- 970 Okunma
- 12 Yorum
- 3 Beğeni
ÜÇÜNCÜ HAN-I YAĞMA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
16 Mayıs 1919 Tarihinde Mustafa Kemal Paşa Bandırma adlı bir vapurla İstanbul’dan Samsun’a doğru yola çıkmıştı. Bu yolculuk ile başlayan Milli Mücadele, sonunda zafere ulaşmış ve 16 Mayıs 1919 un üzerinden tam yedi sene geçmişti. Yani takvim yaprakları 16 Mayıs 1926 yı gösteriyordu.
Bu yedi senelik zaman zarfında o kadar büyük değişiklikler olmuştu ki…Mesela 1 Kasım 1922 de Saltanat kaldırılmış, 17 Kasım 1922 de padişah VI. Mehmet Vahdettin yurt dışına kaçmış, 29 Ekim 1923 de Cumhuriyet ilan edilmiş, 3 Mart 1924 de Halifelik kaldırılmış ve 16 Mart 1924 Tarihi itibariyle Türkiye Cumhuriyeti topraklarında Osmanlı hanedanından bir tek Allahın kulu bırakılmamış, hepsi yurt dışına sürülmüştü.
Evet takvim yaprakları 16 Mayıs 1926 yı gösterdiği gün Mustafa Kemal bir yurt gezisindeydi ve o günkü durağı Adana’ydı.
Kendisine önemli bir haber getirildi. Haberi veren kişi bunu bir müjde gibi sunmuş, son Osmanlı Padişahı VI Mehmet Vahdettin’in öldüğünü söylemişti. Ama Mustafa Kemal böyle bir habere sevineceğine tam tersi üzülmüş ve ‘’ Çok namuslu bir adam öldü İsteseydi Topkapı’nın bütün cevahirini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki " demişti.[ Bunları Murat Bardakçı söylüyor.]
Atatürk gerçekten 16 Mayıs 1926 da ölen son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in arkasından böyle bir şey demiş olabilir mi?
İşin doğrusu hemen bir yıl sonra irad ettiği büyük Nutuk’a baktığımızda Mustafa Kemal’in Sultan Vahdettin için ‘’ Çok namuslu bir insan öldü’’ Demiş olması mümkün görünmüyor. Çünkü hiç bir insan ‘’ Çok namuslu ‘’ olduğuna inandığı bir insan için bir yıl sonra ‘’ sefil, aciz, anlayıştan yoksun, korkak, yaratık’’ Gibi ifadeler kullanmaz.
Dahası Sultan Vahdettin Yurt dışına çıkar çıkmaz Atatürk’ün emriyle yaptırılan ilk iş derhal Topkapı Sarayındaki hazinelere ve kutsal emanetlere baktırmak oluyor. Yani yurt dışına saraydan bir şeyler kaçırdı mı, özellikle de kutsal emanetler bölümünde olan ve halifeliğin simgesi sayılabilecek nesnelerden yanında götürdüğü var mı? Bir insan ‘’Dünyanın en namuslu insanı ‘’ Olarak gördüğü kişi hakkında böyle bir zan besler mi?[Bu kısmı da Tarihçi Prof Metin Hülagü söylüyor]
Yani iki değişik görüş var. Ancak konuyu madem ki buraya getirdik o halde buradan devam edelim.
Öncelikle padişah Vahdettin yurt dışına giderken ne kadar bir para ya da değerli eşya götürdü?
Saltanatın kaldırılmasının hemen akabinde Osmanlı Hanedanından olup yurt dışına ilk giden Sultan Vahdettin, eşya olarak hiç bir şey götürmedi dersek yalan olmaz. Para olarak ise en son şahsi maaşı olan 50.000 Tl yi götürdü ki bu paranın tamamı da para değil önemli bir kısmı İngiliz ve Fransız bonolarıydı. [Faydalandığım kaynağın yazıldığı 2007 yılı itibariyle bu para ve bonoların toplam değeri 215.000 Tl idi ]
Evet…Dünyanın en büyük imparatorlarından birisiniz, dünyanın en güçlü devleti olan İngiltere’nin yardımları ile yurt dışına kaçıyorsunuz, elinizin altında muazzam bir servet var ama sadece 215.000 Tl götürüyorsunuz yanınızda..
Ancak..Hemen belirtelim Vahdettin ölünceye kadar saltanat davasından vazgeçmiş değildir. Nitekim o yurt dışına çıkışını hep hicret olarak görmüş Aynen şöyle demiş yurt dışına çıkışı ile ilgili olarak:
”Akıllı ve münevver kimseler fiilen, irsen ve istihkâken hilafet ve saltanat makamında bulunan (ki bu dünyadaki en büyük ve en ehemmiyetli makamdır) bir sultanın vatana hıyanet etme emel ve hırsına kapılmasını nasıl izah edebilirler? Bu makamın ve özellikle hilafetin şeref ve haysiyetini muhafaza etmek için tahtımı muvakkaten (geçici olarak) terk ettim, refah ve rahatımı bir kenara attım. Saltanattan ve vatandan ayrılmamın sebebi uyguladığım siyasetin hesaba çekilmesinden korktuğum için değil, canımı, şerefimi kurtarmak içindir. Güç yetiştirilmeyecek şeylerden uzak durmak peygamberimizin sünnetidir.’
