- 957 Okunma
- 5 Yorum
- 2 Beğeni
KARA TREN
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
KARA TREN
Yaz iyiden iyiye şehri terk etti. Güz ise yüzünü gösterdi. Ağaçların en güçsüz dalları kendini bıraktı. Yapraklar salına salına toprağa iniyor. Derin anlamda incelediğimde dalın yaprakla ilişkisi, insanla yaşam ilişkisiydi. Kopuş sonrası toprakla buluşmaları ayrı bir olaydı. Onların ölümü, toprakta yeni bir hayatın başlangıcı anlamına geliyordu. Babam her sabah süpürgeyle vals yapar gibi toprakla yaprağın buluşmasını engelliyordu. Sesli olarak “Artık ağaçların çilesi geldi.” diye mırıldandı. Her şeyin bir güzelliği olduğu gibi eziyeti de oluyor.
Kabanımı giydim, bedenimi sıktı. Sanırım biraz kilo aldım. Belki de ‘İş sıktı’ kabana buluyorum suçu. Ayağımı sokağa atmamla babamın “Şadi oğlum bi baksana” sözüyle irkildim.
Babamla tek ortak yaptığımız iş bayram namazı. Kuşak çatışmasının bir sonucu olarak yan yana gelmemiz çok ender. Olağanüstü durumlar yaşanmadıkça serüvenler tek düze devam ediyor.
“Hayırdır baba sorun nedir?”
“He he…”
“Acelesi yoksa baba akşam konuşsak olur mu?”
“Olur, oğlum aklım çok karışık akşam da erken gelmiyorsun. Fırsat bu fırsat anlatayım istedim.”
Babamın sabahın köründe benimle konuşma isteği pek hayra alamet değildi. Ne diyeceğimi bilemedim. Sanki saatler çuvala girdi. Acep dün eve erken gelmem midir? Geç geleceğimi düşünerek konuyu açmaya karar verdim.
“Baba acelesi olan şey ne?”
“Şadi oğlum, bak ayaküstü konuşulacak bir konu değil ama senin geliş gidiş saatin belli olmuyor. Aslında bundan da rahatsızız. Düzenli bir yaşam kurmalısın. Öncelikle de evlenmelisin.”
“İyi de baba evlenmek için kız lazım” diyerek savsaklamaya çalıştım. Bu evlilik nereden çıktı?
Babam evin önünü temizlemek için eline aldığı ağaç dallarından yapılma süpürgeyi kendine dayanak yaparak kırgın ve kızgın bir şekilde;
“Sanki sübyansın. Artık yetişkinsin. Amcan köyde bir kızı senin adına beğenmiş, bilmeni istedim.”
İçimden “Sabah sabah rüyasında mı gördü? “Çeyiz olarak yere serilecek ne bir çulum var ne bir hâlım.” Birisi kulağına kar suyu kaçırmış. Akıl, kafamdan bir karış yukarıda. Tehlikesi ve aksiyonu bol olan işten evliliği hiç mi hiç düşünmedim. Hâlen evlilik fikrinin kafamda gereksiz olduğu düşüncesini atmış değilim.
Dalgın ve bir o kadar ne yaptığını bilemeyecek hâlde sokağa daldım. Arabam ise oturduğum mekâna ve sokağa göre değil. Sıradan bir insanın sıra dışı arabasının olması beklenmezdi. Otomobilimi yapraklar, görünmez yapmıştı, camın üzerindekileri attım. Kapısını açtım bir gıcırtı sesi. Anladım ki araba yerinden kalkmak istemiyor zamanı geldi. Her şeyin bir zamanı olduğu gibi değişimin ve değiştirmenin de. Koltuktan basbayağı aşağıya kaydım. Birkaç anahtar hareketinden sonra arabayı çalıştırarak bastım gaza düştüm yola. Bir tarafım babamın evlilik fikrinin kenarında. Bu adam kafayı yedi. Kelle koltukta olan birisinin evlilikle ne işi olabilir ki. Bu işleri yapan insanın sadece evlilik ‘hayali’ olur.
Tabii ki evleneceği insanı düşünmek gerekmektedir. Bu gelgitlerle işyerine zor da olsa vardım. Arabadan iner inmez malbora sigaramı muhtar çakmağıyla yaktım. Derince çektim. Başımı kaldırdım, kocaman bir halka yapıp gökyüzüne bıraktım. Dumanın, maviliklere yol alışını izledim. Dumanın rotasını izlerken birdenbire işyerinden Laz İdris;
“Günaydın. Hayırdır Şado! Dumanla gökyüzüne yolculuğa mı çıkıyorsun?” dedi.
