın halleriyle, bir de kendilerine has dilleriyle tanınırdı.
Konuşmalarında ( R )harfini kullanamazlar onun yerine genellikle ( Y )harfini kullanırlardı örneğin nereye gidiyorsun diyeceğine ( neyeyse gidiyorsun ) gibi kelimelerle konuşurlardı. Bu özellikleri de onların kültürlerine güzel bir şekil veriyordu.
Anlattığım köyün o yıllardaki muhtarı (Allah, gani, gani rahmet eylesin. )Mazlum Ali isminde biriydi, bizim her derdimize koşan her istediğimizde isteklerimizde yardımlarını esirgemeyen hoş sohbet, neşeli hem kendini hem içinde bulunduğu toplumu devamlı yanında taşıdığı parmaklara takılan meşhur zilleriyle, âlem yaparken def önünde oynayan biriydi.
Anlattığım zamanlarda köyün çevresinde henüz balta girmemiş ormanlar ormanlarda dolaşan geyikler vardı ben meslek hayatımda orman içinde ilk olarak geyik hayvanını burada gördüm.
Bir Pazar günüydü, aynı köyden olan aşçımızın ısrarı ile köyde aşağı dünya dedikleri mevkii de alabalık avına gitmiştik.
Aşçımız aynı köydendi şimdi adını unuttum aşçımızda diğer köylüler gibi (r )harfini kullanamayan biriydi
Aşçımız kendi lisanı ile beyim gel bu gün sizi biy yeye görüyeyim dedi. Beraberce bu dediğim aşağı dünya dediğim yere gittik. Orası o kadar güzel bir yerdi ki ormandaki ağaçların uzunluğundan gökyüzü görünmüyor güneş ışınlar ağaçların altına bir ışın ipi gibi dalların arasından süzülerek iniyordu.
Gök suyun kenarındaki asırlık çınar ağaçları, köklerini suyun içine uzatmış her biri suda yaşayan o lezzetli kırmızı benekli alabalıkların yuvası olmuştu.
Balıklar desen neredeyse elinle tutabileceğin kadar korkusuzca suyun geliş noktasına doğru hoplayıp duruyor ağaç köklerinin arasında dolaşıyorlardı.
Bir hayli balık tuttuktan sonra, eve dönmeye karar verdiğimizde ormanın içinde otlarken gördüğümüz, bizi görünce ürküp kaçan alageyikleri unutmam mümkün değil.
Bu güzel köyde kaldığım dört aylık yaz döneminde daha başka anılarım olduysa da hepsini yazmam mümkün değildir.
Memleketimin güzel insanlarının yaşadığı o köyü unutamam. Buradan tanıdıklarımdan ölenlere rahmet okuyor, sağlara saygı selamlarımı sunuyorum.
18 Aralık 2016
Ahmet Yüksel Şanlı er
Bir köy var, yeşilin orta yerinde
O köy memleketimin bir köyüdür
Halkı var yaşardır, huzur içinde
O köy’ ki Gök suyun geçtiği yerdir.
Kıvrılır giderdir, tozlu yolları
Hoş kokar sedir, çam dolu dağları
Her derde şifadır, çiçek balları
O Köy’ ki, Gök suyun geçtiği yerdir