Sarhoş Tanrılar-1
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tanrı olsaydım ben, tembelliğimden kıyameti kopartamazdım. ‘Ol der olur’ kısmı kolay olsa da onca insanı hesaba çekmektense yatağımda başım yere sarkık yatar, saçımda ki yağlar yere damlarken, tavanda acaba bugün ne yaratsam diye kurgulardım. Hayır, hayır saatlerce yapmazdım bunu da. Yaratma fikri aklıma geldikten beş dakika sonra hali hazırda yarattığım tüm mucizelerin arasında oyunlar oynadığım hayallere kaptırırdım kendimi. B ise tam o sırada yanımda olsaydı yahut Tanrı katına çıkmasına izin verseydim ben, benim bu bilinçsizliğime “fikir sancısı çekememek” derdi, bin dokuz yüzüncü kez. Aman ne de yaratıcı bir tanımlama.
Herneyse… umarım Tanrı beni şımarık cümlelerimden dolayı affeder. Çünkü şımarıklığımın altında onun zıttına olan ne bir fikrim ne de bir eylemim var. Öyle Tanrı tanımaz insanlar gibi Tanrı’yı yok saymayı bir kenara geçtim, ona baş kaldırmayı, hatta çok bunaldığım zamanlarda isyan etmeyi bile aklımdan geçiremem ben. Yapımda da yok zaten, önüne konanı yiyen bir ademim neticede. Yazı yazabiliyor olmak bazen kendimi bir parça yaratıcıymışım gibi göstermeme sebep olsa da bunun da tanrının hepimize yerleştirdiği küçücük, ufacık Tanrı parçacığından ileri geldiğini vurgulamaktan asla çekinmem. Yani Yahya Kemal’in de dediği “az çok ilah olduğumuzdan” cümlesini yaşar fakat yarattıklarımı yaratmama izin verenin yaratıcı olduğunu bilirim. Aslında yazılarımda da en çok tanrıyı anlamaya uğraşırım. Uğraşlarımın da sakın özenle giriftleştirilmiş felsefi sorulara falan kafa patlatmak olduğunu düşünmeyin. B de bende sadece tanrının çalışma şeklini anlamaya çalışan tipleriz.
Bunu nedense açmak istedim. Hani bir hikâye vardır ya, adamın birisi bende insan yaratırım ne var ki demiş de Allah’a, Allah da hadi buyur dediğinde, adam eğilmiş toprak alacak, Allah’da cevap vermiş ya “hayır kendi toprağından” diye, İşte bu ibretlik bir hikâyedir benim için. Bırakın yaratmayı, kendime ait bir avuç toprağım olmadığından haddimi bilir otururum yerime. Buna rağmen benim cümlelerimde ki şımarıklık, tanrının benim üstümde çalıştığı zekâ modellemesinin diğerlerinden üstün olduğunu düşünüp herhangi bir insandan daha değerli hissediyor olmamdan ileri geliyor. Hayır, üstten de bakmıyorum kimseye, sadece öyle işte, benim sahip olduğum şey kabızlık çeken bir zekâ. Başkasının da arabası vardır ne bileyim yakışıklıdır falan. Kimseye üstten bakmasam da, zekâ tanrıyı anlamanın üstün bir aracı olduğu için kendimle gurur duymuyor da değilim hani. Onu da atlamayım dedim.
Tanrının zekâmı özel tasarladığına dair olan düşüncem, ister istemez kendimi özel hissetmemi sağlıyor demiştim. Demiştim dimi? Artık demiş oldum evet. Bana özel hissettiren bu zekâda bana diyor ki, babalar en çok şımarık çocuklarını severler. Üstelik tanrının da yazılmış kitapları varken ona olan bağlılığımı arzuladığım gibi göstermekten çekinmem. Tanrıma naz yaparak hatta biraz şımararak keyif alırım hayat sahnemden. Ne anlatacaktım gene neredeyim. Boşboğazlık içime işlemiş, kendimizi tanıtmak için yazmıştım bu girişi, gene kendimi anlatmaya kaptırdım gitti. Unutmadan hemen takdim edeyim; Biz çocuk kanatlarıyla bir melek, metaforlardan dövülmüş kılıç, sırtında ki yüklerle eşek, Notre Dame’da o kambur, kırılan kalemiyle idamlık, okundukça büyüyen varlık ve B’yle beraber sarhoş tanrılardık.
