- 1433 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tam Ortasında
’Sesinde kuş cıvıltıları geziyor. Bunu bir şiirden ezberlemiş olabilirim. Seni şiir gibi sevebilirim. Nasıl olur da insan bir kavganın ortasında buluverir kendisini, sanki dayak yemiş gibiyim. Böyle paldır küldür aşık olunur mu diye gecelerce sordum kendime. İnsan nasıl hazırlıksız yakalanıyor. Ben sana çok fena kalbimi abartıyorum veya kabartıyorum nasıl dersen artık. Sizin oralarda nasıl derler; ben sana çok fena kesiğim?’
Böyle yazmışım aylar önce..
Onu ilk gördüğümde, yaşamımın binlerce muhtemel iyimser saniyesini ıskalamama sebep olacak kadar aklımın içine yerleşeceğini bilseydim yine de onu sevebilir miydim?
Kim bilir kaç insanı linç ettik, kaç kalbi feda ettik bu çıkmaz sevda için. Kendimizden verdiğimiz ödünlere, doğru bildiğimiz pek çok şeyden vazgeçtiğimize, hayatlarımızı altüst ettiğimize değdi mi diye düşünüyorum çoğu zaman. Fırtına dindikten sonra bir şehrin eski haline dönmesi ne kadar zaman alır? Ağaçlar kökünden sökülmüş, evlerin çatıları uçmuş, o şiddetli rüzgar tozu dumana katıp varolan her şeyi bir yerden başka bir yere sürükleyip götürmüş. Peki ben yine aynı ben miyim? Her şey için çok geç artık..
Hayatımın her anı dejavular yığınıyla dolu. Aynı olayları, aynı acıları, aynı imtihanları, aynı sonları yaşamak, daha önce defalarca izlediğin bir filmi tekrar izlemeye benziyor. Filmin finalini bilsen de, kimi zaman sıkılsan da izlemeye devam ediyorsun. Oysa bu sadece zaman kaybı..
Acı çekmeyi, mutluluğun noktalanması olarak tanımlarlar. Mutluluğun bittiği yerde acı başlarmış. İnsan mutlu zamanlarının bitmesine tahammül edemediği için bedeni acı ile ateşten bir zırh kuşanıp direnç gösterirmiş mutsuzluğa. Mutluluğunu geri istermiş ruh. Elbette öldürücü veyahut sona sürükleyici bir başkaldırı olduğu muhakkak. Artık ayrı yönlere doğru yürüyeceğinizi bildiğiniz bir insanı unutmaya çalışmak ne denli beyhude bir çaba ve ziyadesiyle çetrefilli bir kabullenmezlik olsa gerek.
Son kez görebilme arzusu, son kez konuşabilme gayesi ve hiç bitmeyen ’son kez’ diye başlayan umut dolu düşünceler. Hiçbir sonun son olduğunu bir türlü kabul etmek istemeyen, yeni sonların hayaliyle yaşanılan çaresiz hayaller. Biten her şey acı verir çünkü. Her ayrılık seven için erken, sevilen için tam zamanıdır. Gözler sevileni arar, kulaklar sadece onun sesini duymak ister, parmak uçlarınız bir tek ona dokunmak ister, ruh o ruhu özler. Yüzünün parlak ışığı gözlerinizi kamaştıracak kadar gerçek rüyalara yatarsınız. Belki de hiçbir şeye kıvançla, heyecanla, tutkuyla inandığını görmediğiniz insanın içinizdeki o büyük aşka inanmasını beklersiniz. Bir kalbi olduğuna inanmak istersiniz. Bazı insanların kalbinin yalnızca kan pıhtısından ibaret olduğunu unutur, nasıl o kadar duygusuzca attığına hayıflanırsınız.
Bütün kapılarınızın anahtarları ondadır oysa. Tüm zincirlerinizin kilitlerini o kapatmıştır. Bir ejderha gibi anahtarları yutmuş da, alevlerinin arasında sakladığı için elinizi uzatıp bir türlü çekip çıkaramazsınız.
