- 1131 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
MEVLANA'DA AŞK YUNUS'DA SEVGİ-2
BÜYÜK YÜRÜYÜŞ
Asya bozkırları toz-duman! Cengiz atlılarının ilk hedefi Horasandır. Ülkeler huzursuz, şehirler çalkantılı, Kabileler telaşta...Akıl-izan sahipleri ağır düşüncelerle yasta. Müslüman Asyanın çocuğu Belh; her dinden, her mezhepten ve meşrepten insanıyla sancılı. Bir kulağı dedikodularla uğuldarken, bir kulağı nal seslerinde...
Belh’in nabzını tutan adam, huzursuz, ama ürkek değil. Halk bir kuşak gibi onu sarıp-sarmalamış. Rivayettir o ki, O’nu da çekemeyenler çoktur. Kaynaklar, Büyük Kelam alimi Fahrettin Raziyi işaret etmektedir. Fahrettin Razi; Varlıklı, devlete yakın, oldukça zeki, belâgati müthiş ve saygın. Bu Fahrettin Razi olmasa da nedenler içinde bir neden olarak, bir atışma ve sataşma kültürünün bu coğrafyanın inkara gelmez ve günümüze kadar süren acı gerçeği. Ben de çocukluğumda bunların şahidiyim. Öz itibariyle; Kelam-Selef-Tasavvuf üçleminde, şeriat-tarikat ikileminde dozu değişse de süre gelen bir tartışma. Ancak Bahattin Veledi büyük göçe zorlayan tek neden olamaz.
Esasta Orta Asya ve Horasan coğrafyasından Anadoluya bir sel halinde akış çoktan başlamıştır. Öyle ki, Bahattin Veled Anadoluya ayak bastığında ciddi bir medeniyetle yüzleşecektir.
Göçe neden olan kıtlık, istila, tartışmalar, hac yapma arzusu gösterilse de asıl neden, çoktan başlamış olan büyük göçe katılma arzusu ve yaklaşan Moğol İstilasıdır. Bu ayrılış Mevlâna’nın zihin ve duygu dünyasında kopuş-koparılma olarak yansıyacaktır.
Bütün nedenler huzurun bozulduğuna işaret etmektedir. Göç, tarih içinde görülür ki, huzuru bozulan bir kabile, ailenin bir noktaya çekilmesi veya itilmesi şeklinde gerçekleşir. İklim merkezleri karışık, çekim merkezleri mümbit ve verimlidir. İslam dünyasında zaman içinde; Buhara, Semerkant, Bağdat, Şam, Mekke, Kudüs, İstanbul, Bursa, Konya çekim merkezleri olabilmiştir. Zaman Anadolu’da Selçuklu devridir. Anadolu Alaattin Keykubat idaresinde müreffeh ve mutludur. Başkenti Konya’dır.
Yurdunu terk etmek her insana acı verir. Ancak Hicrette Müslümanlarca sünnet bilinir. Yeni yurt edinmekse çetin! Moğol istilasının ise nerede duracağı meçhul. Aile bu koşullar altında yola koyulur. Kafile üç yüz kişiden oluşur. Ancak Karaman’a gelindiğinde yalnızca aileyi ve yakın bir baba müridini görmekteyiz. Üç yüz kişi ne olmuştur, belli değildir kaynaklarda.
İlk durak Nişaburdur. Büyük sufiler; Necmettin Kübra, Necdettin Bağdadi ve onların meyvesi Feridettini Attar buralıdır. Baba Veled ve Attar arasında geçen sohbette Mevlâna on dört yaşlarındadır. Feridettin Attar, bu genç, yaşına bakılırsa çok olgun Celaleddini takdir etmiş, o günlerde yazdığı "Esrarname" adlı eserinin bir nüshasını da armağan etmiştir. Mesneviden anlaşılır ki Mevlâna, Attar’dan oldukça yararlanmıştır. Attar’ın şöyle dediği rivayet edilir; Umulur ki senin bu oğlun, Alemde yanacak gönülleri, yakın zamanda ateşleyecektir...
