EMRİVAKİ… (Çapkınlık hikayeleri)
KURGU: Mustafa Ok, bir akademisyendir. Hale Türksoy da onun, bir öğrencisi. Gizlice yaşadıkları aşklarını evliliğe dönüştürmek isteyen Hale Türksoy, hamile kalarak emrivakiyle amacına ulaşır…
ÖYKÜ:
Prof. Dr. Mustafa Ok, Hukuk Fakültesindeki derslerinde sürekliliği olan öğrencileriyle her zaman birebir iletişim kurardı. Hoca öğrenci ilişkisi dışına çıktığı hiç görülmemişti. Hale Türksoy’u tanıyıncaya kadar. Kız onun en başarılı öğrencisiydi ve ‘çok çok çok’ güzeldi…
Aşk şeytan icadıdır. İmalatı yürektedir, ele gelmez, imha edilemez. Varlığını hissettirmek için bulaşıcı bir virüs gibi hayatın tüm dinamiklerini etkileyen aşk, masum görünüşlü bir kızdır.
Ben bu aşkı yaşamak istiyorum.”
Mustafa Ok da…
“Kaç yaşındasın?”
“Yirmi iki…”
“Ben otuz dokuzumdayım.”
“Aramızda on yedi yıl var diye size aşık olamayacağımı düşünecek kadar katı mı yüreğiniz? Ben sizin yaşınıza değil, size aşık oldum. Görmemezlikten gelemezsiniz beni. ”
Abandone olmuş boksör gibi sersemletmişti yediği ilk yumruk ve ringe ilk havlusunu o yüzden atmıştı.
Hale Türksoy’un ısrarlarına “hayır” diyemeyerek birkaç kere buluşmuştular. Önceleri bir çocukla buluşuyor, hoşbeş vakit geçiriyor gibi gitmişti. Sonra… Sonra, orta yaşlı akademisyen cübbesini gardırobuna asılı bırakarak kendi çocuk kimliğini buluşturmaya başladı onunla. İnandığında yitik yıllarının bîgünah saflığına, aşkın rengine boyandı ruhunun aklığı. Aşkını kanatlandırmış uçuyordu Hazarfen Ahmet Çelebi ruhuyla. Ellerinde küçük ampulleriyle oynadığı yıllardan beri bu beklentiyle yaşamıştı çelebiliği.
Hale Türksoy’un yirmi üçüncü doğum yıl dönümünde tanışmalarının birinci yıl dönümünü de kutladılar.
“Ne güzel, bir yıl daha yaklaştım senin yaşına; aramızda kaldı on altı yıl…”
“Sen büyürken ben de yaşlanıyorum.”
“Hayır! Sen, ben senin yanına gelinceye kadar hiç yaşlanmayacaksın. Sonra birlikte yaşlanacağız…”
“Ne yazık ki, gerçek o değil çocuk!”
“Görürsün bak…”
“Yaz tatilinde ailenin yanına dönünce ilişkimizi iyice gözden geçirmeni ve önümüzdeki yıl için, kendine bensiz bir yaşam planlamanı istiyorum senden.”
“Bizimkilere bu yaz İstanbul’da kalacağımı söyledim.”
“Neden?”
“Anayasa Hukuku Hocam Profesör Dr. Mustafa Ok’un yaz okulu derslerine devam edeceğim…”
“İyi ama, ben yaz okulunda ders almıyorum ki!”
“Biliyorum. Ben de zaten yaz okuluna kalmadım ki!”
Tüm kuyruklu yalanlarla beraber aşk oyunları başlayalı, uzamıştı burunları aşıkların da… Ne kadar zor şeydi aşık olmak. Belki de en iyi şey hiç aşık olmamaktı, çünkü değişik bir boyuttu Hale ile aşkı yaşamak. Öyle yalanla, dolanla, vur patlasın, çel oynasın yaşanacak, mutlu olunacak bir eylem değildi. Kıza ayak uydurmak, uydurabilmek Mustafa Ok’un boyunu hayli aşıyordu.