*************************
Gelin görün ki bizde ki sarhoşluk şarapta ki esrikliğe benzemez. “Hadi yine iyisiniz esrik kelimesini de öğretmiş oldum size” cümlesini tırnak içinde yazmasaydım eğer, vereceği hissiyat bizim sarhoşluğumuzun şekli olurdu ve de durumu gayet iyi tanımlardı. Bizim sarhoşluğumuzda, tanrılığımızda kendimizle bolca dalga geçebilmemizden ileri gelir aslında. Bunu nasıl ifade etmeli bilmiyorum, arz üzerinde hareket eden etmeyen ne varsa hepsinin bir hikâyesi vardır. Bazılarının hikâyesi ilginçtir bazılarınınsa daha ilginçtir. Eğer bizseniz ya da bize ait kimselerdenseniz bilmediğiniz her şeyin ilginç geleceğini bilirsiniz. Benim âlem-i Keger’imde B’nin ise dünyasında ilginç şeyler kimseden gizlenmemelidir. Gizlememek ise ifşa etmek değildir. Gizlememek; Baktığını görmeyen onca insanın gözlerine, kulaklarına hitap etmek ve onlara bir şekilde bu hikâyeleri zorla anlatmak demektir. B’nin bana biçtiği misyon tam olarak da buydu, yazmak ve anlatmak. B bana hikâyeleri yaşatır yahut verirdi, bende onları kaleme alırdım.
Aslında lise ikide köhne kelimesine âşık olduğum vakitten beri birileri yazmam için beni sürekli itekleyip durdu. Kimi zaman bir kadının aşkına verecek başka hediyem olmadığından kimi zaman bir adamdan alınacak intikama yumruklarım yetmeyeceğinden yazdım. İlle de yazdım işte bir şekilde.
Yazdım ama yazmak bende çok çaba, çok uğraş, çok okuma yahut çokça yazmaktan ileri gelen bir durum değildi. Tarihin gördüğü en tembel yazarlardan biriyimdir sanıyorum. Yeteneğimde babadan veya genetiğimin bir yerlerinden miras olarak gelmiyor. Yazabiliyor olmamı komplesinden anne karnında gerçekleşen bir nokta mutasyona borçlu olduğumu düşünüyorum. B’de böyle düşünüyordu. Zaten hiçbir zaman benim hayatıma da çalışıyorum demelerime de saygı duymazdı. Ona göre ben kazara kriptonu patlatan adamdım ve bir şekilde dünyada mahpus kalmıştım. Yeteneklerim doğru kişiler tarafından kontrol edilmezse hiçbir işe yaramadığım gibi tehlike arz ederdim. Vesselam B’ye göre ben çabalamasam da gözlerimden lazer çıkardı. Bu yüzden de benimle olan ilişkisini benim yazarlığımı eğitmek ve yönlendirmek için yürütmeyi severdi.
Sevmek durumu anlatırken hafif kaldı biraz. Açayım, o sanki evren tarafından ona al bunu yazar yap diye gönderilmiş bir çocukmuşum gibi davranırdı bana. Ağzımdan çıkan on lafın birine ancak inanır, inandığı bir tanesini de abarttığımı düşünürdü. Ona göre bir insanın yeteneği neyse hayatını o işe adamalıydı. Ben adayamadığım için de ağzımdan çıkan her cümle çalışmadığım her saniye bahaneydi. Hatta ona göre F, yani ben, ikiye ayrılırdım ya hikâye yazmışımdır ya da yatıyorumdur. Yani B için şimdi ki zamanda benim bir hikâyeyi kaleme almam söz konusu değildi. Ben yazdıklarımı ona göre canım yatmaktan çok sıkılınca bir saatte kaleme alır ve kafamı devirir tavanı izlemeye devam ederdim. Kız arkadaşımın yanında mesela telefonunu açma gafletinde bulunursam duyacağım cümleler “gene yatıyorsun dimi pislik, hani lan ne zamandır yazmıyorsun” şeklinde başlar ve burada yazamayacağım şekilde devam ederdi. Ancak elimde bir hikâyeyle geldiğimi fark ederse pusuya yatmış kedilerin avına yaptığı hamle gibi çevikçe bir hamleyle bir yerlerden fırlar ve sayfaları eline alır, okurken salyalar akıtırdı. Allah var onun bu iştahı ve çıkarı olmadığı halde yazarlığımın sürekliliği için üstlendiği rol, beni de iştahlandırmıyor değildi ama ben grejuva ateşlerinin yakıldığı meydan da saman aleviydim. O, gene de benden hiç vazgeçmedi.