“He Lazo… Eski ama benim için yeni bir haberleşme yöntemi olarak kullanacağım böylesi daha sağlıklı ve güvenlikli de.”
“Ya oğlum! Buna şaşmam senden korkulur ve beklenir.”
Oysa başımda dolanan dumanlar nasıl bir iş açacak onu düşünmekten etrafıma yoğunlaşamıyorum. Dünya çok garip, insanlar birbirlerinin kişisel sorunlarını ne sorarlar ne de çözmek için çaba gösterirler. Babamın önerisi kafamı iyice karıştırdı. Akşam erken gidip işin aslını astarını öğrenmek istedim.
Çok dalgınım. İşe bir türlü adapte olamadım. Sık sık sigara, çay içerek stres atmaya çalıştım. Yaşadığım bu durum işlemi ilgili yoksa babamın önerisiyle mi ilgiliydi bilemedim. Bu düşüncelerle akşamı zor ettim.
Babamın çalıştığı benim için bir otel olan kapıcı dairesine her zamankinden erken geldim. Annem ve babam çok şaşırdı. En son lisedeyken erken gelmiştim. Annem güzel bir tarhana çorbası yapmış mis gibi kokuyordu. Yemek hazırlıkları devam ederken boyumdan biraz yüksek olan banyoya girdim. Su saçlarımdan aşağıya dökülürken düşüncelerim de gözlerimin önünden akıyordu. Duşumu aldım ve çıktım.
Annem, “Oğlum hayırdır hangi dağda kurt öldü?” dedi.
“Bugün çok yoruldum. Sağa sola uğramadan eve geldim. Bir de anamın sıcak yemeğini yiyeyim istedim. Az kalsın yemeğinin kokusunu ve tadını unutacağım.” Yanağına kaçak bir öpücük kondurdum.
“Get hele deli çocuk. Bak baban kızar ha… Şımarma. Hadi otur da yemeğimizi yiyelim.” dedi.
Annem ve babamla ilişkimiz çok resmidir. Onlar da anne ve babalarından öyle görmüşler. Çocukları şımartmayı ve sevmeyi değil de hep aralarında bir mesafe koymayı yeğ tutmuşlar.
Uzun bir aradan sonra birlikte akşam yemeği yiyoruz. Çorba harikaydı. Tadı damağımda kaldı. Bir tas çorba yine bir tas çorba daha. Annemin yüzündeki çiziklerin biraz daha arttığını fark ettim. Ve bu esnada göz göze geldik. Tebessüm ettim. O da aynı şekilde karşılık verdi. Babam aramızdaki iletişimi yakaladı.
“Hayırdır yüzünüzdeki hınzır gülümsemeler de neci ki?”
Annem babama döndü. “Gülümsemelerimiz hınzırca değil hızırcadır. O, evimizin hızırı ve hazırı. Kaç zamandır deli oğlanla ilk defa birlikte yemek yiyoruz. Bırak şuracıkta biraz daha gülelim.” dedi.
Konuyu açmasını istiyorum; kız kimdir, nedir? Merakım her saat biraz daha artmakta. Konuşalım diye babama bir laf attım.
“Köyde amcamgillerden haber alıyor musun?”
“Tabii arada bir arıyorum. İyiler geçen hafta dayıngillerin Yusuf askere gitmişti. Kısa bir süre sonra çürük raporu alarak terhis oldu.”
“Nasıl yani? İşyerimden askere gidenler parayla çürük raporu alamıyorlar o nasıl almış sorabildin mi?”
“Oğlum fazla bir şey anlatmadılar sadece o kadarını söylediler. Haa! Unutuyordum daha önce dedim. Komşumuzun çilli kızı serpilmiş güzelleşmiş evlenme çağı gelmiş. Amcan, Şado’ya şu kızı alalım der. Sabah konuşmak istediğim konunun özeti buydu.” dedi.
Annem ise babamın söylediklerini başıyla onayladı.
“Baban doğru söylüyor. Oğlum bak evlilik çağı geldi de geçti. Köyde yaşında genç kalmadı. Artık torun tosun sahibi olmak istiyorum bir ayağımız çukurda.” dedi.
Gözüm çamdudaki siyah beyaz bir fotoğrafa takıldı. Annemin son söylediği sözcük asılı kaldı kulağımda. “Çukurda” bu hangi sözcük dizininin son kelimesi olabilir ki. Yeniden başımı gövdemin üzerinden bir mitralyözün dönüşü hızında çevirdim.