“Fuzulî, Mende Mecnundan füzûn aşıklık istidadı var / Aşık-ı sadık menem Mecnun’un ancak adı var, (Ben aşka mecnundan daha fazla meyilliyim / Sadece adı olan Mecnun’un yanında sadık aşık benim,) demiş. Yani, kendi aşkının Mecnun’dan öte olduğunu, belirtmiş…Sanırım ben de bir Fuzuli’yim, senin karşında; oysa sen benim Mecnun olduğumu sanmaktasın. Oysa ki o, bir hikayenin kahramanı. Gerçek yaşamdaki hikayeler ise senin dediğin gibi yaşanmıyor çocuk…”
“Bana çocuk deyip durma!”
“Çocuksun!”
“Sevgilinim…”
Aynı aşkın iki insanı farklıyken, aynı aşkı farklı hikayeler olarak yaşıyordu.
“Aşk gönüller yakar, ama her gönlü farklı yakar. Nasıl ki, her insanın duyguları birbirinin aynı değilse, aşkı da birbirinin aynısı değildir. Senin aşkın senin gibi, benimki de benim gibi.”
“Sen ve ben aynı aşkın kahramanlarıyız. Sen ne kadar farklı olduğumuzu sansan da buluştuğumuz bir ortak aşkmız var, değil mi? Bu yaz misafirinim. Kurtuluşun yok…”
Tüm şiirleri dilsizdi, konuşamıyordu Mustafa Ok, gerçekten de kurtuluşu olmadı, o yazı birlikte geçirdiler. Birlikte oldular… Gelişmişti sindirim sistemi, kolayca hazmedebilmişti yutkunabildiklerini. Aşk muzırdır. Ayıltılamaz sarhoşlukları vardır. Savurur atar her güzelliği oradan oraya.
Yaz sonunda Hale Türksoy, Mustafa Ok’un evinden ayrılıp öğrenci yurduna döndü. Okuluna devam edip Anayasa Hukuku hocası Prof. Dr. Mustafa Ok’un derslerine girmeyi sürdürdü, onunla göz göze gelmemeye özen göstererek. Hayatlarındaki yeni süreç olağanüstülüklere gebeydi.
Hale Türksoy’un gebe olduğunu yurttaki oda arkadaşı anladı ilk kez. O ay adet görmemişti ve olur olmaz şeylerden midesi bulanır olmuştu: Eczaneden alınan idrar testi pozitif çıkınca gittikleri kadın doğum uzmanı ultrasonografi muayenesiyle teşhisi koymuştu.
“Sekiz haftalık hamilesiniz.”
Hale Türksoy, oda arkadaşı kadar kaygılanmamıştı.
Ya, kızım, korunaydın ya…”
“Korunmadım. Onun çocuğuna hamile kalabilmek en büyük arzumdu.”
Bu başlığını unuttuğu ihanet öykülerinden ilkiydi. Mustafa Ok’u çocuktan haberdar ettiğinde beş ay geçti.
“Yirmi haftalık hamileyim!”
“Dinlediğim şarkıyı sen mi söylüyorsun? Maziye ait hüzünlerimi, bir yelpaza serinliğinde uyutup turnageçidi girdabında kahırlar gizliyorsun, biliyorum! Bütün şarkılar arabesk...Yaşadığım kentin varoşlarından doluyor kulaklarıma. Ruhumun istediği armoni bu değil! Olamaz… Korunuyorduk ya!”
“Yeterince korunamamışız demek ki…”
“Keşke daha önce haber verseydin. Kürtaj yaptırır, kurtulurdun.”
“Kurtulmak istemedim.”
