- 938 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANLATIM YANLIŞLARI
ANLATIM YANLIŞLARI
Televizyondaki reklâmları, haberleri izlerken; ulusal yayın yapan gazetelerin haberlerini, hatta manşetlerini okurken biraz dikkat edin, nice anlatım bozukluklarına şahit olacaksınız. İşin garip tarafı bu hatalar o kadar çok tekrar ediliyor ki biz izleyiciler ve okuyucular bu yanlışları fark etmiyor, aksine doğru anlatımmış gibi kullanıyoruz.
Meşhur bir sanat müziği şarkıcısının “hayret, hayret, hayret bir şeysin” nakaratıyla başlayan “hayret bir şey” biçimindeki anlatım yanlışı bunların başında geliyor. “İyi, güzel” sözcükleri sıfattır. Bunları bir ismin önünde nitelik bildiren bir kelime göreviyle kullanabiliriz: “İyi bir şey, güzel bir şey; iyi bir soru, güzel bir soru…” diyebiliriz. Peki “hayret bir şey” diyoruz da niçin “hayret bir soru, hayret bir insan” diyemiyoruz? Bu sorunun cevabı çok basittir: Hayret, sıfat olarak kullanılamaz. Doğru kullanım “hayret edilecek bir şey, hayret edilecek bir soru”dur.
Paralı yayın yapan bir özel televizyon kanalı en az on yıl her gün onlarca defa “…–e üye olun, …–e üye olun” diye göz boyayıp beyin yıkadı. Şifreli yayın yapan bir kanala; BOTAŞ gibi doğalgaz, TEDAŞ gibi elektrik satan bir kuruma üye olunmaz… Oluna olunsa abone olunur. Çünkü bu ilişkide para karşılığı mal veya hizmet satın almak söz konusudur. Fakat bir derneğe veya bir partiye üye olunabilir. Çünkü bu gibi müesseselerde gönüllülük esastır, üye olan kişi bir şey satın almaz.
Diyeceksiniz ki “Böyle güçlü bir televizyon kanalında hiç dil uzmanı yok mu, sen onlardan daha çok mu biliyorsun?” Elbette ki var… Onlar benden daha çok biliyorlar ki “abonelik” yerine “üyelik” sözcüğünü seçiyorlar. Abonelik, elini verince kolunu kaptırmak gibi bir şeydir; izleyicide olumsuz duygular uyandırır. Oysa üyelik masum ve sevimli bir kelimedir. Kısaca pazarlama taktiğidir bu.
“Kirlenmek güzeldir.” diye reklâm izliyoruz televizyon ekranlarında. Kirlenmek kesinlikle güzel olamaz. Fakat siz deterjan satacaksanız “kirli, mundar” anlamına gelen bu sözcüğü “güzel” hâle getirirsiniz.
Akıllı bir insanı övmek için “Korkunç zeki, manyak akıllı…” diyenleri mutlaka duymuşsunuzdur. Zekânın korkuncu, akıllının manyağı nasıl olur anlamıyorum. Televizyonda yayınlanan bir eğlence programında, mankenlikten gelme bir sunucu konuk ettiği bayan sanatçıya şöyle demişti: “Vallahi kıskandım seni, nişanlın korkunç yakışıklıymış!” Garabeti görüyorsunuz değil mi?
Yaz aylarında yapılan Cumhuriyet mitinglerinden birinin fotoğraflarını yayınlayan bir ulusal gazete şöyle bir manşet atmış: Ortalama iki yüz bin kişi…
Ortalama kelimesi birden fazla olay, varlık, durum için kullanılır. Meselâ “Babam cerrahtır, her gün beş–altı ameliyat yapar; ameliyathanede ortalama yarım saat kalır.” doğru bir kullanımdır. Fakat “Kardeşim bugün bademcik ameliyatı oldu, ameliyathanede ortalama yarım saat kaldı.” cümlesi yanlıştır. “Ortalama” yerine “yaklaşık” sözcüğü kullanılmalıdır. Dolayısıyla bu gazetenin “Yaklaşık iki yüz bin kişi… Tahmini iki yüz bin kişi…” demesi gerekirdi.
Beni çok rahatsız eden ve her gün birkaç defa işittiğim bir söz de “Şimdi kısa bir reklâm arası veriyoruz sayın izleyiciler.” cümlesidir. Sizce ders arası ne demektir? Teneffüs demektir değil mi? Kırk dakikalık ders yapıyorsunuz, tekrar kırk dakikalık ders yapılacak; bir ara veriliyor. On dakikalık bir ders arası… Veya ekmek arası köfte diyoruz. Yani iki ekmek parçasının arasında birkaç köfte… Peki “reklâm arası” ne demek? Eğer o televizyon kanalı saatlerce reklâm yayınlıyor, aralara da birer şarkı falan koyuyorsa diyeceğim yok…
Doğru kullanım “reklâm için kısa bir ara”dır.
Çok işittiğim anlatım yanlışlarından biri da uzun sözcüğünün kullanımıyla ilgilidir: “Orada uzun yıllar kaldım, takımımız uzun haftalar antrenman yaptı…” Böyle cümleleri siz de defalarca duymuşsunuzdur. Tatilin, teneffüsün, gecenin, gündüzün uzunu veya kısası olur ama haftanın, yılın uzunu, kısası olmaz. Çünkü hafta yedi, yıl ise üç yüz altmış beş gündür. “Nice haftalar, nice yıllar” denmelidir.
“1979’lu yıllar, 95’li yıllar” deyişi de çok yaygındır. 1979 yılı bir tanedir. 79’lu yıllar diyemezsin. 70’li, 90’lı yıllar olabilir, çünkü birden fazla yıl söz konusudur bu ifadede.
Son belediye başkanlığı seçiminde, büyükçe bir ilçenin belediye başkan adaylarından birinin afişi beni kahkahalara boğmuştu. Başkan adayı bastırdığı afişe kravatlı, yakışıklı, tebessüm eden bir fotoğrafını koymuş ve altına şöyle yazdırmış: “Değerli hemşerilerim! Sizin hizmetinize talibim…
Bu afişi dükkânların, otomobillerin camlarına yapıştırmışlar. İlçenin her ferdi sokağa çıkınca onlarca kez bu afişi görüyor fakat yapılan anlatım yanlışını kimse fark etmiyor. “Sizin hizmetinize talibim” ne demek biraz düşünün… Anladınız değil mi? Sizin kızınıza talibim ne demekse o demek.
Son olarak büyük bir gazetenin dokuz sütuna manşet yaptığı bir cümleyi yazayım: “Devlet borçlarını toplayamıyor…” Ne demek isteniyor bu cümlede? Yazıyı okuyunca anlıyorsunuz. Bağ-Kur’a bağlı esnaf primlerini ödemiyormuş, bazı şirketler de çalışanlarının primlerini sigortaya yatırmıyormuş. Fakat bu olay böyle mi ifade edilir? “Devlet alacaklarını toplayamıyor.” diyecek yerde tam tersini söylüyor.
Şimdi bu kısa girişten sonra ayrıntılara geçelim.