Ne o vazgeçebilirdi ne de ben aslında. İkimizde bir parça itilmiş adamlardık. Sıra dışıydık. Birbirimizin sırdaşıydık. Hatta şöyle anlatayım; Dizlerini karnına çekip yastıksız bir yatakta gözyaşlarıyla sızabileceği bir mekânı vardır ya her insanın. Karanlık bulutlar çökünce akla, ait olduğunu bildiği ve kendine ait olan tüm saltanatlardan uzak, dip köşelerde bir yerlerde baba ocağıdır ya belki o mekân. Belki zora ki kendini sevdiren o kıza itiraz edemeyerek kucak açan o erkeğin kucağıdır ya. Bazen çalılıkların arasında bir macera bile olabilir hani, hani sokakta yatan evsiz için yakılan bir sokak çöpü, Ahmet dede için çocuğunun evinde bulamadığı rahatı gecenin bir yarısı komşu kapısında bulmasıdır ya. Ana rahmini andıran ve yeniden cenin pozisyonunda yatılan, aşkın gözlerinde yuva kurmuş aşığına bakan maşukun huzuru olan o mekânı diyorum işte, benim için Kadıköy’dü.
Bu sokakta hayat var tabelalarından bir tanesine dalıp daracık sokakları daha da daraltan masa sandalyeleriyle bir birahanede birkaç şişe içmekti B ile. Hatta parmak uçlarım hissizleşmeye başlayıp da rüzgârın şarkısını duymadığım o an, işte o andır ana rahminde ki huzuru iliklerimde hissettiğim an.
Yeniden o anlardan birindeydim. Tıp mesleğine başlamadan evvel ki son yaz tatilimdi. B ile olan arkadaşlığımız farklı şehirlerde yaşadığımızdan yalnızca mevsimlik işçiler gibi yaz tatillerinde cisim bulurdu. Kışları ise birbirimizi özlemekle geçerdi. Şimdi, son yaz tatilinin sonlarına doğru son kez Kadıköy’deydik. Bu kış o evlenecekti. Meslek de kim bilir nereye gönderecekti beni. Vesselam mevsimlik işçilerin yerine makineler satın alıyordu artık kader. Beni yazmaya itecek adamın çekim alanından çıkmama birkaç gün vardı sadece. Sanıyorum sonrasında ne o beni umursardı ne ben onu. Seksen yıl sonra karşılaştığımızda ilk günkü gibi ve özlemle sarılacak olsak bile, herkesin kaderi kendi saatinin akrep ve yelkovanıyla oynamaya başlayacaktı. Her seferinde araşmaların yazışmaların arasında ki süre uzayacak ve hoş birer hatıra olarak zihinlerimizde ki yerini alacaktı. Kim bilir belki sıradanlaşacaktık bile. Buna izin veremezdim.
Son Kadıköy gecesinde Sezen ablanın ‘şişede ki yakutlar’ından bolca tüketmiştim. Netice de son geceydi ve sırf bu yüzden yani bu gece son gece olduğu için belki de ben yazar olamayacaktım. Ayartmak zorundaydım B’yi. Ben nereye gidersem gelmeliydi benimle. Gelemiyorsa da ilişkimizi ciddiye alacak bir şeyler olmalıydı, bir yol bulunmalıydı. Onun da benim de huyumdu vefasızlık. Yollarımızın ayrı düştüğünü anlarsak, kesişene dek köşemizde o arasın diye beklerdik. Plan yapmak zorundaydım. Zihnimde dönen dişliler yağlansın ve artık bir plan ortaya çıksın diye biraz daha mucizevî yakuttan döktüm kadehe. Plan yapmaya çabaladıkça hiçbir şey ortaya çıkartamamaya devam ediyordum haliyle. Herkes alkolün yaratıcılığı arttırdığını söyler de bence sarhoşluğun öyle inanılmaz şeyler akla getirdiği yok. Getirdiği şeyler, git gide birbirine geçen ışıklar, her yudumda bana fikir olmak yerine tatlı bir halsizlik veren sıcaklık hissi, kendimi koy vermemi sağlayan bir ruh durumu ve çene bağlarımın gevşemesi.