Yukarıdaki sözlerinden de anladığımız kadarıyla Padişah Vahdettin belki de ‘’ Nasıl olsa geri döneceğim’’ Ümidiyle yanında o 215.000 Tl dışında hiç bir şey götürmemiştir.
Peki 3 Mart 1924 de haklarında yurt dışına sürgüne gönderilme kararı çıkarılmış olan Osmanlı hanedanının diğer mensupları ( eşikteki beşikteki toplam 155 kişi) yurt dışına gönderilirken yanlarında ne götürdüler? Ya da bir şey götürdüler mi?
Hemen belirtelim:
Eşya olarak bir bavula, valize ne kadar ne sığdırılabilirse onu götürdüler. Gidecekleri yurt dışında çıplak dolaşmayacaklarına göre de valizlere, bavullara ancak kendi eşyalarını, elbiselerini yerleştirebildiler. Zaten kanun çıkar çıkmaz son halife Abdulmecit, hiç bekletilmedi derhal 4 Mart 1923 de yurt dışına gönderildi.Handedanın diğer mensuplarına da sadece 10 gün süre tanınmıştı.
İşte bu on gün süre içinde Osmanlı hanedan mensupları kendilerine ait şahsi eşyaları alelacele elden çıkarmaya başladılar. Önlerinde fazla zamanları olmadığı için kim ne veriyorsa ona razı oldular ve mesela pek çok tablo, resimle hiç alakası olmayan insanlara oldukça ucuz fiyata satıldı. Tam anlamıyla bir yağma yaşandı o günlerde.
Yani 3 Mart 1924 - 16 Mart 1924 tarihleri arasında Osmanlı hanedanı yakın tarihinin üçüncü yağmasını yaşıyordu.
Birinci yağmayı Sultan Abdülaziz tahttan indirildiğinde, II. Yağmayı Sultan II. Abdülhamit tahttan indirildiğinde yaşamış ve bu yağma tarihe Yıldız Yağması olarak geçmişti. O ikinci yağma öylesine bir yağmaydı ki en büyük Abdülhamit düşmanı Tevfik Fikret’i bile isyan ettirmiş ve hepimizin ‘’Yiyin efendiler yiyin’’ Diye bildiği ‘’Han-ı Yağma’’ Şiirini yazmasına vesile olmuştu.
Üçüncü yağma ise 1924 yılında yaşıyordu. Tabii ki tüm bunlara ‘’Milletin olan, millete dönmüştü’’ Diyen de olacaktır ama olay ‘’ Milletin olanın millete dönmesi’’ değildi. Kapanın elinde kalıyordu her şey.
Yağmalanan eşyaların büyük bir kısmı yurt dışına çıkarıldı yabancılar tarafından. Yurtta kalanlar kim kaptıysa onun elinde kaldı. Sonraki yıllarda ise müzayedelerde satıldı tekrar.
Peki onca gayrımenkul ( yani taşınamaz mal) ne oldu? Öyle ya Osmanlı hanedanına ait taşınabilir mal mülk böylece yağma edilmişti ama taşınamaz mal mülk ne olmuştu?
İşte bunu anlayabilmek için 3 Mart 1924 de Osmanlı Hanedanının yurt dışına çıkarılışı ile ilgili kanuna bakmak gerekir.
Bu kanunun tabii ki tüm maddeleri bu konuyla ilgili değildir ama bilgi edinilmesi açısından ben tüm maddeleri yazıyorum, bu arada Osmanlı hanedanının gayrımenkulleri ile ilgili olarak nasıl bir uygulama yapılmış onu da göreceğiz.
“Hilâfetin ilgâ ve Hanedan-ı Osmanî’nin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair kanun
Kabul tarih:3 Mart 1924 (hicri 26 Recep 1342)(rumi 3 mart 1340)
Kanun no:431
Resmi gazete yayın tarih:6 Mart 1924.
MADDE 1- Halife halledilmiştir. Hilafet, Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır. [ Yani: Halife, tahtından indirilmiştir, Hilafet dediğimiz şey de Cumhuriyetin mana ve mefhumu içinde zaten var olduğu için halifelik makamı da kaldırılmıştır.]
MADDE 2- Mahlu Halife ve Osmanlı Saltanatı münderisesi hanedanının erkek, kadın bilcümle âzası ve damatlar, Türkiye Cumhuriyeti memaliki dahilinde ikamet etme hakkından ebediyen memnudurlar ( Sonsuza kadar Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde ikamet etme hakkından mahrum bırakılmışlardır ) Bu hanedana mensup kadınlardan mütevellit kimseler de bu madde hükmüne tâbidirler.( Yani damat hanedan mensubu olmasa da hanedan mensubu bir kadından doğmuş olanlar da yurt dışına sürülüyorlar.)