“Yahu baba! Bu işler hop demekle olmuyor ki. Köyde bıraktığımız sümüklü kızı diyorsun. Buraya geldiğimizde ben de donu düşük çocuktum. Hayat kimi bıraktığı yerde koyuyor ki.”
Evlilik düşüncesiyle böyle tanışmak ilginçti. Aklımın ucundan geçmeyen bu fikir sabahın köründe anlatılınca iyice şaşmıştım.
Diğer taraftan kızla ilgili bilgi sahibi de olmak istiyorum ama bir türlü ana gündemimize gelemedim ya da getirmeyi beceremedim.
Anam olaya müdahil olmak istiyor ama geleneksel aile yapımızdan dolayı çok fazla da etkin olamıyordu. Her yerde konuşması hoş karşılanmazdı. Şimdi ise doğunun en geri bölgesinden gelip batının en zengin muhitinde oturuyorduk, yaşayamasak da.
Anam bu etkileşimden olmalı ki “Oğlum baban haklı seni bir kazığa bağlamalıyız. Hâlin hiç iyi değil. Bizim kadar bile yaşayıp yaşayamayacağını bilmiyoruz. Her gün diken üstündeyiz başına bir hâl gelecek diye korkuyoruz. Evlenirsen bizi değil ama karını, çoluk çocuğunu düşünürsün.” dedi.
Daldım gittim. Anam ve babam konuşuyorlar. Bedenen orada ama ruhen yokum. Sandalyede oturan birisi var ama o kim? Onlar hararetli bir şekilde anlatıyorlar. Onları dinlediğimi düşünüyorlar. Arada bir evet diyorum. Doğru ya da öyle mi diyerek cümlelerinin sonlarına noktalama işareti koyar gibi sözcükler ekledim.
Bir ara, “Bu işe ne diyorsun?” demişler. Bende evet demişim. Olayı böylelikle onaylamış oldum. Birden bir sessizlik çöktü. Olan bitene öylece baktım.
“Ne zaman istemeye gidelim.” dediler. İrkildim ne istemesi yahu kızı tanımıyorum diyebildim.
Babam, “Lan eşek sıpası biraz önce evet dedin ya!”
Anladım ki bedenen orada ruhen olmadığım bir anda noktalama işareti koyduğum sözcüklerin birinin sonunda “Bu kızı isteyelim mi?” soru cümlesinin cevabına “evet” deyince bizimkiler için olay bitmiş.
Durumu düzeltmek için kıvranıyor ve kıvırıyorum “Bir de kızı görsek daha iyi olmaz mı?”
…
Çok zaman geçmeden Sümüklü Leyla’yı istediler. Bu gelişmelerden haberdar bile değilim. Babamlar eğilimli olduğumu farz ederek beni bir kesere sap etmeye karar vermişler. Memlekete gitmeyip bu işi yokuşa süreceğimi düşündüklerinden de dayımların çürüğe ayrılan oğlunu “Şadi” diye evlendirme idaresine yutturmuşlar. Ve ben bihaberiz nikâhı kıyarak evliliğe adım attım.
Çok geçmeden babam işyerini aradı.
“Oğlum bak kızı kara trenle gönderdiler. Akşam saat yedide Haydarpaşa Garı’ndan al.”
“Nasıl yani. Ne kızı! Ne Haydarpaşa’sı? Nereden çıktı? Niye geliyormuş?” dedim.
“Oğlum, hani geçenlerde konuştuğumuz komşunun kızı,”
“İyi de niye geliyor ki daha görmedim etmedim. İn midir cin midir? Böyle olmaz ki elin kızının bizim evde ne işi olur?”
“Lan oğlum ne elin kızı o artık senin karın.”
“Baba senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Görmedim etmedim. Ne imam nikâhı ne devlet nikâhı hiçbir şey yok. Nasıl karım oluyor.”
“Oğlum sen üzümünü ye bağını sorma.”
“Baba, ne üzümü ne bağıdır. Bu canlı kanlı bir kız. Nasıl olur bu dediklerin Afrika ülkelerinde bile olmaz. Bu nasıl bir evliliktir?”
“Şimdi bunu konuşmayalım akşam ayrıntılarını konuşuruz. Sen akşam yedi de kızı almayı unutma.” dedi ve telefonu kapattı.
Böyle bir şey olabilir mi ya da kimin başına böyle bir şey gelir. Şaştım kaldım. Zaten olay baştan sona karmaşık ve her anı şaşkınlık içeriyor.
