SAMİ 'NİN DEFTERİ
/Akçay’a geleli bir ay olmuştu. Arkadaşı Meliha’ya bankaya gitmem gerekiyor dedi, birlikte Sarıkız meydanından otogara doğru yürüdüler. Allah’tan erken yola çıkmışlardı da henüz sıcak bastırmamıştı. Sabah yürüyüşü oldu bizim için dedi. Fırının önünden geçerken sıcak poğaçanın ayartıcı kokusu bakışlarını o yana çevirmelerine neden olsa da, ikisi birden “almayalım” dediler. Balık etli idiler zaten. Meliha ondan iki yaş büyüktü, biraz daha uzun boylu idi. Meliha’nın oğlunu sevip, oğul bellediği için dost olmuşlardı. İkisi de hayatın sillesini yemiş buna rağmen ayakta kalmayı başarabilmiş, dik duruşlu kadınlardı.
Banka şubesinde işleri bitince kapıdan dışarı çıkar çıkmaz bakınmaya başladı. “Çişim geldi” dedi. Meliha burada “hela ne arar , yürü “ dediyse de, o bir emlakçi dükkanına dalmıştı bile. Dükkandaki adamı nedense keman çalan birine benzetmiş, emlakçiliğe yakıştıramamıştı.
Ertesi ay yalnız gitti bankaya, hatır sormak için, emlakçi dükkanın önünde oturanlara doğru yöneldi. Gençten biri ayağı kalkıp ta kendine “ buyurun “ deyince, “ben emlakçi ye baktım, siz rahatsız olmayın dedi”. Bunun üzerine genç adam “emlakçi benim buyurun” deyip içeri davet etti , eliyle yol gösterdi. İnce ,zayıf ,uzun boylu esmer 30 lu yaşlarında kibar bir adamdı. “Ama geçen gün başkası…”diye başladığı sözünü bitirmeden kapıdan geçen sefer kendine yardımcı olan adam girdi. Hah işte bu beye teşekküre geldim aslında diye, gelen adamı işaret etti başıyla.
O da burada çalışıyor efendim dedi genç adam. “Çayınız nasıl olsun” diye ekledi. Özür dileyerek , söylemeyi unuttum “ben Sami “ efendim deyince o da kendini tanıttı. İnce parmaklarında gümüş yüzükler,elinde oltu taşı 33 lük bir tespih vardı. Ancak tespihi tutuşu külhanbeyi gibi değildi. Yumuşak hareketlerle oynuyordu tespihle. Baktığını görünce “benim ilgim var topluyorum” dedi. Öyle kaba saba şeyler yoktu, hepsinde bir incelik vardı.
Bu tanışmadan sonra zaman zaman çay içmek için uğramaya başladı emlakçiye. Aralarında bir dostluk oluştu.
Bir sohbet sırasında yazı yazmakla ilgilendiğini duyunca , benim de anı defterlerim var dedi,
çekmecesinden üç defter çıkardı “bunları okumanızı istiyorum “ dedi. Bu ince yapılı adamın bedenine ve yapısına uymayan bir şeyler vardı. Şaşırmakla birlikte Sami’nin kendine güvenmesi hoşuna gitti.
Eve gider girmez üzerinde “ defter 1 yazan, küçük, çizgili , 100 sayfa civarında olduğunu düşündüğü defteri açtı.
El yazısının düzgünlüğü dikkatini çekti. Parmakları geldi gözünün önüne, ince uzun parmakları. Bir sanatçı ya da zanaatkar olabilirdi diye düşündü.
Okumaya başladı:
“Ben Samsun’un Umutlu köyünde doğdum.Biraz aralıklı olsa da iki ev aşağımızda da Sıtkı’ların evi vardı. Kendimi bildim bileli ya ben Sıtkı’larda ya da o bizde olur, karnımızı doyurur doyurmaz fırlardık dışarı.
Okula beraber gittik, sıralarımız önce aynıydı. Öğretmen çok konuşuyoruz diye beni Ali’lerin sırasına oturttu ama her teneffüs yine kol kola , yan yana idik. Birimizin harçlığı varsa öbürümüzün de var demekti.
İlk okul bitti serpilmeye başladık benim arkası kuşlu aynamla onun babasından aşırdığı tarakla taranıyor ,kızlara hava atıyorduk.
Mümkün olsa geceleri de aynı yatakta yatar hayaller kurardık.
Biraz daha büyüyünce tabanca alacaktık, ama ayrı marka.