Hiç okula gitmemiş insanlarımızdan en meşhur yazarlarımıza kadar herkesin az veya çok yaptığı anlatım yanlışları kelimeleri kullanmaktan kaynaklanır. Bu yanlışları; eş anlamlı kelimeler kullanmak, bazı kelimeleri gereksiz kullanmak, anlamca çelişen kelimeler kullanmak ve bir kelimeyi veya deyimi yanlış kullanmak şeklinde özetleyebiliriz.
İslâmiyeti kabul edip de İslâm kültürü dairesine girince doğal olarak Arapça ve Farsçadan, önce “Allah, namaz, ezan” gibi dinle ilgili kelimeleri; daha sonra günlük hayatımızla ilgili “aile, fert, hür” gibi kelimeleri aldık. 1839 Tanzimat fermanından sonraki Batılılaşma çalışmaları sonucunda dilimize Fransızcadan ve İngilizceden kelimeler girdi.
Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün isteği ve direktifleriyle Türk Dil ve Tarih Kurumu kuruldu. Türk Dil Kurumunun gayretleriyle dilimizi özleştirme çalışmaları başlatıldı ve bu yolda epey mesafe kat edildi. Fakat bu arada bazı karışıklıklar yaşandı. Türk Dil Kurumunun türetip halkımızın beğenisine sunduğu bazı kelimeleri kullanma gayreti içinde olan halkımız bu kelimelerin Arapça asıllısını da unutamadı ve böylece eş anlamlı kelimeler kullanma yanlışına düştü.
Konuşmalara dikkat ediniz: “meselâ örneğin” , “imkân ve olanak yok” , “Türk milleti, ulusu” , “henüz hâlâ yanıt bulamadım” , “tebrik ve kutlama mesajı”, “saygı ve hürmetlerimi sunarım” , “ben politika ve siyaseti bilirim” , “Türkler hür ve özgür yaşamak ister” , “mağaza ful doluydu” gibi çok bariz yüzlerce anlatım yanlışına şahit olacaksınız.
Bugüne kadar on beş okul ve dershanede çalıştım. Öğretmenler kurulu yapılmadan önce gündem maddeleri belirlenir ve son madde hep “dilek ve temenniler” olur. Okul müdürlerine hep sormuşumdur: “Müdür bey, dilek ve temenni ne demek?” Doğal olarak soruma soruyla cevap almışımdır: “Sen edebiyatçısın, sen söyle.” Bu kelimelerin eş anlamlı olduğunu, ikisini birlikte kullanmamak gerektiğini söylememe rağmen hiçbiri tavsiyeme uymazdı.
Eşim İstanbul’da çalışan oğlumuza her gün mutlaka telefon açar ve her defasında “Oğlum sağlığın sıhhatin nasıl?” diye sorar. Defalarca uyardığım halde bu yanlıştan vazgeçmez.
Boşuna mı bir düşünür “Kötü alışkanlıklar paslanmış çivilere benzer; onları söküp çıkarmak zordur.” demiş?
Buna benzer anlatım yanlışlarından biri de anlamdaş deyimlerle kelimeleri birlikte kullanmaktır. ”Eli sıkı ve cimri bir insandı.” , “Ne pahasına olursa olsun mutlaka geleceğim.” , “Oraya ayda yılda bir seyrek giderim.” , “Bu ilaçları çocuğa iki günde bir, gün aşırı vereceksiniz.” , “Hiç olmazsa bari bir telefon açsaydı.” gibi…
Bu örneklerde şunu ifade etmeye çalışıyoruz: Meselâ ve örneğin eş anlamlı kelimelerdir. Bunları birlikte kullanmak anlatım yanlışıdır. Böyle bir durumda anlamdaş kelimelerden biri tercih edilmelidir. Siz örneğin dersiniz, başkası meselâ’yı tercih eder. Gereksiz kelime kullanmak bu örneklerden farklı bir anlatım yanlışıdır.
Bildiğiniz gibi mankenler yaşlanıp da podyuma çıkamayınca televizyon kanallarında sunuculuğa soyunuyor. Bunlardan biri yanına bir kameraman almış İstiklâl Caddesinde dolaşıyor ve bazı vatandaşlara sorular soruyor:
–Bugünkü cumhurbaşkanımız kimdir?
–Abdullah Gül.
–Tebrik ederim, soruyu doğru bildiniz.
“Doğru bildiniz” ne demektir? Bilmek fiilinin içinde “doğru olmak” yok mudur?
Ya “Soruyu doğru cevapladınız.” demelidir veya sadece “”Soruyu bildiniz.”…
Çevrenizde “Filanca kişi kendisini intihar etmiş.” ifadesini kullananlar mutlaka olmuştur. “intihar etmek” zaten kişinin kendisine yönelik bir eylemidir. Ya “Kendisini öldürmüş” veya sadece “intihar etmiş” denmelidir.
Meşhur bir şarkıcımız televizyondaki şov programında bir konuk sanatçıya: ”Ay şekerim, bu takma peruk sana çok yakışmış.” demişti. “Peruk” takma saç anlamına gelir. Takma diş diyebilirsiniz, çünkü dişin doğalı da vardır. Fakat “takma peruk” söz öbeğinde gereksiz kelime kullanılmıştır.
Bazen TRT 3’te basket maçı izlerim. Maçı anlatan spiker her maçta mutlaka ”Şu gereksiz hatalar olmasa… Gereksiz hatalar yüzünden maçı kaybedeceğiz.” gibi cümleler kurar. Hatanın gereklisi var mı ki gereksizi olsun? “Basit” sıfatını kullanmalıydı.
Küçük bir sahil kasabasında denize nazır bir çay bahçesinde oturuyorum. Bir çocuk yerel gazetelerden birini satıyor. Bir tane alıp ilk sayfaya baktım. Hiç unutamıyorum; manşet beni dakikalarca güldürmüştü: İznik Gölünün Kıyısındaki Sahilde Ölü Bir Erkek Cesedi Bulundu… Kısacık cümledeki yanlışlara bakınız. Bazı sahiller dağ başında olur ya, gazetecinin bahsettiği sahil göl kenarındaymış(!) Ayrıca morgda çalışanlar iyi bilir; bazı cesetler diri olur ya; o ceset ölüymüş(!)
“Parasını geri iade ettim.” gibi söyleyişler de çok yaygındır. “İade etmek” geri vermektir, bu söyleyişte “geri” sözcüğü gereksizdir.
Hava durumu programlarını izlerken yüzlerce kez işittim: “Yarın hava Bursa’da sıfırın altında eksi on derece olacak.” Hem sıfırın altında, hem de eksi…
“Tesadüfen rastlamak, yasa dışı suç işlemek, karşılıklı mektuplaşmak, gizli sırlar, alçak sesle fısıldamak, gezici seyyar satıcı,” örnekleri de çevremdekilerin konuşmalarından saptadığım anlatım yanlışları…
Bazen de insana “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” dedirten saçma ifadeler anlatım yanlışlığına neden olur. Bu tür yanlışlıklar mantıksızlıktan veya anlamca çelişen kelimelerin birlikte kullanılmasından kaynaklanır. Yazımın başında belirttiğim “manyak akıllı, korkunç yakışıklı” ifadeleri bu tür saçmalıklardır.