YORUMLAR
Nizeral
sarhoşluğun kaynağı her daim mey değildir. hallac da haccac da sarhoştur mesela ama kafalarını güzelleştiren şey farklıdır. yahut ibn-i arabî veya hayyam'ın sarhoşluğu..
burada da görüyorum ki senin sarhoşluğun yakuttan değil, daha hoş, daha naif, daha öte bir kaynak..
ilgi çekici bir başlık, çarpıcı bir giriş ve hikayeye bağlamadaki kabiliyet... ikinci ve hatta başka bölümlerin de olacağı fikri şimdilik hoş geliyor. tebrik ederim. selamlar, saygılar.
Nizeral
Akıcı bir yazı içinde gizli sırlarını gizliden ifşa etmiş birisi ... İnsanların dini tercihleri yada ne bileyim cinsel tercihleri gibi ayırımlarım hiç olmadı.. Ama itiraf etmeliyim iyi yazanları hep biraz ayrı tutmuşumdur... Pozitif ayrımcılık faydalı bir şeydir.. Öylemi dir ? ... Önce pozitiflik neye göre değerlendirilmiş buna bakmak gerek.. Neyse bende başladım mı uzatırım :)))
Tanrı ya bakışımızı benzeşmiş. Çok defa sorgulardan geçirdim kendimi.. Hep sonunda galip geldi yüce varlık.. Belki de tutunma ihtiyacı ..Belki de tüm haksızlıklara bir gün biri ceza kesecek inancına bağlılık.. Bu beni aciz mi kılıyor ki bilemedim ...
Lafız özü çok başarılı ....
Sevgilerimle..
Nizeral
Ayrıca uzatan insandan ne zarar gelecek ki? Uzatan insan plan yapamaz, anlatmaya ihtiyacı vardır içten azarlıklı değildir. Uzatın benim sayfamda dilediğinizce uzatın bu bana keyif verir.
Saygı ve teşekkür ile...
Yazmasam ne olurdu diye hiç düşünmedim. Çünkü bazı insanlar yalnızlığını bir tek kelimelerle paylaşabilirdi. Bu nedenle gün yüzü değmemiş yazıların kokusu bambaşkadır. Kayıp bir ülkenin kitabeleri gibi. Her seyin bir anlamı ve bir karşılığı vardır. Kimseler bilmez.
...
kelimeleri yaşatan bir yazıydı. Hissettiren aynı zamanda. Düşüncelerimizin çoğalması bu yüzden
Nice yazilarınizı okumak ümidiyle
güzel gunleriniz olsun
Nizeral
var olun :)
Nizeral
Nizeral
Eğer seçki olsaydım bu yazının okunması adına günün yazısı seçer, okuyucuların yorumlamasını mutlaka sağlardım.
Günün en güzel hayal dünyası.
Kocaman tebrikler.
Nizeral
Devamındada görüşmek dileğiyle :)
Nizeral
"Boşboğazlık içime işlemiş, kendimizi tanıtmak için yazmıştım bu girişi, gene kendimi anlatmaya kaptırdım gitti. Unutmadan hemen takdim edeyim; Biz çocuk kanatlarıyla bir melek, metaforlardan dövülmüş kılıç, sırtında ki yüklerle eşek, Notre Dame’da o kambur, kırılan kalemiyle idamlık, okundukça büyüyen varlık ve B’yle beraber sarhoş tanrılardık."
Yazar olma yolunda baya bir uğraş vermişsiniz ve bence bunu başarmışsınız...
Çok etkileyici bir yazıydı...
Keşke her insan Tanrıdan bir parçasını yoğurup şekillendirebilse ve yetenekleri doğrultusunda yol alabilse..
Arkadaşınız B ye borçlusunuz sanırım :)
Sevgilerimle arkadaşım..
Nizeral
B'ye sadece bunu değil çok fazla şeyi borçluyum bir gün cesaret edebilirsem onuda kaleme alacağım.
Ayrıca sıkılmadan okuduğunuz için gerçekten mutlu ettiniz çok teşekkür ederim :)