Bunca vahşete karşın inatla umut...
Her patlamadan sonra çocuğumuzun, yakınımızın o patlamada ölmemiş olmasından gizli bir sevinç duymaktan utanır mı insan? ’’Çok şükür benim çocuğum biraz önce ordan gitmiş’’ diye şükür etmekten hicap duyar mı? Hayat devam ederken herhangi bir durumda ister istemez gülümsemiş olmaktan yüzü kızarır mı insanın? Kapkara bulutların arasında nefes almayı kazanç saymanın utanmazlık olduğunu duyumsar mı insanoğlu? İnsanlık dışı katliamları on yıllardır sadece lanetleyenlere karşı bir hınç duymadan edebilir mi insanım diyen bir kişi?
Öylesine ard arda geliyor ki ölümler; güneşli güzel günlerin geleceğine umutlarımızı yitirir olduk. Bir gün barışın sağlanıp insanların huzur, kardeşlik içerisinde her türlü nimetten birlikte yararlanarak yaşayacağına olan inancımızı kaybettik. ’’Terörle yaşamaya alışmak’’ deyimi ister istemez herkesin içinde duyduğu şiddetli bir endişe oldu. Yitip giden canların hesabının sorulacağına inanamaz olduk... Sadece evlatlarımızı değil, umutlarımızı çaldılar, yüzlerimizden gülüşlerimizi, hayatlarımızdan sevinçleri kopardılar. Evlerimize ateş saldılar...
Ateş düşmeyen şehir, ölüm acısıyla yanmayan kasaba, yaralanan, parçalanan yavrularının sancılarıyla, ağrılarıyla kahrolmayan ana-baba kalmadı ülkede. Son bir yılda 17 büyük patlamada 375 insanımız yaşamını yitirdi. Tam 375 can... Patlamalar hariç diğer terör olaylarında hayatını kaybeden asker, polis, sivil sayısı binlerle ifade ediliyor. Göğsümüz daralıyor, nefesimiz kesiliyor, çoğu 20-25 yaşında asker, polis, öğretmen, doktor, öğrenci fidan gibi gençlerimizi toprağa vermekten toplumun ne psikolojisi kaldı ne gelecek umutları... Ankara garında, Suruç’ta, İstanbul’da kaybettiğimiz her biri süt kadar beyaz, beyinleri, bilinçleri lekesiz gençlerimizin acısı insanım diyen herkeste toplumsal travma yarattı. Saçlarının teline zarar gelmesin diye üzerlerine titrediğimiz, onlara iyi bir gelecek hazırlamak için en iyi eğitimi almalarına gayret ettiğimiz pırıl pırıl yavrularımız it sürülerinin vahşi katliamlarıyla hayattan koparıldı.
Ne soysuz sapık IŞİD, ne katil şebekesi TAK, ne ırkçı PKK, ne mezhepçi, ne yayılmacı emperyal hevesler, ne diktatörlük hırsları ne de siyasi hesaplarla terör, şiddet, baskıya başvuranlara karşı bilinçle, bilgiyle, istihbaratla, birlikte karşı koymadan bu katliamlar son bulmaz. Hele hele intikam hırsıyla terör hiç önlenemez. Terör, sahaya inmeden bilgiyle, bilinçle plan, hazırlık aşamasında önlenemezse, o oluşumlara katılımların önü alınmazsa sahaya indikten sonra onlarca suikastten birisi dahi gerçekleşse büyük kayıplar yaşarız. ’’İnsanların öldüğü hiç bir dava haklı değildir’’.
Ne kolay ’’44 kişi öldü’’ diye haber bültenlerinde okumak it sürülerinin belki de zevk duyarak yaptığı katliamı. Ne kolay Hakkari’de, Şırnak’ta, Halep’te, Bağdat’ta parçalanan insanların görüntülerini mozayikleyerek, kanlar içinde kalan çocukların sayısını ’’tane’’ diyerek bültenlere taşımak.
Sadece bir insan ölmüyor. Onun anası, babası, kardeşi, eşi, çocukları ölüyor. Onu sevenler ölüyor, gideceği yerler, yaşayacağı aşklar, diplomasını alacağı okullar, çalışacağı işler, kazanacağı ödüller ölüyor. Çocuğunun doğum gününde alacağı hediye, evlenme yıldönümünde eşine alacağı çiçek ölüyor. Umutlar ölüyor, insanlık ölüyor. ’’Acı duyan canlıdır, başkalarını acısını duyan insandır’’...
Elbet dağılacak bu ölüm bulutları, elbet bitecek bu hüzün dalgaları. Geriye dönüp baktığımızda sadece ’’ Bunca insan neden öldü; değer miydi tüm bu hırslara, hayvani heveslere, barışı yakalamak çok mu zordu?’’ diyeceğiz belki de. Gidenler gitmiş, geriye hiç dinmeyecek acılar, hiç sönmeyecek ateşler kalmış olacak yüreklerde.
Çakal sürülerinin, soysuz köpeklerin, onlara çanak tutanların, göz yumanların Allah belasını versin, köküne lanet olsun demek bile içimden gelmiyor. Yıllardır söylüyoruz bu sözleri. Lanet okumanın yararına inancımız, umudumuz kalmadı. Ama yine de yüreğimin bir yerlerindeki baykuşla serçenin arkadaş olabileceği, durgun akan sularda balıkların kardeşçe yüzebileceği, insanların da farklı düşüncelerle birbirlerine hoşgörüyle bakabileceği bir Dünyanın umudunu taşımak yaşam gücü veriyor. O Dünyayı ancak kendi ellerimizle yaratabiliriz; eğitimle, bilinçle, ahlakla, sevgiyle, vicdanla...
Ayşe Akdoğan adlı bir yurttaşımızın şiiriyle noktalamak istiyorum, nefretimi, hıncımı, yüreğimin en derinliklerindeki dinmeyecek acıyı...
Biz bütün tarihlerde yastayız, sevinç yok ülkemde, umut da.....
Bir ağaç ağlıyor düşen yapraklarının ardından
Güneş başka yerde,
Uzun zamandır ısıtmıyor ellerimizi ayaklarımızı
Elveda sevincim diyen sırtlarını kayalara dayayıp,
Ufku gözetleyen analar, babalar, evlatlar
Ayaklarımızın altında kayan, ölüler ülkesi burası
Simidin tadını bilmeyen çocukların ülkesi
Sonra bir güvercin soruyor insanlara,
Ölümsüz barış nerede diye
Yas yerine demir atmış bir gemi, acılar, kederler tek yükü
Ülkem en uzun kederleri yaşıyor
Kuşlar, ağaçlar birbirine karışmış
Sevinç nerede, umut nerede
Çayın buharında yine bir keder dostlar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.