MADDE 3- İkinci maddede mezkur kimseler bu kanunun ilanı tarihinden itibaren âzami on gün zarfında Türkiye Cumhuriyeti arazisini terke mecburdurlar.
MADDE 4- İkinci maddede mezkur kimselerin Türk vatandaşlık sıfatı ve hukuku merfudur ( Yani yurt dışına sürülenlerin tamamı Türk vatandaşlığından çıkarıldığı gibi Türk hukukundan faydalanma hakları da yoktur.)
MADDE 5- Bundan böyle ikinci maddede mezkur ( zikredilen) kimseler Türkiye Cumhuriyeti dahilinde emvali gayrimenkuleye tasarruf edemezler. İlişiklerinin kat’ı için bir sene müddetle bilvekale mehakimi devlete müracaat edebilirler [ İkinci maddede zikredilen kişilerin artık Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde gayrımenkullerinin olması söz konusu değildir. Bu gayrımenkulleri ile ilişkilerinin tamamen kesilmesi için bir sene içerisinde vekil tayin edebilirler.]
Yani işte bu madde bize gösteriyor ki hanedan mensuplarının sahip olduğu gayrimenkullerini de ya birilerine vekaleten bırakmaları gerekiyordu ya da o on günlük kısa süre içinde alelacele satmaları…
Kim nereyi, kime sattı ya da kim nereyi vekaleten kime verdi bilemiyoruz ama en büyük yağma işte bu gayrımenkullerde oldu. Zira kendilerine vekaleten bırakılan bu gayrımenkullere konanlar hanedanın kadın mensuplarına 1950 yılında , erkek mensuplarına ise 1974 yılında geri dönme izni verildiğinde kendilerine bu gayrımenkulleri verenleri tanımazlıktan geldiler. Çoktan hafızalarından silmişlerdi bile. Hoş bu gayrımenkulleri bırakanlardan da hayatta kalan olmamıştı ya... Mesela üç yaşındayken yurt dışına sürülen Neslişah Sultan geri döndüğünde saçları bembeyez bir kadındı. Üç yaşındayken babasının ya da dedesinin kime hangi gayrimenkulü verdiğini nereden bilsin? Diyelim ki biliyor, nasıl ispat etsin? Yani öylesine bir yağma yaşandı ki ‘’Yağma Hasan’ın böreği’’ yanında halt etmiş…
Neyse devam edelim. Çünkü saraylar da var işin içinde ve başka hükümler tabii ki.
MADDE 6- İkinci maddede mezkur kimselere mesarif-i seferiyelerine mukabil bir defaya mahsus ve derece-i servetlerine göre mütefavit olmak üzere hükümetçe tensip edilecek mebaliğ ita olunacaktır [ Yani yurt dışına sürülecek kimselere devlet, o kişilerin zenginlik durumuna göre sadece bir kereye has yol masrafı verecektir.( Bu miktar kimilerine 2000, kimilerine 1000 Tl olarak ödenmiştir daha sonra.)]
MADDE 7- İkinci maddede mezkur kimseler Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki bilcümle emval-i gayrimenkulelerini bir sene zafında hükümetin malumat ve muvaffakatiyle tasfiyeye mecburdurlar.Mezkur emvali gayrimenkuleyi kendileri tasfiye etmedikleri takdirde hükümet marifetiyle tasfiye olunarak bedelleri kendilerine verilecektir.
Yani. Yurt dışına sürülen Osmanlı hanedanı, yurt içindeki gayrimenkullerini bir sene içinde boşaltacak… İyi de yurt içine girişleri yasak? Bu nasıl olacak? Demek ki bu da 5. Maddede belirtildiği gibi vekiller aracılığı ile olacak. Bir kez daha yani diyelim. Yani gayrımenkuller gibi gayrımenkuller içindeki eşya da işte o on günlük süre içinde ya bir şekilde vekalet yoluyla satılacaktı ya da bir yıl sonra devlet el koyacaktı. Devletin el koyabildiği hiç bir eşya olduğunu sanmıyorum. Onlar da yağmalandı.
MADDE 8- Osmanlı İmparatorluğunda padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki emval-i gayrimenkuleleri millete intikal etmiştir. ( Padişahların özel gayrimenkulleri milletin oluyor.)
MADDE 9 – Mülga( Kaldırılmış) padişahlık sarayları , kasırları, emakini sairesindeki mefruşat, takımlar, tablolar, âsar-ı nefise( Güzel eserler) ve sair bilumum emval-i menkule millete intikal etmiştir. ( Örneğin Topkapı, Dolmabahçe, Beylerbeyi sarayları gibi saraylar ve kasırlardaki her türlü mefruşat, tablolar, sanat eserleri ve diğer eşyalar… Onlara dokunulmamış, büyük ölçüde müzelik eşya olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir aynı mahallerde)
MADDE 10- Emlak-i Hakaniye namı altında olup evvelce millete devredilen emlak ile beraber mülga padişahlığa ait bilcümle emlak ve sabık hazine-i hümayun muhteviyatlarıyla birlikte saray ve kasırlar ve mebani ve arazi millete intikal etmiştir.