Kara kara düşünmeye başladım. Erzurum’dan bir kız geliyor. Aklımdan;
“Adalardan bir yar gelir bizlere,
Aman Allah gözlere bak gözlere,
İpek şalvar pek yakışır dizlere
Aman Allah dizlere.” sözleri sıralandı dudaklarımdan.
Tarifsiz bir düşüncenin içindeyim. Akşam trenin önüne gitmeli miyim gitmemeli miyim? Karar veremedim. Gitmesem elin sabusu yol bilmez iz bilmez. Garda bir karı. Kafayı yemek üzereyim. İşyerinden erken çıktım. Sağa sola bakıyorum.
İçimden “bu bir rüya olmalıyı” geçiriyorum. Birkaç dakika sonra babamın kulağımda asılı kalan sesi: “Git akşam yedi de sabuyu al!”
Bu gel-gitlerle Haydarpaşa’ya geçmeden Galata Köprüsü altına arada bir uğradığım mekâna gittim. Gara bakan bir köşeye oturdum. Bu saatte hiç uğramazdım. Hele böyle tek başına ise hiç. Garsonda benim kadar şaşkın.
“Abi affına sığınarak hayırdır bir sorun yok değil mi?”
Garsona öyle anlamsız bir bakışım olmuş ki. Garson; “Şadi Abi buradasın değil mi?”
Hoyrat sesle irkildim. “Büyük bir bira ve çerez merez getir.” dedim.
Aklım benimle oynuyor. Bir gideyim diyorum bir gitmeyeyim. Gelgitler içindeyim. Neredeyse bu gelgitlerden köprü bir aşağı bir yukarı çıkıyor.
Saat beklenen ana daha yakınlaştı. Birkaç bira içtikten sonra hafif çakır keyif hâldeyim. Yüzümde gülümsemelerin kelebek saçtığını fark ettim. Belki tren erken gelir diye kalktım. Hemen 16.45 vapuruna bindim. Vapur, Haydarpaşa garına yaklaşınca inmek isteyen insanlar hemen ayaklandı. Gençler halatın baba direğine bağlanmasına bile gerek duymadan birer ikişer atladılar. Ayaklarım geri geri gidiyor. Hadi Şadi bir hamle dedim. En son sürülen sürgülerin üzerinden atladım. Bir kaplumbağa hızında ilerledim. Garın merdivenlerine doğru çıktım. Hemen oracıkta oturdum. Akşam güneşi denizi iyice kararttı. Martılar son lokmaları için çığlık çığlığa dalıyorlar. Karşı kıyıda şehir ışıkları iyice belirginleşti. Benim ise gözümün feri iyice kaçtı.
Yeniden ayağa kalktım. Doğu ekspresi yoluna girdim. Sonra birdenbire kararımı değiştirdim. Döndüm. Kadıköy istikametine doğru tavşan hızında ilerledim. Tam köşeyi dönecektim ki bir kadına çarptım. Kadın; “Önüne baksana kardeşim koskoca yolu görmüyor musun?” dedi.
Özür bile dilememe fırsatı bırakmadan hızla uzaklaştı.
YORUMLAR
gurelsurucu
Güzel şeyleri güzel insanlarla paylaşmak insana başka bir güzellik katıyor onun bilincinde hareket ediyorum.
Valla içimden bir ses,
çok güzel bir kız gelecek Erzurum'dan,
ve de harika bir birlikteliğin temeli atılacak diyor.
(Yazarın kulağına kar suyu kaçırayım.)
gurelsurucu
Mutlak bir sonla bitirmemeye çalışıyorum.
Bu öykü gerçek hayattan alınmıştır.
Belki inanmayacaksınız ama gerçekten Erzurum'dan gönderilmiş bir kız ve onunla evlenen bir erkek.
gurelsurucu
Beğenmenize sevindim.
Şunu diyebilirim gerçek hayattan aldığım bir öyküydü.
Meraklandıran bir hikaye olduğu kesin.
Devamı olacağı da belli oldu. Kendi kafamdan bir sürü senaryo bile geçti
ama takip edip. sizin kaleminizden çıkacak sahneleri görmeyi hevesle bekliyorum.
Kolay gelsin...
gurelsurucu
öykülerde mutlak son yazmıyorum.
Kara Tren öyküsü gerçek hayattan alınmıştır.
Billur T. Phelps
İnanasım gelmedi bir genç kıza bunu yapabileceklerine doğrusu.
Sonrasını hayal gücümüze bıraktınız demek ki! Dilerim mutlu son
olsun bari...