Babasının ardından yürüyen Mevlânayı kastederek: "Hayret; Bir ırmak, koca bir ummanı peşine takmış, sürükleyip, gidiyor..." Bütün bunlar rivayetten ibaret olsa da Mevlâna’nın sıradan bir çocuk olmadığı açıktır.
Mevlâna ailesi, Bağdat, Kufe yolundan; Mekke’ye ulaşır. Hacı olurlar. Medine, Kudüs, Şam, Halep, Malatya, Erzincan, Sivas’ın Su şehri, gibi mekanları durak yaparak, üç yıl Erzincan, bir yıl Su şehrinde kaldıktan sonra Karaman’a (Larende’ye) ulaşır. Baba Veled, hayatının son iki yılını davet üzerine Alaattin Keykubat’ın Konyasın’da geçirecektir.
Özellikle Bahattin Velet’in, gerek Belhte’ki ağırlığı, gösterdiği ulvi çaba, edindiği ünvan, yurt tuttuğu şehirler, ortaya koyduğu üç ciltlik Maarif adlı eseri, binlerce müridi, talebeleri, tanışıp-biliştiği dostlarına bakıldığında; Mevlâna Celaleddin Rumî gibi bir ilim ve mana devinin ortaya çıkması ve çağlarla söyleşmesi kadar doğal bir sonuç olamaz.
Bahattin Veled, bütün bu göç macerasını yaşarken Mevlâna daima yanında-yakınındadır. Bu yolculuğun ilk durağında "Esrarname" ile muhatap olması, O’nun bir eserin kıymetini takdir edecek olgunlukta bulunduğunu işaret eder. Bu duruma göre Mevlâna çocukluk ve ilk gençlik çağını değişik şehirlerde ve yollarda geçirmiştir. Babasının bütün dostlarıyla dost olduğu gibi, gençlik hazinesini ve ileri ki uygulamalarına nüve teşkil edeceği doneleri bu yolculuk serüveninde kazanmıştır. Yol güzergahı oldukça zengin bir İslâm coğrafyasıdır. Nice kutlu ellerle okşanan başı, anlaşılan o ki, bu yıllarda dönmeye başlamıştır. Bir gerçekte şu ki, Mevlâna Konya’ya gelinceye kadar babasının gölgesinde kalmaktadır ki, bu da çok olağandır. Bahattin Velet’in sıradan bir baba olmadığı da ortadadır.
Görülür ki, göç bu coğrafya insanının bu dönemde kaderi gibidir. Biz Türkler içinse başka bir anlam taşır. Göç, esasta emniyetli bir yurt edinme telaşıdır. Dününde, bugününde göç gerçeği budur. Doğduğu yerde ölmek çoğu insana nasip olmamıştır. Çoğu büyüklerin isim sonuna; Türki, Hindi, Bağdadi, Rumî gibi eklemeler bu gerçeğin ifadesidir. Çok renkli baskı ve çekim sonucu Asya’da ki Türk İmparatorluk ve Devletleri nedeniyle insan halitası (demografik yapı) oldukça değişime uğrar. Milletler, boylar, kabileler, aileler, sürekli yurtlarını değiştirmek zorunda kalmışlardır. Bu durum bir çok medeniyetin çökmesi anlamına gelirken, yeni medeniyet merkezlerinin de oluşmasına işarettir. Bu oluşumun yapıcı unsurları kadar, yıkıcı tesirleri de günümüze dek sürmektedir. Göç veren yurtlar çoğu zaman kayıplarına üzülürken, göç alan yurtlar sevinebilmişlerdir, her dönem geçerli olmasa da. Mevlâna ailesinin göçü sevindirici, kutlu bir göç olmuştur.