MADDE 11- Millete itikal eden emvali menkule ve gayrimenkulenin tesbit ve muhafazası için bir nizamname tanzim edilecektir
MADDE 12- İş bu kanun neşrinden itibaren meriyül icradır ( yayınından itibaren geçerlidir.)
MADDE 13- İş bu kanunun icra-yı ahkamına İcra Vekilleri heyeti memurdur ( Yani kanunun yürütülmesinden bakanlar kurulu sorumludur.)
Kısaca…
Osmanlı hanedanı yurt dışına sürülürken bazılarının dediği gibi çok büyük servetler götürmemişlerdir yanlarında. Kendilerine ait şahsi eşyalarını alel acele yok pahasına satmışlar, kendilerine ait taşınamaz malları vekaleten birilerine bırakmışlar ama bir daha o mallardan hiç faydalanamamışlardır.
Öyle ki Mısır Prensleri ile evlenen bir iki hanım sultan dışında büyük çoğunluğu sefalet içinde yaşamıştı.
Padişah Vahdettin’in tabutuna haciz geldiğini bilmeyen yoktur sanırım ( Bunu ayrı bir yazı olarak yazacağım)
Son Halife Abdülmecit Efendi Paris’te 1944 yılında öldü. Ailesinin tüm ısrarlarına rağmen Türkiye’de gömülmesine izin verilmediği için cesedi on yıl boyunca Paris Camiinde bekletildi. En sonunda Fransız hükumetinin ‘’ Alın bunu buradan’’ Demesi üzerine Suudi Arabistan’ın izniyle Medine’de Baki mezarlığına getirilip burada defnedildi.
II. Abdulhamit’in torunu Şehzade Orhan sürgün yıllarında hayatını idame ettirmek için mezarlık bekçiliği bile yapmıştı.1994 yılında hayata veda eden Şehzade Orhan Fransa’nın nice şehrinde bir mezarlığa defnedilmiş ancak mezarlık aidatı olan 200 Euro ödenmediği için bir müddet sonra kemikleri mezarlıktan alınarak bir çukura atılmıştı.
Burada hemen ‘’ Ne yani Osmanoğulları sülalesinde 200 Euro gibi basit bir miktarı ödeyecek kimse yok muymuş ? ‘’ Denilebilir. Aile de çok sonra kabri ziyarete gittiğinde kabrin yerinde olmadığını görüyor ve aldıkları cevap ‘’ Aidat ödenmediği için kaldırdık ‘’ oluyor.
Şehzadelerden Abdülkerim Efendi’ye Japonlar, Türkistan tahtını teklif etmişler ama Abdülkerim Efendi Japonlarla temas halindeyken Newyork’ta kaldığı otel odasında kafasından tabancayla vurularak öldürülmüştü 1935 yılında.
II. Abdülhamit’in en küçük oğlu olan Abid Efendi Fransa’da sokak sokak, ev ev dolaşarak sabun satmıştı.
Nermin Sultan, Fransa’nın bağladığı yoksulluk aylığı ile geçindi ve bir Fransız kimsesizler yurdunda 1998 yılında vefat etti. ( İşin ilginç tarafı bu sultanın bir Fransız ressam olan Henry Mattise tarafından 1942 yılında yapılan ve ‘’Siyah koltuktaki odalık’’ adı verilen tablosu 44 Milyon liraya satılmıştı.)
Sehzade Cengiz Efendi’nin hayatını boks yaparak kazandığı hatta 1950 yılında Paris yakınlarında bir boks müsabakasında ringte öldüğü söyleniyor.
1950 yılında Adnan Menderes Hükumeti Hanedanın kadın mensuplarına Türkiye’ye gelebilme ve Türk vatandaşı olabilme hakkı vermişti. Bu haktan faydalanmak üzere Sultan Vahdettin’in oğlu Ömer Faruk Efendi’nin eşi Mihrişah Sultan, 1952 yılında köpeği ile vapura binerken Ömer Faruk Efendi aynen şunları söylüyordu: "Şu köpek kadar dahi talihli değilim. O vatanımı görecek, suyunu içecek, ekmeğini yiyecek.... Ama ben..’’
Evet..Haneden yurt dışına sürüldükten sonra onlara ait mal-mülk ne oldu sorumuza ancak bu kadar cevap bulabildim.
Yazımı Kazım Karabekir’in bu konu ile ilgili sözleri ile noktalıyorum:
‘’600 yıllık bir hanedanın soyulduğu bu 10 günün tarihi mutlaka yazılmalıdır.’’