Televizyonda naklen yayınlanan bir boks maçını sunan yorumcunun:” Bu akşam boksörümüz zorlanacağa benziyor sayın izleyiciler; çünkü karşısında dişine göre bir rakip var.” deyişini hiç unutamam. “Zorlanmak” fiili ile “dişine göre olmak” deyimi anlamca çelişiyor. Rakip boksör güçlü mü, güçsüz mü anlayamıyoruz. Belki de yorumcu “dişli rakip” demek istedi.
Bursa’da Kapalı Çarşı esnafı her bayram arifesinde çarşı girişine bir pankart asar: “Yaklaşan bayram nedeniyle çarşımız geceleri açıktır.” Bu cümle Ramazanda bazı lokantaların pencerelerine astığı “İftarda açığız.” cümlesine benzer. Yani Kapalı Çarşı esnafı “geceleri açıktır” derken aynı zamanda “gündüzleri kapalıdır” demiş oluyor. Fakat asıl anlatmak istedikleri elbette bu değildir. O halde esnaf bu yazıyı “…geceleri de açıktır.” şeklinde değiştirmelidir.
“Arkadaşım Ercan da hiç şüphesiz üniversiteyi bitirmiş olmalı.” cümlesinde “hiç şüphesiz” sözü kesinlik bildirirken “olmalı” fiili “ihtimal” ifade etmektedir. Sonuç olarak bu çelişen sözler cümleyi mantıksız kılmaktadır. Aşağıda yazdığım birkaç cümlede de bunlara benzer saçma söyleyişler mevcuttur:
“Başbakan nihayet beklenen sürpriz açıklamayı yaptı.”
“Elbette bayramda kızım ve damadım Bursa’ya gelebilir.”
“Eminim ki parası olsaydı bekli de bize olan borcunu öderdi.”
“Önce bu makaleye ayrıntılarıyla göz atacak, sonra da ödevini yapacaksın.”
“Zavallı Osman tarlayı güç bela sürüvermişti.”
“Müfettişler müdüre çalakalem hazırlanmış güzel bir rapor sundular.”
Mantık yanlışlığı sadece çelişen sözlerden kaynaklanmaz. Cümledeki bazı sözlerin yanlış sıralanması da mantıksızlığa sebep olur. Mesela bir edebiyatçı: “Üslup kelimeleri kullanma ve seçme sanatıdır.” diyor. Bu cümlede mantık hatası yapılmıştır. Bu tanımda önce “seçme”, sonra da “kullanma” sözcükleri yer almalıydı.
“Bu tür hastalıklar ölüme, hatta sara nöbetlerine yol açar.” cümlesindeki mantıksızlık çok daha barizdir. Bu cümleden sara nöbetinin, ölümden daha tehlikeli bir sonuç olduğu anlamı çıkıyor.
“Hükümet, meclis üye tam sayısının bir fazlasıyla güvenoyu alabilir.” şeklinde bir yasa olsaydı hiçbir hükümet güvenoyu alamazdı. Çünkü bu cümleye göre toplam 550 milletvekili olan bir meclisten bir hükümetin güvenoyu alması için 551 oya ihtiyacı vardır. Bu cümlede “bir” sözcüğünden önce “yarısının” sözcüğü kullanılmalıdır.
“Şirket müdürünün teklifi genel kurulda yediye karşı dört oyla kabul edildi.” cümlesi de saçmadır. Böyle bir uygulama faşist yönetimlerde görülür. Bu cümledeki rakamların yeri değiştirilirse anlatım bozukluğu giderilmiş olur.
En çok yapılan anlatım yanlışı ise kelimelerin ve deyimlerin yanlış kullanılmasıyla alakalıdır.
“Bursa belediyesi 20 – 25 civarında yeni otobüs alacak.” cümlesindeki “civar” sözcüğü yanlış kullanılmıştır. “25 civarında” deseydi sorun yoktu. Bu cümledeki ifade hatası “20 – 25 arasında” biçimindeki bir değişiklikle de giderilebilir.
“Âşık Veysel’in 12. ölüm yıldönümü kutlama programı az sonra başlayacak.” cümlesinde “kutlama” yerine “anma” kullanılmalıdır.
“Beşiktaş attığı bu golle Şampiyonlar Ligi kapısını ardına kadar araladı.” cümlesinde “aralamak” yerinde kullanılmamıştır. “Açmak” fiili tercih edilmeliydi.
“Önümüzdeki haftanın önemli programlarından bazılarını sizlere hatırlatmaya çalıştık sayın dinleyiciler.” cümlesinde “hatırlatmak” sözcüğü kullanılamaz. Çünkü “geçen haftanın programı” hatırlatılabilir; gelecekle ilgili hatırlatma yapılamaz. Bu cümlede “tanıtmak” tercih edilmeliydi.
“10 Aralık 2007 yılında işe başladım.” cümlesinde “yıl” yerine “tarih” kullanılmalı.
“İstanbul’a dünden itibaren kar yağıyor cümlesinde “itibaren” çıkarılıp “beri” denmeli.
“Maçtaki gollerden birini Hakan Şükür kullandı.” cümlesinde “kullanmak” yanlıştır. Burada “atmak” fiili tercih edilmeliydi.
Biz burada yedi – sekiz örnek vererek meramımızı anlattık inancındayız. Bu örnekler sözlükteki kelime sayısınca çoğaltılabilir.
Kelimelerin yanlış kullanılmasıyla ilgili dikkat çekmek istediğim bir nokta da olumlu veya olumsuz durum ifade eden kelimelerin anlamına ve işlevine uygun kullanılmayışıdır. Mesela “kavuşmak” olumlu, iyi sonuçlar için kullanılır: Sağlığa kavuşmak, mutluluğa kavuşmak gibi… “Böylece ilçemiz çirkin bir görünüme kavuştu.” cümlesinde bu sözcük yanlış kullanılıyor. “Kavuşmak” yerine” bürünmek” kullanılmalı. Tıpkı bunun gibi “Oğlum sıra arkadaşı yüzünden takdir aldı.” diyemezsin. “Yüzünden” yerine “sayesinde” denmeli. Veya tam tersi “Oğlum sokak çocukları sayesinde hapse düştü.” diyemeyiz.
“Soğuk ve nemli havalar çocuğun astım olmasını sağladı.” , “Bu ilaçlar çocuğun veremden kurtulmasına neden oldu.” cümlelerinde de aynı tip anlatım yanlışları yapıyoruz. Yani “sağlamak” ile “neden olmak” fiillerini anlamına ve işlevine uygun kullanmıyoruz.
Defalarca işittiğim bir anlatım yanlışı ise “şans” kelimesiyle ilgilidir. “Yağmurlu havalarda taşıtların kaza yapma şansı yüksektir.” cümlesindeki gibi “ölüm şansı, yaralanma şansı…” ifadelerini çok okudum ve işittim. Bu cümlelerde “ihtimal, risk” gibi sözcükler tercih edilmeli.
Bu örneklerde olduğu gibi deyimleri kullanırken de bazı hatalar yapıyoruz. Deyimlerle ilgili anlatım hataları iki türlüdür: Birincisi bir deyimin biçimce yanlış kullanılması, ikicisi ise anlamca…
Deyimler kimyadaki formüller gibi kalıp ifadelerdir; değiştirilemez. Mesela “koca karı ilacı” yerine “karı koca ilacı” diyemeyiz veya “karı koca ilan etmek” yerine “koca karı ilan etmek” denemez.