Aşk acımasızdır. Büründüğü kalın zırhın içinde kokuşur eti, dışarıdan bıçaklanmaz. İnce damarlarında dolaştırdığı zehiri bağışlar kanamalı hastalıklara. Her kanamalı hastalıkta, “bu işte bir yalnışlık var,” diyen iniltiler. Kulakları delecektir bir daha asla tamiri ollmayacak fısıltılar. Tartışacak bir şey kalmamıştı. Artık susmalılar. Aşkın konuşulmadığı bir ıssızlığa… Issızlık aşkın evidir oysa, mayhoş eder adamı, duygulandırır; sonra da sadık bir ite çevirir kapısında. Mustafa Ok, o an yaşadığı acıyı henüz yaşayan aşkının gücüyle içinde tutmayı başardı.Türk filmi gözleriyle geceyi alkole boğmuştu, suskunluğuna akıttığı göz yaşlarında... Üzerine bulaşmış bu kiri paklayacaktı.
“Okulun?”
“Bir yıl donduracağım.”
“Keşke beni de düşünseydin. Mustafa hoca öğrencisini hamile bırakmış diyecekler.”
“Bilmezlerse bir şey de demezler. Gizlice doğururum.”
Olmaz! Razı olamam öyle bir şeye… Uyumak için uzanışlarımda kulağıma fısıldayacağın ninniler istedim senden. Çözemedin ruhumu... Ne kadar kıymet biçtiysem sana, asla dinmedi sımarıklığın... Bahçemi saran yaban otları gibi sömürdün toprağımı! Anlayamadın samimî kaygılarımı, beceremedin sıcaklığını getirip ıssızlığıma sarılmayı; kendi kendini heba ettin, gönlümde... Şımarıklıklarından kurtuluyorum işte! Sadist oyunlarına bir ukde koyma zamanı geldi... Doğur çocuğumu! Benim soyismimle! Gizlice nikahlanırız olmazsa…”
“Olur…”
YORUMLAR
Aşkı asıyoruz önce kalbe sonra duvara dokunan bir el misali kucaklıyoruz yarımlıkları.
Hüzne bulaşırken hikayeniz ile azıcık da olsa mola verdik için düştüğümüz boşlukta temizlerken yaralarımızı.
Anlamsız çoğu şey ve aralıksız.
Değerli hocamı saygıyla selamlıyorum.
Saygılar, selamlar...
Öykünün içine serpiştirilmiş, hiç duyulmayan bilinmeyen çok anlamlı aşk tarifleri.
İçeriği: Yaşanmış, yaşanıyor ve de yaşanacak olanlar...
Peki şahit olsak duysak vereceğimiz ilk tepki: Ayıplamak.
Ama bizim başımıza gelse;
"Tadıdan da yenmez hani"
İnsanoğlu böyledir işte...
Bu sabah kahvaltı yapmasam da olur.
Gıdamı aldım.
Selamlarımla Can Dost.
''Aşk bazen sözlerini anlamadığınız bir şarkıdır''
Siz anlattıkça şiirler şarkılara dönüyor ,satırlarına aşk esir oluyor ..Ve yine sizi okudukça, üşüyor masallarım, gözlerim yorulurken, yüreğim yazılarınızda ısınıyor.
Bugün yorumlarım küskün, belki de renklerle ellerim günah bulaşmış gibi, ama okuduklarım beni sensiz sessiz yolcularken, aklım soluyor ve hayallerimde hikayeleriniz ışık oluyor…
Tebrikler Usta
'' Beğendimizi bedenlere, hayalimizdeki ruhları koyup... Bunu aşk sanıyoruz..''
Bunun adına söylediğimiz her şey yalan kabul edilebilir oluyor... Seni sevdiğim için, kırmak istemediğim için, diyoruz oysa tek düşündüğümüz kendimiziz...Shakespeare' nin de dediği gibi...
Sevmek kadar sevilmekte isteriz belki bencilliktir ama; aşkın gözü kördür derler, çok güzeldi Kemal hocam saygılarımla..