RESİMLER
1- Şehzade Orhan ve Fransa’nın Nice şehrinde gömülü olduğu yer.
2- Şehzade Abdulkerim Efendi
3- Şehzade Abid Efendi
4- Nermin Sultan… Ressam Henry Mattise e poz veriyor.
5- 44 Milyon lira fiyat biçilen Siyak Koltuktaki Odalık Tablosu.
6- Neslişah Sultan’ın genlik yılları
7- Neslişah Sultan’ın yaşlılık yılları
8- Atatürk’ün evlenme teklifini kabul etmeyip Kuzeni Ömer Faruk Efendi ile evlenen fakat 1948 de ondan da boşanıp, 1952 de ( Dönemin hükümetinin çıkardığı afla) Türkiye’ye gelen ve 1971 yılında kızı Hanzade Sultan’ın yalısında vefat eden Sabiha Sultan
9- Şehzade Cengiz
10- Şehzade Ömer Faruk Efendi
11- Dürrüşehvar Sultan: Hanedadan olup Türkiye’ye ilk gelen Sultan Sultan budur. Ancak gelişinin hikayesi çok farklıdır:
Dürrüşehvar Sultan Nice’de Kasım 1931 tarihinde dünyanın en zengin hükümdarlarından biri olan Haydarabad Nizamının oğlu Azam Cah ile evlenerek Berar Prensesi unvanını aldı ve Hindistan’ın Haydarabad kentinde yaşamağa başladı.
Babası Abdülmecit Efendi 23 Ağustos 1944’te Paris’te vefat ettiğinde babasının Türkiye topraklarında gömülmesini isteyen Dürrüşehvar Sultan bunun için dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile uzunca bir süre mektuplaştı. Bu dönemde birkaç defa Türkiye’ye geldi. Bir defasında İsmet İnönü ve eşi Mevhibe hanım’ı Çankaya köşkünde ziyaret etti. Ancak babasının Türkiye’ye gömülebilmesi için izin alamadı.
YORUMLAR
Ekmelleddin kişisi çok üzülmüş duruma hocam. Çok varlıklı hazinemizden saraydan sonra şehzadelerimizi ,sultanlarımızı da besleyelim isteniyor. Bilemedim ne desem. İnsan olarak bakınca üzücü tabiki .Ancak onca derdin arasında çok da umursamadım ..
Sevgilerimle...
sami biberoğulları
Ancak yine dediğin gibi insanda en azından bir burukluk uyandırmıyor da değil. Yani onların yerinde olmak istemezdim doğrusu.
Selam ve sevgilerimle.
Tarihe yine anektodlar düşmüşsün Sami Hocam.
Arkadaş güzel hikaye demiş.Bence acı gerçekler.
Sen herşeyi olduğu gibi yazıyorsun.Kutlarım.Selamlarımla..
sami biberoğulları
Dünyanın hiç bir yerinde mutlakiyetlerden cumhuriyetlere geçişler sancısız olmamıştır. Bizdeki her şeye rağmen yine de en az sancılı olanlardan.
Selam ve sevgilerimle.
Üzücü bir hikaye.
Yapılan belki doğruydu ama,
yöntem çok yanlıştı.
Ayrıca,
Vahdettin ve Mustafa Kemal ilişkisi,
enine boyuna incelenmelidir.
Tarih,
hiç de bize aktarıldığı gibi değil aslında.
İlkokulda,
Atatürk'ün İstanbul'dan gizlice kaçıp, Anadolu'ya geçtiği öğretildi bizlere.
Oysa,
Vahdettin bizzat kendisi seçmiş Atatürk'ü ve göndermiş.
Ve daha çok anlatılmayan şey var.
İlginç bir çalışmaydı.
Gerçekten ilgi ile okudum.
Eline sağlık hocam.
sami biberoğulları
Yakın tarihimizde bile bunca henüz aydınlığa kavuşmamış şey varken Türklerin M.Ö 7000 yıllarında Anadolu'da var olduklarını iddia etmeye ne dersin peki?
Selam ve sevgilerimle.
Tarih acı ve hüzünle dolu... Geriye dönük bakıldığında.
aman da ne güzel yaşamlar, ne güzel hatıralar, ne güzel millet denemiyor ne yazık ki.
Şimdi zaman ve yaşananlar farklı ancak geriye dönüp bakıldığında hissedilecekler hep
aynı, acı gözyaşı, utanç...
:(
sami biberoğulları
Tarih maalesef böyle bir şey..Hep tatlı değil, hep acı da değil ama sanırım acısı tatlısından daha fazla...
Selam ve sevgilerimle.
Üzücü bir yaşanmışlık!
Beni etkileyen tarafı ise 600 yıl boyunca saltanat sür, sonra beş paraya muhtaç öl!
Tarihimizde o kadar çok aydınlanması gereken olaylar var ki ağabey tarafsızca ve kat'i olarak belirlenmeli ve yakın tarihimizde cereyan eden her konu az da olsa aydınlığa kavuşmalı.Yanlı olarak ve hüzün ile olmamalı bu araştırma!