Defalarca bizi mutsuzluğa sürükleyen şeyler aynı zamanda nasıl oluyor da kalbimizin titreyişini bütün bedenimizde hissedebilecek kadar mutlu da edebiliyor bizi? Bazı şeylerin mantıksal hiçbir açıklaması yok. Kafamın içinde birbirine geçmiş soru işaretlerinden sıyrılmak için uğraştığım zamanları düşününce ne denli yorulduğumu anlıyorum. Bir alışveriş fişi, geçmişin izlerini içinde taşıyan bir çakmak, hiçbir zaman tekrarı olmayacak mutlu fotoğraflar, kısacık birkaç ses kaydı, aromatik parfüm kokusu, merakla gidilmiş bir sinema bileti ve neden sonra öfkeye teslim olmuş binlerce kelime..
Bir insanı gerçekten unutmak mümkün mü? Peşinizi bir dakika olsun bırakmayan hatıralardan kaçmak? Peki nereye? Kesişen yollar ayrıldığında bir daha görememek mi daha çok acı verir yoksa her gördüğünde kesilen nefesin mi?
Bazen çıkmaz bir yolda olduğunu bile bile yine de yolun sonuna kadar gitmek istersin. Yol hiç bitmeyecek gibi heyecan ve merak içinde yürümeye devam edersin. Sanki o çıkmaz sokağın sonunda karşına dikilecek duvardan hiç haberin yokmuş gibi, o duvara toslayacağını bilmiyormuş gibi aldırış etmeden, bazen küçük adımlarla, bazen koşa koşa o çıkmaz sokağın sonuna gelirsin. Duvar tüm heybetiyle öylece dikilmiş, gri bir alaycı zaferle karşında duruyor. Yürümekten soluk soluğa kalmış, ne yapacağını bilmez haldesin. Geri dönsen yolunu kaybetmişsin, devam etsen yol bitmiş. Ne sağa dönebiliyorsun, ne sola. Nereden geldiğini dahi unutmuş, gidecek bütün yollar kapanmış, tutunacak bir tek dalı kalmamış ahmağın tekisin. Buraya bile isteye geldiğini hatırladığın an, bu kez tüm etrafının tamamen duvarlarla çevrildiğini görüyorsun.
O da böyle olsun istemezdi ama sormadık. Bu sessiz kalışlar gönülden gelen bir ’böyle olsun’ istedi anlamı taşıyor. Fakat kendini rahatlatma çabaları tam ortasında devreye giriyor neyse ki! O da sevdi, o da üzüldü, o da ağladı, o da darmadağan oldu. Peki bütün bunlar neyi değiştiriyor? Hiçbir şeye yetmiyor bazen insanın gücü. Kendi güçsüzlüğüne kendi hayret ediyor insan.
Dünyadaki milyarlarca insanın yaşadığı acıları düşününce, kendi canımın yanışını kabullenemiyor, hatta utanç duyuyorum bundan. Şu an kimbilir kaç milyon insan, bizlerin tahayyül dahi edemeyeceği ızdıraplara maruz kalıyordur. Bu denli geçici dünya heveslerine kapılıp, üstüne üstlük bunlar için kendimi yerlere serişime inanamıyor, hatta vicdanını sürekli besleyen biri olduğumu iyi bildiğim için, kendimi boş hevesler uğruna heba edişimden dolayı nefret ediyorum ruhumu kuşatmasına izin verdiğim bütün hisler için kendimden.
Tam ortasındayım belki hayatın. Belki ortası sandığım bir sondayım. Yahut sonunda sandığım bir hayatın daha başlangıcında.. İkinci bir denemenin ardından yeniden dahil olduğum oyunun kuralları umurumda değil artık. Bi yol var, başı veya sonu değil mühim olan. Ben o yolun tam ortasında geriye dönüş biletlerinin hepsini yakmış, gittiği yere kadar yürüyecek bir yolcuyum. Bir hayat nasıl bitirilir ki başka? Birazdan gün doğacak..
fulya/aralık2016
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.