“Yüreği ağzına gelmek” deyiminde “yürek” yerine kalp” , “kalp kalbe karşıdır, kalp krizi” deyimlerinde “kalp” yerine “yürek” sözcüğünü kullanamazsınız.
“Çocukların okul masrafları ailenin belini eğdi.” cümlesinde “belini bükmek” deyimi kullanılmalıdır.
“O açıkgöz biridir, nabza göre şerbet dağıtmasını bilir.” cümlesindeki deyim biçimce yanlış kullanılmıştır. Burada “dağıtmak” yerine “vermek” kullanılmalıdır.
Deyimlerin anlamca yanlış kullanılması da sıkça şahit olduğum anlatım bozukluklarındandır. Çalıştığım liselerden biri ÖSS’de Türkiye birincisi çıkarınca Bakanlıktan bir kutlama mesajı gelmiş, lise müdürü de doğal olarak bu mesajı fotokopi makinesiyle büyütüp bir örneğini çerçeveleterek odasının başköşesine asmış: Mesaj aynen şöyle: “Okulunuz spordaki başarılardan başka ÖSS’deki başarısıyla da göze batmaktadır.” Bu cümlede “göze batmak” anlamca yanlış kullanılmıştır. Çünkü bu deyim olumsuz durumlar için kullanılır. Mesela “9-B sınıfındaki Ercan Demir şımarık ve terbiyesiz davranışlarıyla göze batıyor.” cümlesindeki kullanımı doğrudur. Bakanlığın mesajında “göze batmak” yerine “göz doldurmak” kullanılmalıydı.
Bir örnek daha vererek konuyu bitirmek istiyorum. “Eşyaları beşinci kata çıkarıncaya kadar yüreği ağzına geldi.” , “Kadın, hırsızı karşısında görünce korkudan akla karayı seçti.” cümlelerindeki deyimler de yanlış kullanılmıştır. Bu deyimlerin yerini değiştirirsek anlatım bozukluğunu gidermiş oluruz.
Son olarak şunu ifade etmek istiyorum. Dilimizde on binlerce kelime ve binlerce deyim vardır. Her kelimeyi ve deyimi biçimce ve anlamca doğru kullanmamız söz konusu olamaz. Çobandan profesöre kadar herkes bu tür hatalar yapar. Fakat yanlışları asgari seviyeye indirmek için çaba göstermeliyiz. İşe TDK’nin sözlüğünü alıp evimizdeki kitaplığın başköşesine koymakla başlayabiliriz. Bu sözlüğü biz kullanmasak bile çocuklarımızın kullanmasını sağlamalıyız.
Yukarıda belirttiğimiz anlatım bozuklukları lise veya ilköğretim mezunu herkesin sezebileceği, yapmamaya özen gösterebileceği ifade hatalarıdır. Lise dil bilgisi derslerini tam öğrenememiş veya unutmuş kişilerin fark edemeyeceği anlatım yanlışları konunun zor yanıdır. Bu bölümü tamlamalardan, eklerden, noktalama işaretlerinden ve öğelerden kaynaklanan anlatım yanlışları diye dört gruba ayırabiliriz.
Bilindiği gibi dilimizde isim ve sıfat tamlaması olmak üzere iki tür tamlama vardır.
Tamlayanı veya tamlananı ortak iki isim tamlaması bağlaçlarla bağlanabilir. Mesela “çocuk hakları” ve kadın hakları” söz öbekleri tamlananı ortak iki belirtisiz isim tamlamasıdır. Bunları “Derneğimiz çocuk ve kadın haklarını ihlal edenlerle mücadele amacıyla kuruldu.” cümlesindeki gibi bağlayabiliriz. Bu durumda “çocuk ve kadın hakları” söz öbeği zincirleme isim tamlaması olmaz; bağlanmış belirtisiz isim tamlaması veya tamlayanı iki isimden oluşan belirtisiz isim tamlaması olur. Tıpkı bunun gibi “Türk dili” ve “Türk edebiyatı” tamlamalarının tamlayanları ortaktır; bunları da “Türk dili ve edebiyatı” şeklinde bağlayabiliriz. Bu söz öbeği ise tamlananı iki isimden oluşan, bağlanmış belirtisiz isim tamlamasıdır.
Eğer bağlaçlarla bağlanan tamlamaların herhangi bir öğesi ortak değilse anlatım bozukluğu oluşur. Bir uçak kazasının ardından, televizyonda verilen bir haberde geçen şu cümleyi ömrümün sonuna kadar unutamam: “ Pilotun ve uçağın enkazı geniş bir bölgede aranıyor.” “Uçağın enkazı”nı anladık da, “pilotun enkazı” ne demek? Bu cümlede “pilotun” sözcüğünden sonra “cesedi” denmelidir.
“Arkadaşım ve ben rengârenk çiçeklerin ve ulu çınarların altından geçerek sahile ulaştık.” cümlesini okumuştum bir romanda. Bu cümleyi kuran kişi büyük ihtimalle edebiyat parçaladığını zannediyordur argo tabirle. Gerçekten de parçalamış (!) Kendisini köstebek yapmış. “Çiçeklerin” sözcüğünden sonra “arasından” demeliydi oysa.
“Yarınki dersimizde yazım ve noktalama işaretlerini işleyeceğiz.” cümlesini de ben ağzımdan kaçırmıştım bir defasında. Sonra da yanlışı fark edip kırk kişilik sınıfa “Kurduğum bu cümlede anlatım bozukluğu var mı?” diye sormuştum. Hiçbiri de bilememişti ve şu anda yazdıklarımı anlatmak zorunda kalmıştım.
“Benim ve senin kaderin birbirine benziyor.” Cümlesinde ve’den önce “kaderim” kullanılmalıdır. “Bursa’nın geçim ve trafik sıkışıklığı her geçen gün artıyor.” cümlesinde de aynı tarz hata yapılmıştır.
Tamlamalarla ilgili yanlışlıklar başka türlü de olabilir. Çok ilginç bir örneğine yine bir televizyon haberinde tanık olmuştum. Spiker elindeki yazılı metne bakarak şöyle demişti: “Bu korkunç trafik kazasında biri çocuk iki kadın öldü.” Bu cümleden kaç kişinin öldüğü anlaşılıyor mu? Ölenler bir çocuk iki kadın mı? Yoksa biri çocuk iki kişi mi? “Biri çocuk iki kadın” ne demek? Ne saçma bir cümle değil mi? Bu saçmalığın şokundan henüz kurtulamamışken spiker: “Kazadan sonra ikisi ağır, altı kişi hastaneye kaldırıldı.” demez mi! Acaba bu haber metnini yazan gazeteci “ağır” sözüyle ne demek istiyor? 100 – 150 kiloluk insanlardan mı bahsediyor? Bir müddet düşündükten sonra ne demek istediğini anlıyorsunuz. “… ikisi ağır yaralı, altı kişi…” demek istiyor.