Tabii ki bir Ülkede bir yenilik hareketi yapılıyorsa bunlar yaşanacak! Ama en az zaiyatla atlatılabilirmiydi bilemiyorum. Halifeliğin kaldırılması ise ayrı bir konu. Bu da bütün Müslümanların şu andaki durumlarına bakılarak ne denli bir doğruluk payı olduğunu tartışabiliriz.
Velhasılı kelam ağabey size nasıl teşekkür edeyim bilemedim.
Önce bak kurdelayı asmışlar. Tebrikler.
Sonra yüreğine sağlık yine yeni bir bilgi.
Selam ve saygılarımı sunarken kalemin kavi olsun!
sami biberoğulları
İşin doğrusu kurdelayı beklemiyordum.
Halifeliğin kaldırılması o günün şartlarinde mutlaka gerekiyordu.
Nasıl ki Fetö ve Recep Tayyip Erdoğan aynı ülkeyi birlikte yönetemez idilerse Mustafa Kemal Atatürk ile Halife Abdülmecit de ülkeyi birlikte yönetemezdi. Eğer kaldırılmasaydı durum aynen böyle bir şey olacaktı.
Selam ve sevgilerimle.
hocam gercekten buyuk dikkatle okudum ,,, daha evvelde bir yaziniz vardi bu osmanli hanedanlarinin yurt disina gitmesi ile ilgili hatta .. cocuklarin resimleri falanda vardi ..
neyse benim asil sorum bu yazi ile ilgili degilde .. CUMHURIYETIN ILANINDAN SONRA .. OSMANLI HANEDEN COCUKLARI ATATURKE NE ETTIDE SURULDU OZ YURTLARINDAN ?
EN AZ ATATURK KADAR ONLARINDA HAKKI DEGILMI KENDI ULKELERINDE YASAMAK ....
VE DIGER SORUM
YARIN TAYYIP KLAKSA DESEKI EFENDILER BASKANLIK SISTEMINI ILAN ETTIM ! ARDINDAN DA BUTUN PARTI LIDERLERININ AILE ARKANINI DIREK SURSE ULKEDEN NE OLUR ?
ASLINDA SORACAGIM COK SEY VARDA SORAMIYORUM
sami biberoğulları
Birinci sorunun cevabını Sezaiye yazdım. Bir devlet hiç bir zaman iki başlı bir yönetimi kaldıramaz.
İkinci sorun ise demokratik bir ülkede olmaz. Dünyada başkanlık sisteminin uyglandığı pek çok üke var ki biri de ABD..Bu güne kdar hiç bir ABD başkanı kendi partisinden olmayanları yurt dışına sürmemiştir. Belki içinden geçmiştir ama sürmemiş, sürememiştir.
Başkanlık ile mutlak krallığı karıştırmayalım.
Selam ve sevgilerimle.
öyle bir zamanda yaşıyoruz ki çok ötelere gitmeye gerek yok 15 temmuz dönüm noktası. Öyle hikayelerle karşı karşıyayız ki ne gercek ne değil birbirine girdi. En son Ankara'da hayatını kaybedenlerden 13 tanesinin tarafı belirlenememişti. Darbeci mi şehit mi diye? Sonra bir şehit daha vardı. Once darbeci sanılıp
cenaze namazı dahi kılınmayan. Bu bağlamda bakıyorum tarihe. Üniversiteye baslamadan önce kitapların doğruyu yazdıklarına inanırdım anadolu insani merttir diye. Sonra üniversitede ve çalıştığım hastanede çok farklı düşüncelerden arkadaşlarım vardı, onlar sayesinde sorgular olmuştum herseyi. Sonra bir gün Kur'an-ı Kerim'in mealini okurken bir ayeti çok etkilemişti beni
"(5/MÂİDE-109: Allah, bütün peygamberleri bir araya getireceği gün (onlara şöyle) soracak: “İnsanlar çağrılarınıza ne cevap verdi?” Peygamberler de: “Bizim bildiğimiz bir şey yok. Yaratılmışların idrakini aşan, görülmeyen ve bilinmeyen her şeyi tümüyle bilen sensin!” diyecekler.)"
bu benim kırılma noktam olmuştu işte. O nedenle gordügüm herşeye, okuduğum her bilgiye bir ilave yapar oldum. Doğrusunu ancak Allah bilir.
bir yazınız nerelere götürdü hocam. Tarih boyu kimbilir neler ak iken kara, kara iken ak olarak yer aldı kitaplarda. Lakin yazılarınızın her biri biraz daha ışık tutar gibi.
bu vesile ile selam ederim
sami biberoğulları
Tam otuz üç sene Tarih Öğretmenliği yaptım. Bu otuz üç sene boyunca her eğitim öğretim yılının başında yeni öğrencilerime ilk dersimde şunu söyledim:
Tarih ile yüzde yüz doğruya ulaşmanız hiç bir zaman mümkün değildir. Mesela Attila Roma kapılarına kadar dayandığı halde neden papalığı yerle bir etmedi sorusuna hiç bir zaman iki kere iki dört eder tarzında kesin bir cevap vermeniz mümkün değildir.