Göç üzerinde bu denli durmamızın bir nedeni de, Mevlâna ailesinin üzerindeki; Turanlı-İranlı, Türktü-Farstı, Sizindi-Bizimdi gibi Mevlâna ve varlığı bakımından çoktan anlam aşınmasına uğramış nitelendirmelerin uzağında olmasındandır. Bu değerler ve nitelendirmeler bizim için elbette önemli ve değerlidir. Bunların ötesine ve üzerine çıkmak Mevlâna olmayı gerektirir ki bunun nece hayal olduğu da ortadadır.
Coğrafyalar, millet, din, mezhep, meşrep dalgalanmalarına uğramıştır. Önemsiz kişilerle ilgilenen olmamış, ancak toplumlara mal olmuş kişi ve kişilikler söz konusu olunca tartışmaya değer görülmüştür. Böyle olunca da kişilik ve kimlik tespitlerinde gerçeklerin yerini spekülasyon ve iddialar almıştır. Bu kişiliklerden biri de Mevlâna olmuştur.
Sonuçta, hakim kültürlerle, hakim unsurlar, sürekli değişime uğramış, Belh’de; Ateşgedeler, Zerdüştler, Hıristiyanlar, Müslümanlar buluşabilmiş. Türk, Arap, Fas kavimleri içerisinde değişik soy ve kavimlere sürekli rastlanmıştır.
Harzemşahlar, Doğu Türk Hakanlığını oluşturmuşlar, ancak hakim kültür, Fars kültürüdür. Bu nedenledir ki; Büyük Mevlâna’nın asgari anne tarafı Türk olmakla birlik, eserlerini Farsça yazmıştır. Farsça hakimiyeti Türkçeden fazladır. Unutulmamalı ki Selçuklu Sarayı da aynı etki altındadır. O devir iyi incelendiğinde bu yüksünülecek bir durum değildir. Ancak Mevlâna Türkleri sevmezdi gibi hezeyanda bulunma hakkını da bu durum kimseye tanımaz. O zaman sormazlar mı? Sevmediğin insanların içinde işin ne? Zira Mevlâna bu toprakları yurt tutmuş, bu toprakların insanıyla yücelmiş, bu toprakların insanını ve insanlığı yüceltmiş, halen de bu toprakların ebenced bekçisidir. Hele Moğol Ajanı gibi bilimsel bilgi, ahlaki değerden yoksun ve nakıs bir bakışa kurban etmek, densizlik, iftira ve art niyettir. Bu toplumun yüce kalelerini sapan taşıyla yaralamaya çalışmanın iyi niyetten uzak, biraz da haince çabalar görülmesi gerektiği kanaatimdir. Eserler yüzümüze yansıyan aynalardır. Aynalara şaşı bakmamak gerekir.
İnsan oğlunun sosyal bir varlık olduğunu, olayların zaman ve zemin gözetilerek tarihi teste tabi tutulduğunda, haysiyet sahibi hiçbir ilim erbabı bu hatalara düşmeyecektir.
Göçün, Mevlâna’nın şahsında bıraktığı etkiye gelince; Mevlâna değişik devletler, düzenler, oluşumlar görmüştür. Ayrıca üç büyük dini ve temsilcilerini, değişik mezhep ve meşrepleri yakından tanımıştır. İnsanlığı, toplumları, fertleri, mutlu-mutsuz eden etmenleri, neşeyi, sevinci, acıyı görmüş, hissetmiş, tanımıştır. Gezdiği coğrafyaların üzerinde bıraktığı etki; insana olağan üstü tesir edebilecek potansiyeldedir. Bu durumun muhatabı, Mevlâna gibi devasa bir ilim, irfan, aşk adamı olunca her şeyi yeniden düşünmek ve değerlendirme durumunda kalınır.