“Kardeşini sinemada görmüşler.” , “Kaza yaptığına üzüldüm.” cümlelerinde kardeş kime aittir, kaza yapan kaçıncı kişidir? Bu sorulara cevap verilemez. Bu cümlelerde bir anlam bulanıklığı vardır. Anlam belirsizliğini gidermek için iki cümlenin de başına “senin” veya “onun” sözcüklerinden birinin getirilmesi şarttır.
Herhangi bir öğesi ortak olan iki isim veya sıfat tamlaması bağlanabilir demiştik. Fakat bir isim tamlamasıyla bir sıfat tamlaması bağlanamaz; çünkü bu tamlamaların herhangi bir öğesinin ortak olması mümkün değildir. Politikacıların sık sık kurdukları bir cümledeki anlatım yanlışına dikkatinizi çekeyim: “Bu yasa kamu ve özel sektörde çalışan işçileri ilgilendiriyor.” Bu cümlede geçen “özel sektör” sıfat tamlamasıdır, “kamu” sözcüğü ise isimdir. Başka deyişle “özel sektör” denir ama “kamu sektör” denmez. Bu cümle şöyle kurulmalıdır: “Bu yasa kamu sektöründe ve özel sektörde çalışan işçileri ilgilendiriyor.
Tam tersi bir örnek daha verelim: “İlçemizde her yıl ağustos ayında kültürel ve sanat etkinlikleri gerçekleştiriliyor.”… Bu cümlede ise “sanat etkinlikleri” söz öbeği isim tamlamasıdır, “kültürel” ise sıfattır. Bu cümledeki anlatım yanlışı iki şekilde giderilir. Ya kültürel’deki –el yapım eki atılmalıdır veya “…kültürel etkinlikler ve sanat etkinlikleri…” denmelidir.
Bazı dershanelerin reklâmlarında “Askerî ve fen liselerine hazırlık” veya “Fen ve askerî liselere hazırlık” şeklinde anlatım bozukluğu yapıldığına siz de şahit olmuşsunuzdur.
Aşağıda yazdığım cümlelerin hepsinde isim ve sıfat tamlamalarının bağlanmasıyla ilgili anlatım bozukluğu vardır.
“Yarın bu bölgeye güvenlik ve askeri güçler sevk edilecek.”
“Kardeşim hem özel hem de devlet hastanesinde tedavi oldu.”
“Bu yörede bazı yıllar karasal, bazı yıllar ise Akdeniz iklimi görülmektedir.”
“Bu önlemler ekonomik ve sağlık açısından yararlı sonuçlar verdi.”
Öğrenci kompozisyonlarında, gazetelerin okuyucu köşelerinde ve internetteki sanal edebiyat dergilerinde en çok rastladığım anlatım yanlışı eklerle ilgilidir. Bir ekin yanlış, gereksiz kullanılması veya ek noksanlığı anlatım bozukluğuna neden olur.
Bilindiği gibi dilimizde yapım ve çekim eki olmak üzere iki grup ek vardır. Bu ekler yüzlercedir ve lise dil bilgisi kitaplarında hepsi işlevleriyle birlikte yazılıdır.
Yıllar önce bir devlet adamı “Sırplılar, Bosna’yı harabe şehir haline getirdi.” demişti. Bu cümlede kullanılan -lı yapım eki anlatım yanlışına neden olmuştur. Çünkü bu ek Bursa, köy, Fransa gibi yer adlarına gelir: Bursalı, köylü, Fransalı... Bu eki millet adlarına ekleyemeyiz. Türklü, Sırplı, İngilizli diyemeyiz.
Yine bir ulusal gazete bazı devlet ve iş adamları uçakla İran’a giderken: “Geziye katılanlara İranlı parası verilecek.” diye manşet atmıştı. Bu cümlede ise -lı eki gereksiz kullanılmıştır. İran parası, Türk lirası, Kanada doları diyebiliriz ama İranlı parası diyemeyiz.
“Türkçede, Arapça ve Farsça dillerinden geçmiş sözcükler vardır.” cümlesinde de -ce yapım eki iki sözcükte gereksiz kullanılmıştır. Çünkü Arapça “Arap dili” demektir. Bu cümledeki anlatım yanlışı iki şekilde giderilebilir. Ya “Türkçede, Arapça ve Farsçadan geçmiş sözcükler vardır.” denmelidir veya “Arapça” ve “Farsça” sözcüklerindeki yapım ekleri atılmalıdır.
“Sanat eserleri insanlara hoşgörülük ve duyarlık kazandırır.” cümlelerinde yapım eki noksanlığı söz konusudur. “… hoşgörülülük ve duyarlılık…” denmelidir.
Her Türk vatandaşının mutlaka işittiği bir anlatım bozukluğu ise -cı ekinin kullanımıyla alakalıdır. “Manavcı, bakkalcı, kasapçı, berberci” diyenleri çok duymuşsunuzdur. Bu sözcüklerdeki yapım eki gereksizdir. Çünkü -ci eki nesne adlarına ulanarak “o varlığı üreten veya alıp satan kişi” anlamında sıfat türetir: Peynirci, balıkçı, demirci… Manav ise “sebze meyve alıp satan kişi” anlamına gelir. Yani -ci ekinin nesne adlarına kattığı anlam “manav, kasap, bakkal…” sözcüklerinde zaten vardır.
Bu yaz turistik bir ilçede gezerken bir mağaza yetkilisinin elime tutuşturduğu bir el ilanı beni çok güldürmüştü: “Deneyimli ve uzman kadrosuyla hizmetinizdeyiz.” Bu cümlede de ek yanlışlığı vardır. “Kadrosuyla” yerine “kadromuzla” denmeliydi.
“Park etmesi yasaktır. Çöp dökmesi yasaktır.” cümlelerini bazı apartmanların duvarlarında görmüşsünüzdür. Bu cümleler “Onun park etmesi veya çöp dökmesi yasaktır.” anlamına gelir. Başka deyişle “Benim veya senin park etmemiz serbesttir” anlamına da gelir. “Park etmek yasaktır.” denmelidir.
“Sigara dünyadaki en tehlikeli ve en yaygın alışkanlığıdır.” cümlesinde tamlanan eki gereksiz kullanılmıştır. “Alışkanlığıdır” yerine “alışkanlıktır” denmelidir.
“Bir şair her şeyden önce anadilini iyi bilmesi gerekir.” cümlesinde ise tamlayan eki noksanlığı söz konusudur. “Şair” sözcüğüne -in eki eklenmelidir.
“Yılanlar dünyanın - kutuplar hariç- hemen hemen he yörede yaşar.” cümlesinde “yörede” yerine “yöresinde” kullanılmalıdır.
Örnekler sürdürülebilir. Kısaca bir eki kullanmamak, yanlış veya gereksiz kullanmak anlatım bozukluğudur.
Sözlü anlatımda ses tonumuzu yükseltir veya alçaltırız; sesimize öfke, üzüntü, şaşkınlık gibi duygular katabiliriz. Dinleyici bizi anlamamış veya yanlış anlamışsa farklı cümleler kurarak düşüncelerimizi tekrar ifade edebiliriz.
Yazılı anlatımda bu imkânlar yoktur. Bir yazımızın herhangi bir gazete, dergi veya kitapta yayımlanması yaydan çıkan oka benzer. Yazdıklarımız o sayfalarda yıllarca hiç değişmeden kalacaktır. Yaptığımız hatalar asla düzelmeyecek, yazımızın başında, ortasında veya sonunda sırıtıp duracaktır. Sonradan hayıflanıp pişman olmamak için duygu ve düşüncelerimizi okuyuculara eksiksiz ve kusursuz iletmek zorundayız.