Kimi tarihçi '' Çünkü Hrıstiyan olmuştu'' Der.
Kimi Tarihçi '' Çok yorulmuştu'', Kimisi '' Bayağı bir haraç aldı''..Herkes farklı bir şey söyler. %100 doğru nedir peki?
İçlerinden hangisi size daha mantıklı geliyor, aklınız basıyorsa o...
Evet...Tarih işte böyle bir şeydir.
Malazgirt Savaşı vardır. Alparsan ve Romen Diyojen vardır. 1071 de vardır ama ''Alparslan bu savaş sırasında niçin atının kuyruğunu bağladı'' ( Orta II. Sınıf Milli Tarih Ders kitabında vardı bir zaman ve öğrenciler çok sorardı Niçin?'' ) konusunda %100 kesin bir şey söyleyemezsiniz.
Selam ve sevgilerimle.
-Ezrak Rahel-
Orneğin:
Hz Muhammed'in abdest aldıktan sonra kanayan sivilcesini (yada yarasını) eşinin silmesinden sonra peygamberin abdest tazelemesinin ardından yapılan iki farklı yorum
1- vücudundan kan çıktı diye
2- kadın eli değdi diye
işte tüm bu nedenlerden ötürü ben de öğrencilerime diyorum ki herşeyin en doğrusunu ancak Allah bilir. Lütfen bu bilgiyi aklınızda daima tutun.
Tesekkür ederim hocam
tekrar tebrik eder hayırlı geceler dilerim
Hocam benim hiçbir dahlim yok bak yeminle :)
Sen de sakın birileri gibi şüpheye düşme diye diyorum.
Selamlar.
sami biberoğulları
Tamamen kendi eserim olan şiirim böcü bile almazken neredeyse tamamı alıntı olan ( Ama çok farklı ve değişik kaynaklardan bir hayli emekle yazılmış) bu yazım günün yazısı seçildi. İşin doğrusu şaşkınlık içindeyim.
Ancak..O bahsettiğin vatandaş benden bile şüphe ediyor o bakımdan takma kafaya )))))
Selam ve sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Değerli hocam, o zaman padişah ben olsaydım, "N'olur bizi göndermeyin, her şeyi açıklayayım..." derdim...
Tabii, her şeyi açıklığa kavuşturacak adamı göndermezlerdi o zaman, değil mi?...:)))
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Her şeyi kendisine göre açıkladığında '' Tamam, buyur gel'' Denmediğine göre sanırım yine de gönderirlerdi.
Selam ve sevgilerimle.
Hocam eksik yazmışsınız dersem ayıp eder miyim?
Aynı zamanlarda bir hanedanlık daha yıkılmıştı mesela. Romanoflar.
Onların hikayesine bakınca Osmanoğulları kendini şanslı hissedeceklerdir belki de.
sami biberoğulları
Tamamen haklısınız. Romanofların tamamen kurşuna dizilmesine bakarsak çok şanslıydılar.
Ama Habsburglara ve Hohenzollern hanedanına baktığımızda şanssızdılar zira Habsburg ve Hohenzollern hanedanından olanlar içinde sadece kral, eşi ve çocukları gönderildi. Damatlar, kızlar, kızların çocukları sürgünden muaf tutuldu.
Selam ve sevgilerimle.
Resmiyet tarafına pek aklım sarmıyor ama hayat, böyle acayip bir şey işte! Roman olacak tarzda trajik hayatlar!
Tşkler öğretmenim.
sami biberoğulları
Aslında bu hatıralar zaman zaman romanlaştırılıyor. Hatta V. Murat'ın Kızı olan Kenize Murat oldukça ünlü bir roman yazarı olarak babası hakkında bayağı bir şeyler yazmış.
Yani yazılanlar var ama yeterli değil.
Selam ve sevgilerimle.
Şu tarih dedikleri şey ne sonsuz bir umman. Söylemiştim, ben sırf kişisel merakım için tarih bölümü okuyorum. Ve herkese de çok çeşitli kaynaklardan tarih okumalarını tavsiye ediyorum. En azından roman okumaktan iyidir.
Elbette tarihi olaylar yaşandığı zaman dilimine göre değerlendirilmeli ama bu tür yakın tarih vakalarında durum biraz değişiyor sanki.