Bu çelişkiler dünyasından yüksünen Mevlâna, insanın bu görünenden ibaret olmadığını, bu duruşun insanca ve insana yakışan olmadığı ve çözülmesi gereken bir insanlık durumuyla yüz yüze olduğunu kavradı. Bu düşlerin tohumlarının bu uzun yolculukta çimlendiği muhakkaktır. Huzursuzlukların ve olumsuzlukların içinden süzülerek Konya’ya gelmiştir. Eğer bu yolculuğu yapmamış olsaydı, aşkın, sevginin önemini bu aşkın tarzda keşfetmesi mümkün olmazdı. Çağını sarsan bu olumsuzluk ve sevgisizliktir ki, Mevlânayı illa da aşk diyen bir yola çıkartmıştır. Kötücüler ve kötülüğün kol gezdiği bir çağda, onların devamı bir adam olmak, onlardan biri olmak Mevlânaya ağır gelmiştir. Muhataplarının şucu-bucu olması da önemli olmamıştır. Her mezhep ve meşrepten insana ilgi göstermesi ve sevgi çemberine alması düsturu olmuştur. Bütün davranışlarında reddetmeyi en sona bırakmıştır. Gerekli olmasa belki de hiç lügatına almazdı. Alemin birliği ilkesi onu gerektiriyordu. Ancak, emirlerde bir gerçekti. Mevlâna Konya’ya geldiğinde ilim kovasını yetesiye doldurmuş olmalı ki babasının ölümünden sonra hiç boşluk bırakmamış, yetkin bir alim olarak babasının boşalttığı kürsüyü tereddütsüz ve eksiksiz doldurmuştur. Bu yetkinlik tam kabul görmüş olmalı ki; şikayet söz konusu olmamıştır. Cemaati süratle artarak Selçuklu Sarayının duvarlarını zorlamaya başarmıştır.
Mevlâna’nın bu uzun yolculukta başta babasından, sürekli bir memeden beslenir gibi beslendiği bir gerçek, ancak yolculuk boyunca kimlerden, neleri, nasıl aldığı, özümlediği, tam olarak bilinmemekle birlik, elbette paha biçilmez kazanımlar sağlamıştır. Yine baba dostlarıyla yapılan sohbetlerde; Attarla, Sühreverdi ile yapılan sohbetlerde hayal dünyası nasıl allak-bullak oldu, bu da meçhulümüz.Yirmi dört yaşına geldiğinde belli bir ilmi kemale erdiği, seyahatlerin dolu dolu geçtiğini düşündürmektedir. Bu seyahatler esnasında medrese eğitimlerini kesintili olsa da aldığı kanaatindeyim. Çağın gereği medrese eğitimi önemli olsa da, özellikle Mevlâna gibi geleceği olan birinin yüz yüze, bire bir eğitimden yararlanmış olduğu daha anlamlı gözükmektedir. Ne de olsa yolculuklar hayatta biraz da risktir. İnsanı yarım bırakır. Tabii ki, bu yolculukta zaman kaybı da söz konusudur.
Hayrettin YAZICI
YORUMLAR
En çileli dönemlerden biri bir yandan ilim meşguliyeti/öteyandan savaşlar/zorlanmalar/geniş aile ve ahvaline kati yerleşim mekanları arama çabaları başlar ve tüm eş dostla yollara düşülür.Artık bazı zorlukları aşmak kendi cemaatleri ile ayaklarının üstünde durmak vaktidir..
Yer belirlenir...Konya Mevlana'yı ahvali ile bağrına basmıştır.Kayıplardan biri de artık yerini doldurabilmek için üstün gayretler sarfettiği babasıdır.Şimdi Mevlana'nın babasız ve tekli dönemine geçilecek.
-Üstad devam ediyorum bu sanatsal bir çalışma ne gayret / utandırdın bizi bende bi şeye yaradığımı sanmışım...
Sayın üstadım baştan sona hepsini okudum.Çok teşekkür ederim.
Belki garip gelecek ama fikirlerini ve felsefesini çok beğendiğim,saygı duyduğum okumaktan büyük keyif aldığım bu ilim ve felsefe adamı büyük düşünürün hakkında ne çok bilmediğim varmış dedirtti yazınız.
Dupduru ve başarılı ifadelenişiyle yapmış olduğunuz paylaşım için sonsuz teşekkürler.Payıma düşeni aldım.Eksik olmayın efendim.
Selam ve saygılarımla...