Okuyucu bir cümlemizi okuduktan sonra “Acaba şunu mu demek istedi, yoksa bunu mu anlatmak istiyor?” şeklinde tereddüde düşmemelidir. Okuyucu, yazarı bir defa, belki iki defa affeder. Üçüncüsünde vazgeçer okumaktan ve kitabınız çöpe atılır. Artık siz onun gözünde bir hiçsinizdir. Bu nedenle yazar olmayı düşünen, kalem oynatmaya çalışan herkesin yazım kurallarını ve noktalama işaretlerini bilmesi ve bildiklerini yazılarında uygulaması gerekir.
Noktalama işaretlerinin eksik veya yanlış kullanılmasıyla ilgili çok bilinen fakat kaba bir ifade saydığım bir örneği değiştirerek yazıyorum: “Ders çalış ablan gibi tembel olma.” Bu cümleyi kuran kişi acaba ne demek istemiştir? Hitap ettiği kişiye “abla”yı çalışkan biri olarak mı gösteriyor? Yoksa ondan “abla”yı örnek almamasını mı istiyor. Bu anlam bulanıklığının giderilmesi için cümlede mutlaka virgül (,) kullanılmalıdır. Virgül işareti çalış’tan sonra da kullanılırsa “ablanın tembel olduğu”, gibi’den sonra kullanılırsa çalışkan olduğu anlaşılır.
“Hasta doktora yaklaştı.” cümlesinde “o” gizli öznesi “hasta doktora” mı yaklaşmıştır yoksa bir hasta doktora mı yaklaşmıştır? Okuyucuların böyle sorular sormaması için “Hasta”dan sonra mutlaka virgül kullanılması gerekir.
“Üzümü, pamuğu, buğdayı deneyip başaramadıkları için yetiştiriyorlar.” cümlesinde ne anlatılmaya çalışılıyor? Onlar gizli öznesi “üzüm, pamuk, buğday” mı yetiştiriyor? Hani deneyip başaramamışlardı? Niçin yetiştiriyorlar peki? Bu cümlede “Üzümü” sözcüğünden sonra noktalı virgül ( kullanılmalıdır. Bu durumda cümlede ifade edilmek istenen olay belirginleşir, mesaj tam olarak algılanır. “Onlar” gizli öznesinin “pamuğu, buğdayı” deneyip başaramadıkları ve bu nedenle üzüm yetiştirdikleri anlaşılır.
“Şampiyonlar ligindeki gururumuz Galatasaray, Milan, Barcolana gibi büyük takımlarla maç yapacak.” cümlesinde de böyle bir anlam bulanıklığı vardır. Şampiyonlar liginde gururumuz olan bir takım -mesela Fenerbahçe veya Beşiktaş- Galatasaray’la, Milan’la, Barcelona’yla mı maç yapacak? Hayır, bunu demek istemiyor yazar. O halde Galatasaray’dan sonra noktalı virgül kullanacaksın.
“Genç müdür yardımcısı odasına doğru gidiyor.” Bu cümlede giden genç midir, yoksa müdür mü? Genç müdür yardımcısı da gitmiş olamaz mı?
“Asker türküleri dinlerken çok hüzünlenirdi.” cümlesinde “o” gizli öznesi asker türküleri dinlerken mi hüzünleniyor? Yoksa bir asker, türküleri dinlerken mi hüzünleniyor.
Şimdi konumuzun en zor bölümüne, yani öğelerden kaynaklanan anlatım yanlışlarına geldik.
Şimdi konumuzun en zor bölümüne, yani öğelerden kaynaklanan anlatım yanlışlarına geldik.
Geçen sene YTL’ye geçerken büyük bir gazete yeni liraların fotoğraflarını çekip ilk sayfasında biz okuyucularına yeni paralarımızı tanıtmıştı. Para fotoğraflarının üzerinde de dokuz sütuna manşet: “Yeni Türkiye’nin lirasını tanıtıyoruz.” Bu manşeti yazan gazeteciye sormak gerek: Yeni olan Türkiye mi, lira mı? “Türkiye’nin yeni lirasını tanıtıyoruz.” demesi gerekmiyor mu?
Üniversite öğrencilerinden biri gazeteye ilan vermiş: “İngilizce özel ders verilir.” Bu cümleden ben şunu anlıyorum. Bu delikanlıya gideceğim ve:” Bana tarih veya fizik dersi ver fakat ilanda yazdığın gibi bu dersleri İngilizce anlat.” diyeceğim. Ama bu genç, bu cümleden çıkarılabilecek anlamı kastetmedi. “Özel İngilizce dersi verilir.” demek istedi.
İnşaatların önünden geçerken şu uyarıyı defalarca okumuşsunuzdur: “İzinsiz inşaata girilmez.” Bu cümleden çıkan anlam şudur: Kaçak yapılan inşaata girilmez fakat izin alınarak yapılan inşaata girilir. Oysa bu uyarıyı yapan müteahhitler şunu söylemeye çalışıyor: “İnşaata izinsiz girilmez.”
Bu örneklerde gördüğümüz gibi sıfatı, zarfı ve diğer öğeleri yerinde kullanmak gerekir. Yerinde kullanılmayan öğe cümleden farklı anlamlar çıkarılmasına neden olur.
Meşhur bir politikacımız iki yıl kanserle mücadele etmiş ve sonunda hastaneye yatmıştı. Hastanede üç ay yatarak tedavi oldu ve sonunda vefat etti. Özel televizyon kanallarından biri bu olayı haberlerinde şöyle duyurdu: “… bugün yakalandığı hastalığa yenik düştü.” İnsanı şaşırtan bir cümle… Hastalığa bugün yakalanmış ve ölmüş. “Bugün” zarfı “yenik düştü”den önce kullanılmalıydı.
“Sermayesi en yüksek ülkenin üç bankasından biriyiz.” cümlesini reklâmlarında kullanan bankaya ne dersiniz? Ülkeyi bir şirket gibi düşünüp ülkenin sermayesinden bahsediyor. “Ülkenin, sermayesi en yüksek üç bankasından biriyiz.” denmeliydi. Bir coğrafya kitabında okuduğum “Her geçen gün kaybolan Torosların bitki örtüsüne sahip çıkmalıyız.” cümlesinden Torosların gün geçtikçe kaybolduğu anlamı çıkmıyor mu? Bu cümledeki “her geçen gün kaybolan” sıfat grubunun “bitki örtüsü”nden önce kullanılması gerekmez mi?
Günlük konuşmalarda “ Kahvaltı olarak çay ve simit yedik.” diyenleri çok işitmişsinizdir. “Simit” nesnesi “yemek” fiiliyle uyuşuyor ama “çay” nesnesi uyuşmuyor. Başka deyişle “simit yemek” denir fakat “çay yemek” denmez. Bu tip anlatım yanlışlarına nesne - yüklem uyuşmazlığı veya yüklem eksikliği diyoruz. Bu cümle “…çay içtik ve simit yedik.” şeklinde düzeltilmelidir.