Bunları bilmenin bize ne faydası var, diyenler olacaktır elbette. Etrafım dolu böyle kişilerle. Onlara hiç sözüm yok. Ama bazen için için onlara hak vermiyor da değilim. Bundan daha üç yıl önce yaşanmış bir vaka olan Gezi Olayları hakkında yazılan yazılarda bile çok büyük görüş ayrılıkları varken -hem de bütün olay gözümüzün önünde cereyan etmişken-insan bir kaç yüz yıl ya da yetmiş sene evvel yaşanan olaylarda tutulan zabıtlara, zaptı tutan vakanümistlere nasıl inanabilir ki...Siz on gün mühlet verildi diyorsunuz, ki ilgili kanunda bunu doğruluyor, hala bazı kaynaklar bu süreyi 48 saat olarak veriyor.
Yağmadan zengin olanlar var bu kesin. Benim anlayamadığım -olayın yaşandığı dönemi, yeri bilmem neyi ne varsa göz önünde bulundurarak- kanun hanedan malı millete intikal ettirildi dediği halde bu yağma nasıl gerçekleşti. Olay günümüzün ihale kapma işleri gibi cereyan etmiş gözüküyor.
Aralarında Meksikalının da bulunduğu iddia edilen 250 varisi çıkmış İstanbul'daki hanedan mallarının. O dönem "sürülen Rum'lara hakları verildi ecdadımın torununa da hakkı verilsin" diyen tuhaf insanlara rastlamıştım. Adamların yarısının adı Türk-Müslüman ismi bile değil, kiminin dini bile İslam değil artık ama hala ecdadımızın torunu oldukları sebebiyle bağrımıza basabiliyoruz hanedanı :) Elbetteki kanuni hakları var ise almalılar. Benim tuhaf bulduğum, sanki hanedan parasını alınca Edirne yakınlarında ordugah kurdurup küffara karşı sefere çıkacaklarmış gibi halkımızın cahilce çıkışları. Dava sonuçlandığında hanedan büyük ihtimal servete konacak. Gayrimenkullerin geri verilmesi fiilen mümkün görünmese de Türkiye Cumhuriyeti hükümeti hanedana yaklaşık yüz milyon euro para ödemek zorunda kalabilir. 2004'de anayasaya eklenen "anayasa ile uluslararası antlaşmalar arasında bir çelişki varsa, uluslararası kanun hükmü geçerlidir." maddesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde geçen mülkiyet hakkı Türkiye'yi bağlıyor. Hanedan üyelerinin sersefil ölümü, mallarının adil olmayan bir şekilde elden çıkarılması, yağmalanması, paha biçilemez eserlerin yurtdışına satılması kabul edilebilir değil. Hele ki cenazeleri gömmek için yer bulunamaması, bir zamanlar hükmettiğimiz topraklarda hanedanın mezar bekçiliği vb. işlerde çalışması insanın gururuna dokunuyor. Ama bugün o 100 milyon euro'nun devletimizden çıkacağını düşünmek de insanın sinirini bozuyor. Aralarında kızılderili bir damadın da bulunduğu bu hanedan artık bizimle uzak yakın bir alakası kalmamışken...
Biraz uzattım sanırım. Gerçekten merak ettiğim bir konu bu yağma. Karabekir Paşa'nın dediği gibi umarım birgün bu on günlük yağmadan kimler zengin olduğu ortaya çıkar da bir babayiğit kanunen millete ait olan malları millet adına geri alır. Kabulü mümkünsüz bir dua gibi görünse de.
Çok teşekkür ederim Sami Hocam. Saygılarımla.
sami biberoğulları
Tarih bölümü okuyorum dediğine göre ben birazcık tereciye tere satmışım sanırım.
Çünkü bizim zamanımızda fakülte doğru dürüst açık olmadığı için mesela üç yıl süren 1736-1739 Osmanlı Rus-Avusturya savaşlarını okuduk üç yıl boyunca Oysa benin yetiştirdiğim öğrencilerinden Tarih okuyanları gördüm daha sonra, baktım garibanların anaları ağlıyordu derslerin zorluğundan, çokluğundan ve çeşitliliğinden.
Evet..Osmanlı Hanedanının bu gün hayatta kalanlarının çok büyük bir bölümüne artık Türk ya da Müslüman demek bile doğru değildir. İşin doğrusu onlar da hanedandan olmayı artık nostaljik bir hatıra olarak görmektedir.
O bahsettiğin 48 saat olayı da aslında pek yanlış değildir zira Son Halife Abdülmecit Efendi'ye ve ailesine ancak o kadar bir süre tanınmıştır. On günlük süre diğerleri için söz konusu olmuştur.
Kendilerine ait mallarına 1952 ya da 1974 yılından sonra kavuşan hiç olmamış da değildir. Yazımda da belirttiğim gibi Hanzade Sultanın Yeniköyde bir yalısı vardır mesela..
Selam ve sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Benim favori konum Susurluk. Meclis araştırma komisyon tutanaklarına kadar okumuşum. Komisyonun başına gelenler vesaire. Yemin bile edebilirim, yakın tarihimizde bundan daha çetrefilli olay yok. Kapılar kapılara açılıyor resmen. Susurluk başlangıç da değildi bir de.
Tereciye tere satmak asla değil yani hocam.