Büyük şehre kaçacak köydeki gibi fındığa tütüne mahkum olmadan büyük adam olacaktık. Ben belki gemilerde iş bulup yabancı memleketlere giderim diye hayal kurunca kızardı Sıtkı “gavur memleketinde ne yapacaksın diye”. İstanbul’a gidince oooo bize iş mi yok der , beni gerçeğe döndürürdü.
Karşılaştığımız zamanlar kızların yanaklarından çok bizimkiler kızarırdı .Bakmak yetiyordu bize , gözlerinden içimize bir şey akıyordu sanki.
Yaşımız onaltıya vardığında ateş gibi iki delikanlı olmuştuk. İçimiz içimize sığmıyordu. Konuşmalarımızın, yerini her fırsatta güreşe bırakmıştı. Ergen diyorlardı ya biz erkek olmak anlıyorduk. İlk rüyamda her görüşümde yüreğimi hoplatan Fadime’yle hemhal olmuştum. Sıtkı ben daha göremedim diye birkaç gün hayıflanmıştı Sonun da o da rüya görünce sevinmiş köy bakkalından Uludağ gazozu alıp kutlamıştık erkek oluşumuzu.
Bir gün köyden Recep yanaştı yanıma.Kahvede birkaç kişi vardı.Masama geldi. “Sana bir şey söyleyeceğim” deyince meraklandım. Epey geveledikten sonra “ kardeşini…“ dedi. Hangi?”dedim. “sizin Sıdıka”” ne olmuş Sıdıka’ya” “ şeyle gördüm fundalıkların orada “ “kimle deli etme adamı” “Sıtkı’yla” “kimleee!” “diye haykırırıken , o dedim işte,” arkadaşın Sıtkı ile”.dedi.
Dönen başımmıydı, dünya mıydı ? Bir an sendeledim.olduğum yerde kaldım, bir süre sonra deli gibi koşmaya başladım eve doğru. Ev mi uzaklaşıyordu, ben mi yavaştım. Bitmedi o yol.
Kapıdan girdiğimde anam karmakarışık, bembeyaz yüzümü görünce “ ne var Sami ?” dese de duymamış“ Sami!” “ Nereye ?” diye haykırsa da aldırmamıştım.
Bizim evden onların evine ne kadar zamanda gittim bilmiyorum.
Sıtkı avluda , ayak sesimi duymuş olmalı. Bana döndü. Sapladım göğsüne bıçağı“neden?” sorusunu tamamlayamadı. Sıtkı’nın bedeni yoktu da sadece gözleri vardı sanki . Bana bakan ve soran gözleri. Çekmedim bıçağı geri bıraktım olduğu yerde.””
Defter önünde şaşkın kalakalmıştı. Bu adam arkadaşını öldürmüştü.
İki gün sonra uğrayabildi Sami’ye. Dükkanda kimse kalmayınca başladılar konuşmaya.
16 yaşında biriniz Ceza evine diğeriniz mezara.” Olacak şey mi “ diye mırıldandı farkında olmadan.
Sözlerini duymuş gibi ;“Kader” ona on altı yıl ömür biçmiş,bana ise bir ömür azap “ dedi Sami. Derin bir iç çekti, sigarasından bir nefes aldı , ceza evinden çıktığımda taşıdığım bedenim, dışarıdaki çocuk bedenime dar geldi. Şişmanladığım ya da boyum uzadığından değil……
Anlayacağın bedensiz kaldım ben. Bir yanım 16 yaşım bir yanım sarı kara irinle , dayakla, korkuyla yoğrulmuş, çirkefe bulanmış 35 yaşım.İkisini bir bedende toplayamıyorum” dedi, uzaklara bakarak.Keçi sakalında yer yer beyaz teller vardı. Küçük bir çocuk gibi titriyordu zaman zaman .Gözlerinden bir yağmur bulutu geçiyor,” affedersiniz bir çay alıp geleyim size “diye tahta perdenin arkasında siliyordu gözpınarlarına biriken yaşları.
Elindeki çay bardağını sehpaya koyarken:
“Biz arkadaşımla hayallerimizi gerçekleştirecektik, felek oyun etti bize. Çocukluk arkadaşımın gözlerinde benim on altı yaşımı öldüren felek değil de nedir?”dedi.
Ne diyebilirim bu genç adama dedi.
Sustu. İçi daralmıştı. Çayından birkaç yudum aldı.
Sami “Yazdıklarımı beğendiniz mi?” diye sordu.
“Yazmalısın “dedi
Sami“Felekle hesaplaşmanın başka yolu yok yazmalıyım , ancak yol gösteren olsa .” Dedi.
Duraksadığını görünce çocuk gözleriyle baktı yüzüne, “bana yardım edecek misiniz? derken 16 yaşında bir çocuk gibiydi.