- 392 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ISLAK UMUT
ISLAK UMUT
Uyandığımda o sersem halimle gözlerimi sarmalayan güneşin o ılık aydınlığını tanımaya çalıştım. Cam, güneş ışıklarını kestiğinden yatağım daha sıcak geldi bana. Tembellik etmek istiyorum ama öte yanım hayır diyor. Kalkıyorum. Güneşin, günaydınlığı ile güne başlamak bambaşka bir şey. Her taraf sis içinde. Güneş, şehri aydınlatmakta zorlanıyor. Kedi misali başlıyorum başımdan düzeltmeye, düzenlenmeye.
Her zamankinden daha erken, sokaktaydım. Annem, böyle durumlarda “Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır” derdi. Şehrin içine aktım. Yürüyorum. Ayaklarım beni nereye götürecek merak ediyorum. Uzun sürmedi. İşte. Parktayım. Oturdum bankın üzerine izliyorum. Dünden kalan serinlik içimi titretiyor.
Sabah çiğinin çimlerle dansını seyre daldım... Tabiat ananın evlatlarının üzerlerindeki her çiğ damlası o kadar berrak ki yansımasını görüyorum kendimde. O küçük damlalara suretimin girmesi nasıl da heyecanlandırdı beni. Panterin avına yaklaşır gibi damlacıklara yaklaştım, dokundum ve onlarca damlacık sel olup süzülüverdi toprağa.
Çınar ağacının dalından bir yaprak gibi salınarak çimlerin üzerine indi yanında dişisiyle. Dallar mesken olarak dar gelmiş olmalıydı ki yeryüzü sofrasından nimetlenecekler şimdi. Önce dişisi indi, arkasından kendisi. Sanki yanlarında değilim. Dişi isteksiz dolaşıyor oralarda, erkek onu kovalıyor. Bacaklarımı üst üste atarken ürktüler. Küçük bir kalkış ve iki metre uzağa kanatlarından havayı boşaltmadan helikopter misali pat pat diye tekrar iniş ve çıkışları.
Dişi, çimlerden bir şeyler alarak ilerliyor, erkek olanca görkemi ve bildik tüm numaralarıyla halen onun peşinde. Olup biteni bir tiyatro sahnesinde izler gibi -mıh gibi çakılmış- izliyorum. Ne güçle ne de sevgiyle bir türlü ikna edemedi dişisini. Tam ilişki başlayacaktı ki karşı banka bir çift ‘pat’ diye oturdu. Onların kuru gürültüsüyle çiftimiz uçup gitti.
Bu kez gözlerim karşı banka kaydı. Uçan ve uçuşa hazırlananların yerine; beyaz tenli, sarı saçlı, kavruk genç bir oğlanla, yerden bitme, şişman, siyah saçlı, çoban örgülü genç kız geldi. Kaçanların ardından gelenlerin yüzüne baktım. Sonrası gökyüzünde bir şeylere bakıyor gibi başımı kaldırdım. Bulutlar sefer halinde yer yer maviyi perdeleyerek ışığı kesiyor. Gökyüzünün mavisi şimdi daha koyu. Yavaşça indirdim başımı, çevreye karşı ilgisiz gibi bir tutum takındım. Sonra elimi cebime attım, Muş tütününden sardığım sigaramı aldım. Bu kez daha dik oturdum. Gözlerim karşıyı iyice görür noktaya geldi. Çakmağı yakarken ise iyice zum yaptım. Görüntü biraz daha netleşti. Burada aktör değişmişti. Kur yapan, erkekti. Biraz daha yaklaştı. Aralarından su sızmaz oldu. İlk önce sağ elini saçlarına attı. Sol elini bacağına atacaktı ki sarışın, daha erken davranarak bir ceylan çevikliğinde yarım metre sağa kaydı. Adamın işi zordu. Bu bir mesajdı. Ama buraya kadar getirdiği bir şeyi yarım metre uzaklıkla bitirecek değildi.
Çok geçmeden kara tenli genç, komşu teyzenin bahçesinden koparttığı güllerle yaklaştı. Tam da fırsatıydı. Erkek içinden “Seni Tanrı mı gönderdi?” diye geçirdi. Yaşamında böyle bir hareket görmemişti. Cebine elini attı, bir müddet cebinden çıkartmadı. Bir çift gül alacak paranın bu cepte olmadığı düşüncesiyle durdu. Kızın yanında pazarlık yapmak hiç güzel olmasa da bu hareketin sonunu getirmeliydi. Hiç olacak iş değildi ama durumu da kurtarmak istedi. Bir göz hareketi yaptı. Çiçekçi çocuk “Abe, senin için yaparız bişey.”
Kısa süren bir sessizlikten sonra çiçekçi tekrar “At abe, yaparız bişey” dedi. Adam hiç konuşmadan mesajı verdi. Kadın, sözel bir iletişim olmadan yapılan anlaşmaya sadece şaşkın baktı. Hele adamın sadece bakması, çocuğun iç sesi duyuyor gibi davranması, şaşkınlığını bir kat daha artırdı.
Elini cebinden çıkarmadan o iki gülü sağ eline aldı, sol eliyle avucuna gelen tüm parayı saymadan çocuğun eline bıraktı. Çocuk verilen paraya bakmadan “Hayırlı işler abe!” diyerek uzaklaştı.
Bu kısa süreli iletişimi düşünüp olup biteni anlamaya çalışırken kız elinde iki adet gülü buldu. Güz güllerinin kokusuyla hafif bir sarhoşluk yaşadı ve gülümsedi. Bu kez karşı ağacın altındaki köpeklerin seslerinden onlarda ürküp uzaklaştılar.
Seslerin geldiği yöne doğru başımı çevirdiğimde üç köpeğin çimlerin üzerinde dansını gördüm. Birbirlerinin kuyruklarına tutunmuş, çimlerin üzerinde sağa sola dönüyor, yuvarlanıyor, koşuyor, hırlıyordular. Daha ilerde ağacın dibinde yatan diğer köpeklerse bu kuru gürültüye havlayarak yanıt verdiler. Birkaç tanesi de ayaklanıp oynaşanlara katıldı. Park tamamen onlara kaldı derken, görkemli çınar ağacının dibinde koyun koyuna yatan bir grup köpekle daha göz göze geldim. Kulaklarını diktiler. Bana doğru geleceklerini düşünürken tereddütsüz onlara doğru yürüdüm, onlarsa başka yöne. Yaşam, bir yağmur damlası içine bile sıkıştırılana biliniyorsa bütün mesele çıkmaz sokaklara rağmen yürüyebilmekti.
YORUMLAR
gurelsurucu
uyarınız için teşekkürler.