“Ağabeyim düğünde siyah bir kravat ve beyaz bir gömlek giymişti.” cümlesine benzer anlatım yanlışını da çok duydum. Kravat giyilmez, takılır.
Aslen türkücü olup artistliğe özenen, hatta senaryolar yazıp kameramanlık da yapan, büyük bir yetenek olduğu için (!) yönetmenliği de başaran bir jönümüz
kendisinin yazıp kendisinin oynadığı bir filmde: “Kurtulduk bu kadından; artık ne sesini ne de yüzünü görürüz.”demişti. Şimdi sormak gerek on parmağında on marifet olan bu sanatçıya: “Affedersin ama kadının sesini nasıl göreceksin?”
Yine bir siyasetçi bir parti liderini överken: “Ben abdest ve namaz kılmayı ondan öğrendim.” demişti. “Abdesti ve namazı” deseydi sorun yoktu; fakat bu cümlede “abdest”ten sonra “almayı” sözcüğü kullanılmalıydı.
Okullarda nöbetçi öğretmenlerin: “Oğlum, kapının önünde dikilmeyin; ya içeri ya da dışarı çıkın!” diye bağırdıklarını çok işittim. İçeri çıkılmaz ki… “Bu adam gençliğinde ne içki ne de kumar oynamıştı.” cümlesinde de aynı hata var. İçki oynanmaz, içilir.
“Bu evi, babanız ölmeden önce mi yoksa sonra mı aldınız?” cümlesinde “yoksa”dan sonra “öldükten” sözcüğü kullanılmalıdır.
Ya “Pazar günlerimi evde gazete ve televizyon seyrederek değerlendiriyorum.” diyen ünlüye ne dersiniz? Gerçi bazıları gazeteyi seyrediyor ama… “Bu evin hem cefasını hem de sefasını sürdüm.” diyen kişiye sormak gerek: “Cefa nasıl sürülür?”
Kaçak yolcuların yabancı uyruklu ve Müslüman olmadıkları açıklandı.” Alt manşetini yazan gazeteci ne demek istiyor acaba? Kaçak yolcular yabancı uyruklu değilmiş, Müslüman da değilmiş. Fakat haberin tamamını okuyunca asıl anlatılmak istenenin böyle olmadığını anlıyoruz. O halde bu cümlede ve’den önce “oldukları” sözcüğü kullanılmalı.
Bir lisede yöneticilik yaptığım yıllarda, serince bir kış gününde, kaloriferi yakmakla görevli hizmetli odama gelip: “Hocam bugün hava iyi; kaloriferi az mı yoksa hiç mi yakmayayım?” diye sormuştu. Ben de ona: “Az yakma!” diye cevap vermiştim. Eee, böyle başa böyle tarak; böyle soruya, böyle cevap…
Cümlede yüklem eksikliği anlatım bozukluğuna yol açar da özne eksikliği açmaz mı? Elbette ki açar. Bu yanlışlık sıralı ve bağlı cümlelerle ilgilidir. Birden fazla yargı bildiren bu tip cümlelerde özne ortak olabilir. “Televizyon karşısına oturmuş, haberleri izliyordum.” sıralı cümlesinde “oturma ve izleme” eylemlerini yapan “ben” gizli öznesidir. Kısaca bu cümle, özneleri ortak bir sıralı cümledir.
“Annesinin sinirleri bir hayli gerilmiş ve ziyadesiyle üzülmüştü.” cümlesinde özne ortak gibi görünmektedir ama dikkatle incelendiğinde ortak olmadığı anlaşılır. Bu cümlede gerilen “annesinin sinirleri”dir fakat üzülen sinirler olamaz. Bu durumda ikinci cümlenin başında bir özne kullanmak gerekir. Yani ve’den sonra “annesi” demek gerekir.
“Okulun inşaatı yazın bitirilecek ve 1 Eylülde eğitim – öğretime açılacak.” cümlesinde de aynı hata yapılmıştır. Bitirilecek olan “okulun inşaatı”dır. Öğretime açılacak olan inşaat değildir. O halde ikinci cümlenin başında “okul” öznesi kullanılmalıdır.
“Hiç kimse, hiçbiri, hiçbirimiz, kimse” gibi belgisiz zamirler özne göreviyle kullanılınca yüklem olumsuz olmalıdır. “Hiç kimse gelmedi, hiçbiri bilemedi” gibi. Bu özneleri başta kullanıp sıralı ve bağlı cümle oluşturulduğunda ikinci cümlede olumlu yüklem kullanmak çok yapılan anlatım yanlışıdır. Mesela “Hiç kimse gerçeği anlatmamış; onu yalan yanlış sözlerle oyalamıştı.” cümlesinde böyle bir hataya düşülmüştür. “Hiç kimse anlatmamış” diyebiliriz ama “hiç kimse oyalamıştı” diyemeyiz. Bu cümlede noktalı virgülden sonra “hepsi” sözcüğü kullanılmalıdır.
Az önce sıralı ve bağlı cümlelerde öznelerin ortak olabileceğini bir örnekle ifade etmiştik. Tıpkı bunun gibi cümlelerde tümleçler de (nesne, zarf ve edat tümleçleri, dolaylı tümleç) ortak olabilir. Mesela “Kadın fesleğenlerini çok seviyor, gün aşırı suluyordu.” sıralı cümlesinde “fesleğenleri” nesnesi ortaktır. Kadın fesleğenleri sevmektedir ve fesleğenleri sulamaktadır.
Bu cümleyi “Kadın fesleğenlerine gözü gibi bakıyor, gün aşırı suluyordu.” biçiminde kurarsak cümlemiz anlatım yönünden yanlış olur. Çünkü birinci cümlede “fesleğenlere” sözcüğü dolaylı tümleçtir; ikinci cümledeki “sulamak” yüklemi geçişli fiil olduğu için burada bir nesne kullanmak gerekir. Virgülden sonra “onları” nesnesi kullanılınca anlatım yanlışı giderilmiş olur.
“Bu vitaminler çocukların gelişmesine yardım eder ve bulaşıcı hastalıklardan korur.”cümlesinde de aynı yanlışlık söz konusudur. Ve’den sonra “çocukları” veya “onları” nesnesini kullanmak zorundayız.
“Doktor, çocuğun kırılan kolunu tedavi edip eve gönderdi.” cümlesinde eve gönderilen kol mudur? Elbette ki değildir. Fakat bu cümleden böyle bir anlam çıkmaktadır. “Edip” sözcüğünden sonra “çocuğu” nesnesi kullanılmalıdır.
Dolaylı tümleç eksikliği bu örneklerin tam tersidir. Yukarıda önce “yardım etmek” , sonra da korumak” fiillerini yüklem göreviyle kullanarak nesne eksikliği örneği vermiştik. Şimdi bu fiillerin sırasını değiştirerek başka bir cümle kuralım ve dolaylı tümleç eksikliğinden kaynaklanan anlatım bozukluğunu örnekleyelim.
“Amcam mahalledeki öksüz çocukları korur ve zor günlerinde yardım eder.” Bu bağlı cümlelerin birincisinde “mahalledeki öksüz çocukları” söz öbeği nesnedir fakat bu nesne “yardım eder “ yüklemiyle uyuşmamaktadır. Yani “çocukları korur” deriz ama “çocukları yardım eder” diyemeyiz. O halde ikinci cümlede bir dolaylı tümleç kullanılmalıdır. İkinci cümlenin uygun bir yerinde “çocuklara” sözcüğü kullanılırsa mesele halledilir.
“Bundan sonra hastaneye girişler ve çıkışlar arka kapıdan yapılacak.”cümlesinde de tümleç eksikliği söz konusudur. “Hastaneye girişler” denir fakat “hastaneye çıkışlar” denmez. Ve’den sonra “hastaneden denmelidir.
Okuma yazmayı yeni öğrenenlerden tutun da akademik kariyere sahip bilim adamlarına kadar eli kalem tutan herkesin düştüğü bir anlatım yanlışı da özne ile yüklemin uyuşmamasıdır.
Bir cümlede özne birden fazlaysa ve öznelerden biri “ben” veya “biz” zamiri ise yüklem çoğul olmalıdır. Mesela “Kardeşim ve ben yarın 14.30’da kütüphaneye gideceğim.” cümlesinde özne – yüklem uyuşmazlığı söz konusudur. Bu cümlenin yüklemi birici çoğul şahıs ekini, yani biz zamirinin ekini almalıdır. Kısaca “gideceğim” yerine “gideceğiz” denmelidir.
“O yıllarda ben yirmi, o ise yirmi beş yaşındaydı.” cümlesinde de aynı hata mevcuttur. Bu cümle “O yıllarda ben yirmi yaşındaydım, o ise yirmi beş yaşındaydı.” şeklinde düzeltileceği gibi yüklemi birinci çoğul kişi yapılarak da düzeltilebilir. “Yaşındaydım” sözcüğünün sonundaki “-m” yerine “-k” ekini kullanmak yeterlidir.
Aynı şekilde bir cümlede özne birden fazlaysa ve öznelerden biri ikinci tekil veya ikinci çoğul şahıs ise (sen, siz) yüklem ikinci çoğul şahıs eklerini almalıdır.
“Amcanın oğlu ve sen bugün bizim inşaatta çalışacaksın.” cümlesi anlatım yönünden kusurludur. “Amcanın oğlu ve sen” özne olunca yüklem çoğul olmalıdır. Başka deyişle yüklem “siz” zamirinin ekini almalıdır. “Çalışacaksın” yüklemine “-ız” eki getirilince mesele halledilmiş olur.
Cümlede “sen” zamirinin başta, sonda veya ortada olması bir şey değiştirmez. Mesela “Ali, Mehmet ve sen” , “sen, baban ve annen” , “sıra arkadaşın, sen ve sınıf başkanı” kelime öbeklerini özne göreviyle kullanalım, bu cümlelerin yüklemi “çalış, çalışacak, çalışacaklar” gibi bir sözcük olamaz. “Ali, Mehmet ve sen akşama kadar bu sınıfta ders çalışın.” , “Sen, baban ve annen bu sorunu halletmek için çalışacaksınız.” , “Sıra arkadaşın, sen ve sınıf başkanı teneffüste müdür beyi göreceksiniz.” cümlelerinde özne – yüklem uyumu vardır.
Bu mantıkla gidersek şunu da söyleyebiliriz. Bir cümlede özne birden fazlaysa ve öznelerden biri “o” ise, yüklem “onlar” zamirinin ekini alır. Başka bir ifadeyle yüklem üçüncü çoğul kişi olur.
“O ve teyzem yarın hastaneye birlikte gelecek.” cümlesi kusurludur. Yüklem “gelecekler” olmalıdır. Bir şairimiz “Ben babamı, sen ustanı unutma” demiş. Bu cümlede “ben” ve “sen” zamirleri öznedir. Yüklem birinci çoğul kişi eki almalıdır. Başka bir şairimiz “Ay bir yandan, sen bir yandan sar beni” demiş. Bu cümledeki özneler “ay” ve “sen”dir, yüklem ikinci çoğul kişi olmalıdır. Yani “sarın” demelidir.
Özne – yüklem uyumunda niceliğe de dikkat etmek gerekir. Özne tekilse yüklem tekil, özne çoğulsa yüklem çoğul olmalıdır. “Çocuk bahçede kendi kendine oynuyor.” cümlesinde özne ve yüklem tekildir. “Çocuklar bahçede top oynuyorlar.” cümlesinde ikisi de çoğuldur.
Fakat bu kural insanlar için geçerlidir. Özne vücut organı, bitki, hayvan, soyut kavram, zaman adı, eylemsi vb. ise yüklem tekil olmalıdır. Mesela “Her yanı karıncalar sarmışlardı.” cümlesinde yüklem tekil olmalıdır. “Bu tür duygular zamanla unutulur.” Cümlesinde anlatım yanlışı yoktur. Çünkü özne soyut kavramdır ve yüklem tekil olmalıdır.
Özne sayı sıfatıyla kurulmuş tamlama ise (iki arkadaş, binlerce asker), ayrıca özne çokluk bildiren belgisiz zamir ise (herkes, hepsi, birçoğu) yüklem tekil olmalıdır. “İki çocuk vapurda yine karşıma çıktılar.” cümlesinde yüklemdeki “-lar” eki atılmalıdır. Hepsi iki ay sonra tatile çıkacaklar, birçoğu benim sözlerimi yanlış anlamışlar” cümlelerinde de aynı anlatım yanlışlığı vardır.
Çok fazla teknik bilgiye girdiğimin ve okuyucuları sıktığımın farkındayım. Yazmak istediğim başka teknik konular vardı ama ben de sıkıldım. On sekiz yıldır dershanelerde anlattığım bir konudur bu. Yapılan anlatım bozukluklarına dikkat etmek beni kitap okumaktan soğuttu. “Büyük, ulu, kocaman” gibi sıfatlar verilerek reklâmı yapılan, hatta dünyadaki en büyük edebiyat ödülünü alan nice yazarların eserlerinde yukarıda örneklerle açıkladığım anlatım bozukluklarını görünce okuduğum o eseri kitaplığımın bir daha asla okunmayacak olan kitaplar bölümüne atmak beni okumaktan da yazmaktan da soğuttu.
Diyeceksiniz ki “Sen anlatım bozukluğu yapmıyor musun?” Yapıyorum… Epeyce uzun yazdığım bu yazı dizisinde kurduğum cümleleri incelesem en az yüz cümlede anlatım yanlışı tespit ederim. Amacım on sekiz yıllık tespitlerimi edebiyatseverlerle paylaşmaktır ve bir nebze olsun bu muhterem kardeşlerime faydalı olmaktır. On sekiz yıllık deneyimlerimin hepsini anlatsam binlerce sayfalık kitap olur.
Son olarak iki gün öce bir gazetede okuduğum, bin yıl düşünsem aklıma gelmeyecek bir anlatım yanlışı örneği vereyim. Bir spor yazarı şöyle bir cümle kurmuş: “Futbolcunun sağ ön ayak baldırında kas yırtılması olduğu belirlendi.” Dikkat edin, ne diyor yazarımız? Sağ ön ayak baldırı diyor. Arka ayaklarında bir sakatlık yokmuş yani(!)…
Bursa-2008
Erturan Elmas
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.